Yaşam acısıyla, tatlısıyla iz bırakıyor. Kimi zaman yaşadıklarımız insanın içini acıtıyor, uykularımızı bile kaçırıyor. 18 Ekim Pazar. Güzel bir gündü. Didim’de Belediyeye ait Barış 1 kafe’de eşim Nuray’la oturmuştuk. Uzakta balıkçı tekneleri vardı. Teknelerin yakınına yüzlerde martı pike yapıyordu. Kimi martılar ise havada süzülürken özgürlük mesajı gönderiyordu. Güneş pırıl pırıldı. Derin bir nefes aldım. Rahatladım. Yaşamak güzel şey be kardeşim! Nereden çıktı şimdi bu, milyonlarca okurunu terk edip gitmek sevgili Bekir(Coşkun). Bekir’i 1980’lerin başında tanıdım ve çok sevdim. Güzel insandı. Sevecendi. Dürüsttü. Doğa aşığıydı. Özellikle hayvanlara olan sevgisi muhteşemdi. Pako’yu unutmak mümkün mü? İlk kitabım olan “Bir Başbakan Varmış, Bir Başbakan Yokmuş” un önsözünü o yazmıştı. “Dipsiz Kuyu Medya” adlı kitabımın önsözünde beni yüceltmiş, “Hiç umulmadık bir yerde, öyle bir espri patlatır ki, şaşırıp kalırsınız. Kitapta Ercan Deva’nın ince mizah anlayışının izlerini göreceksiniz” demişti. O kitapta, Bekir Coşkun’un 12 Ekim 2000’de Hürriyet gazetesinde “Kirli elleri kırın” yazısına da yer vermiştim. Türkiye için kirli elleri bir numaralı tehdit olarak görüyor ve “Bütün namuslu-onurlu ve yürekli insanları davet ediyorum. Önce konuşun. Tartışın. El ele verin. Ve kırın kirli elleri, kırın.” Diye yazmıştı. Sabah’ta birlikte çalıştığımız dönemde “Hasbahçe’de Sonbahar” adlı yazı dizisini kaleme aldığında, çok şaşırmış, onun ne kadar yürekli ve cesur bir gazeteci olduğunu yaşayarak görmüştüm. Hürriyet’ten ayrıldıktan sonra, Kocatepe’de bir cenazede karşılaşmış, sohbet etmiştik. Ona, “Emim Çölaşan’dan sonra, sen de ayrıldın. Artık Hürriyet gazetesi alıp okumayacağım” demiştim. “Ercanım, doğru değil. Hürriyet gazetesi yaşamalı, almalısın” yanıtını vermişti. Habertürk’te yazdığı dönemde doku uyuşmazlığı hissetmiş, ona bunu söylemiştim. Ses çıkarmamış, gülümsemişti. Cumhuriyet’e geldiğinde ise “Bekir işine karışmak gibi olmasın, ama yazıların 2. sayfada çıkıyor. Yazılarına daha fazla ağırlık vermelisin” demiştim. “Haklısın Ercanım. Uyarını dikkate alacağım” yanıtını vermişi. Sözcü’de yazmaya başladığında Hürriyet’teki gibi, yazıları tam yerine oturmuştu. Muhteşem bir mizah ustasıydı, özgürce dilediği gibi eleştiriyor, bazen çok acımasız da olabiliyordu. Ama, okurları artık milyonları aşmıştı. Çok beğeniliyor ve çok seviliyordu. Bu herkese nasip olmaz… … “Başın Öne Eğilmesin” adlı çıkmıştı. Ankara’da imza gününe gittim. Kitabı imzalatmak için sıraya girdim. Beni gördüğünde, “ Vayy işte benim yazarım Ercanım gelmiş” diye ayağa kalkıp bana sarılmıştı. O kadar okurunun içinde beni yüceltmişti. Ama, o da ben de biliyordum. Benim yazarım o idi; Sevgili Bekir Coşkun. Samimi ve içten gülümsemesi hiç azalmayan sevgili eşi Andrea’ya ve camiaya baş sağlığı ve sabır dilerken, onun önemli bir mesajını sizlerle paylaşmak istiyorum. “Babalar, anneler birer okul olun. Okul artık sizsiniz. Çocuklara laik Cumhuriyeti, Cumhuriyet sevdasını, Cumhuriyetin devrimlerini öğretin. Mustafa Kemal’i anlatın. Unutmasınlar. Bekir Coşkun” Işıklarda uyu sevgili dostum Bekir. Kalbimde hep yaşayacaksın.