Uzun yıllar vatanımın hemen hemen her köşesinde görev yaptım. Şimdi sizinle paylaşacağım inanılmaz ama gerçek olayı aradan bu kadar uzun yıllar geçmesine rağmen unutamadım ve nasıl gerçekleştiğini de çözemedim.

Erzurum’un Narman ilçesinde göreve başlayalı iki yıl olmuştu. O zamanki şartlarda okul ihtiyaçlarımızın çoğunu kazanın ileri gelenleriyle ortaklaşa paylaşıyorduk.

Zehra Hanım okula geldiğinde oldukça yorgundu. Kazamıza bir saatlik uzaklıktaki çiftliğinden at üzerinde gelmişti. Okulumuzun boya ve sıra tamiri için gereken paranın tamamını kendisinin karşılayacağını söyledi.

Dört yıl boyunca da her yeni dönemin başında okula gelip oldukça yüklü parayı bırakıp gitti. Kışın en sert günlerinden birinde Zehra Teyze’nin okula gelişi beni şaşırtmıştı. Hemen sobanın yanma oturtarak nerdeyse donmak üzere olan ayaklarını ısıtmasını sağladım. İyi olduğunu söyleyen Zehra Teyze hemen söze başladı.

"Oğlum, iki gün için senden yardım istiyorum. Vakit tamam. ben Cuma öğlen Allah’ın rahmetine kavuşacağım. Bu büyük yolculuğa çıkmadan yapmam gerekenler için senden yardım istiyorum."

"Allah uzun ömür versin Zehra Ana! Böyle bir durumu sen nasıl bilebilirsin? Rahatsızlığın varsa doktor hanımı çağıralım," dedim.

"Uzun etme, oğul! Bana yardım edecek misin sen hele onu söyle bana?" dediğinde, "Emret, anam!" dedim.

"Bak oğul, al bu parayı. Bu para benim cenaze masrafım. Ölümümden sonra kimsenin telaşa düşmesini istemiyorum. Cuma sabahı erkenden çiftliğe gel. Bütün mal varlığımı devlete yani maarife bırakıyorum. Bunun için gereken kişileri sen bilirsin, onları da yanında getir. O gün okulu tatil edebilirseniz. Çocuklarımı da getirin. Onlar için yanımda para da getirdim; yol parası... Hepiniz benim evime misafir olun. Sizin ve evlatlarımın uzun yolculuğa çıkışım sırasında dualarına ihtiyacım olacak."

Bana çok saçma gelen bu isteğin sebebini söylemesini rica ettim. Ona inanmadığımı anlayan Zehra Teyze çaresiz anlatmaya başladı.

"Anlatacaklarımı ölümümden sonra da sır olarak sakla. Üç gecedir oturduğum sedirde bir bulutun içine alınarak gökyüzüne çıkarılıyorum. Çok güzel, bahçeli tepelerin üze- inden uçuruluyorum. Yanımdaki iki kişi kollarımdan tutarak bitmekte olan bir evin önünde beni bırakıyorlar. Orada çalışanlar ışıktan yapılmış ulu kişiler. Onlara yardım etmek istediğimde engelleniyorum. Bu evin benim için yapıldığı, buraya ancak Cuma namazından hemen sonra gireceğimi konuşmadan beynimin içine anlatıyorlar. Bu evin neden sahibi benim, diye düşündüğümde yaşamımda yaptığım iyiliklerle aldığım söyleniyor. Ben hiçbir karşılık istemiyorum, dediğimde ise ne ekersen onu biçersin deniyor. Nereden geldiğini anlayamadığım bir ses ise, ‘Yaptıklarınızdan değil niyetlerinizden sorumlusunuz. En büyük sevap ve görev Allah’ın kullarına yapılandır,’ diyor. Sonra her şey siliniyor.

"Tekrar kendimi iki ışıklı kişinin kollarında buluyorum ve uçar gibi havalanıp çok güzel ışıkların, renklerin, şarkıların ve kokuların her tarafı kapladığı bir mekanın, tepelerin, ovaların

üzerinden geçiyoruz. Kendimi tekrar sedirin üzerinde buluyorum. İşte bunun için vakit tamamdır, diyorum, oğul.»

Zehra Teyze›yi yolcu ettikten sonra uzun uzun düşündüm. Böyle bir şeye inanmam mümkün değildi; ama, bu hayırsever kadının istediklerini yapmak benim için bunca iyiliklerinden sonra bir borçtu.

Kaymakamdan izin alarak belediyenin arabasını kiraladım. Talebelerin çoğunu, kazanın doktorunu ve Erzurum›dan çağırdığımız noteri de yanımıza alarak yola koyulduk. Çiftliğe vardığımızda hummalı bir çalışma vardı. Koyunlar kesilmiş, uzun masalar hazırlanmış, her taraf kaynayan et ve pilav kokularıyla mis gibiydi.

Zehra Teyze önce noteri ve aralarında benim de bulunduğum iki şahidi içeri alarak bütün mal varlığını ölümünden sonra verilmek üzere Milli Eğitim›e bağış yaptı. Daha sonra hazırlanan masalara oturularak yemekler yendi. Zehra Teyze herkesle yakından ilgileniyor, açıkçası o yaşma rağmen misafirleri ağırlamak için adeta çırpınıyordu.

Yemekler bitmiş tatlılar yenirken Zehra Teyze Cuma namazını kılmak için müsaade istedi. İçeriye geçerken göz göze geldik. Bakışlarındaki o garip ifadeyi sezdim. Doktorun yanma giderek namazdan sonra Zehra Teyze›yi muayene etmesini rica ettim. On dakika geçmemişti ki ev işlerine bakan kadının çığlığını duyduk. Koştuğumuzda Zehra Teyze›nin seccadenin üzerinde namaz kılar vaziyetteki cansız bedeniyle karşılaştık.

Doktorun ölüm raporu kalp kriziydi. Zehra Teyze ölümünü benimle paylaşmıştı. Kısacası yaşlı teyzenin ölümü geride kalan herkes için bir armağan olmuştu. Benim içinse ancak yirmi yıl saklayabildiğim unutulmaz bir sır.

Salih KÖPRÜLÜ

Diyarbakır