Ankaralı Ressam Murat Akçaoğlu’nun dikkat çeken eserlerini Çevre Sokak’taki Akçaoğlu Art Atölyesi’nde görmek mümkün. Kenti ve kent insanını özgün bir tarzda tuvaline aktaran Akçaoğlu’nun resimleri, hem figürlerindeki dikkat çekici ifadeler hem de içinde taşıdığı dinamizmle, resmi durağanlığıktan çıkarak, kişide bir film izliyor hissi yaratmayı başarıyor
RÖPORTAJ / SULTAN YAVUZ - Şair Orhan Veli’nin de yolu geçmiştir Ankara’dan... Yaşadığı dönem boyunca şair ruhu, yapmak zorunda kaldığı işlerde belli ki başına dert olmuştur. “Beni Bu Güzel Havalar Mahvetti” şiirinde, “...Böyle havada istifa ettim/ Evkaftaki memuriyetimden...” der. Şairi çok seven Ankaralı Ressam Murat Akçaoğlu da, gün gelecek içi içine sığmayan özgür ruhunu, bir süre yapmak zorunda kaldığı bankacılığın, kendisine uymayan dünyasından azade kılacaktır. Üstelik bu özgürlüğe Orhan Veli’nin şiirlerini okurken, kitabın kenarlarına çizdiği desenlerle kavuşacaktır. Şair Orhan Veli’ye, kendisini yeniden resme yönlendirdiği için minnet duyan Akçaoğlu’nun hikâyesi, 1977 yılında doğduğu Ankara Aydınlıkevler’de başlar. Akçaoğlu da pek çok ressam gibi çocuk yaşlarda başlar resim yapmaya... Hatta kâğıt üstüne yaptığı figürleri keserek, kartona yapıştırıp oyuncak hâline getirir. Öğrencilik yıllarında resim dersleri hep çok iyi olan Akçaoğlu, şu anda Eskişehir Anadolu Üniversitesi’nde, güzel sanatlar bölümünde profesör olan ablası Ressam Zeliha Akçaoğlu’nun yönlendirmesiyle üniversitede seramik bölümünü bitirir. Gazi Üniversitesi’nde seramik bölümünü bitirdikten sonra, Dikmen’de bir arkadaşıyla beraber kısa süren bir seramik atölyesi açan Akçaoğlu, daha sonra askere gider ve askerden döndükten sonra da bankacı olan ortanca ablasının yönlendirmesiyle bankacılık sektörüne girer. On yıla yakın bankacılık yapan Akçaoğlu, özellikle mesleğinin son yıllarında yeniden resme yoğunlaşır. Akçaoğlu sanatçı ruhlu birinin, bankacılık sektöründe ne kadar zorlanabildiğini şöyle anlatıyor, “Bankacılık bir sanatçı için demoralize bir iş... O yüzden de çok fazla devam ettiremedim. Banka işi kafamda bitince, bir proje geliştirdim, ‘atölye sergileri yapalım’ dedik. Hem benim yaptıklarım hem de yurt dışında daha fazla tanınan ressam ablam Zeliha Akçaoğlu’nun resimlerini sergileyeceğimiz ufak bir atölyemiz olsun, sonra başka ressamların da eserlerini sergileyelim istedik. Bu atölyeyi tutmadan önce Kaş’ta dükkân açıp küçük resimler yapıp satmayı düşünüyordum. Oraya giderken mola için Göcek’de girdim ve bir buçuk ay çıkamadım. İnlice’de küçük bir evde benim için anlamı büyük olan resimler yaptım. O sırada da bankacılık kirini üstümden attım çünkü bunun beni kirlettiğini düşündüm. Orada doğa muhteşem ve insanlar da daha gerçek. Her şeyin kontrolünün doğada olduğunu düşünüyorum ve doğayla olmak bir lüks. Bu lüksü rezidansa oturarak elde edemezsiniz.” “Orhan Veli’ye gönül borcu duyuyorum” Akçaoğlu, atölyesinde başka ressamların eserlerini de sergileyeceklerini vurgulayarak, Türkiye’deki sanat piyasasını eleştiriyor. Özellikle 2000’li yıllarla birlikte sanatın yokuş aşağı gittiğini düşünen Akçaoğlu, Türkiye’deki temel sıkıntının belli başlı ressamların sürekli desteklenmesi ancak yeni yeteneklere şans verilmemesi olduğunu belirtiyor. Akçaoğlu şunları söylüyor, “Pek çok sanatçımız var, bunların içinde görkemli resimler, heykeller ya da seramikler yapanlar var ve bir şekilde desteklenmeleri gerekiyor. En azından kamu kuruluşlarının devamlı resim aldıklarını biliyoruz. Bunları hep aynı ressamlardan almaları bence doğru değil. Lisanstan arkadaşlarımın çok az bir kısmı hâlâ sanatla uğraşabiliyor, çoğu başka işler yapıyor. Ben de öyle yaptım ve bu atölyeyi biraz da bunun hıncını almak için açtım. Böylece hem sevdiğim işi yapabiliyor hem de pırıltı gördüğüm insanların resimlerini sergileyerek onlara da yardımcı olmak istiyorum. Atölyenin kapısında İngilizce yazdığımız yazının anlamı, ‘Yaşayan sanatçılardan sanat alın çünkü ölü olanların ihtiyacı yok.’ Bu civarda yaşayan yabancı uyruklu insanların sayısı az değil ve mesela bir İngiliz elçi bizden resim aldı ya da İspanyol bir kadın müşterimiz oldu.” Bir yıla yakın süredir açık olan Akçaoğlu Art’ın şimdiye dek beş sergiye ev sahipliği yaptığını aktaran Akçaoğlu, bunlardan en dikkat çekici olanının on yedi sanatçının eserlerinden oluşan Orhan Veli sergisi olduğunu söylüyor. Akçaoğlu, Orhan Veli’nin kendisi için neden bu kadar önemli olduğunu da şöyle anlatıyor, “Resme yeniden dört elle sarılmamı Orhan Veli’ye borçluyum aslında. 2000’lerin ortalarında Orhan Veli’nin şiirlerini okurken, kenarlarına yaptığım eskizlerle bankacılıktan döndüm ben. Orhan Veli çok ‘resimsel’ bir şairdir. Dinlediğiniz bir şarkı ya da roman da ‘resimsel’ olabilir. Bu da sanatsal olduğunu gösterir. Bir sanatçı olarak Orhan Veli’ye hem beni ruhen doyurduğu hem de ressam olarak yeniden harekete geçmemi sağladığı için minnet duyuyorum. Ona ithafen açtığımız sergi büyük sükse yaptı ve biz de bu durumdan mutluluk duyduk.” “En önemli kriterin özgünlük olduğunu düşünüyorum” Akçaoğlu, sanata dair bilgi edinmenin ve çocuk özleminin kendisini motive eden etkenlerden olduğunu belirterek, bir çocuğa duyabileceği sevgiyi resimlerine aktardığını ifade ediyor. Figüratif ve ekspresyonist bir tavır içinden şehri ve sosyal yaşamı konu aldığını dile getiren Akçaoğlu, “urban human style” tarzda resimler yaptığını ve ifadelerin kendisi için çok önemli olduğunu vurguluyor. Akçaoğlu çok sayıda portre yaptığını ve resimlerindeki ifadelerin gücünü de bu alanda çok çalışmaktan aldığını dile getiriyor. Akçaoğlu, “Tüm sanat dallarında olduğu gibi resim için de belli başlı kurallar mevcuttur. Ben bunları öğrenip, bir kısmını esneterek, bir kısmını yok sayarak ya da ters koyarak yapıyorum. Geenelde, sergileri gezerken bir-iki resim dışında insanı etkileyebilecek eserler göremiyorsunuz, demek ki tekdüzelik var. Oysa bir farklılık yakalamadıktan sonra çok da manası kalmıyor” diyor. Akçaoğlu, resimde alaylı ya da akademili olmanın çok önemli olmadığını ancak bir ressamın “çevreye” sahip olmasının çok önemli olduğunu vurguluyor. Akçaoğlu, “Çevreniz yoksa, değil resim satmak, kurs bile veremezsiniz. Van Gogh kısa bir süre içinde binlerce resim yapmış ve ölümünden sonra adına sayısız müze açılmış, çalışma kaleme alınmış bir isim. Sanatçı kafası çağının önünde olduğu için değeri de sonradan anlaşılıyor, Orhan Veli gibi... Ben yeteneğe inanıyorum ama elbette benim dünya görüşüm, ailem, eğitimim gibi pek çok faktör de benim resimlerime etki edecektir. Resimlerim biraz da hayatımda eksik ya da fazla olanların bileşkesi aslında. Resimde en önemli kriterin özgünlük olduğunu düşünüyorum. Bazı resimlerimi, iyi ressamlara benzetiyorlar ama bu duruma sevinsem mi, üzülsem mi bilemiyorum. Mümkün olduğunca özgün olmayı gözetiyorum, özellikle son resimlerimin aldığı eleştirilerden de doğru yolda ilerlediğim sonucuna varıyorum” diye anlatıyor. “İlham meselesine inanmıyorum” İlhama inamadığını kaydeden Akçaoğlu, her alanda olduğu gibi resimde de çalışmanın ne kadar önemli olduğundan dem vuruyor. Akçaoğlu şunları söylüyor, “İlhama inanmıyorum ama bazı günler o öyle bir denk geliyor ki, onun adını koyamıyorum. Büyük bir resmin yüzde altmışını bitirebildiğim bir gün mesela... Ben çalışmaya inanırım. Yarıştığınız çok sayıda insan var ve bunların arasından sıyrılabilmek için çok çalışmanız gerekiyor, ki bunun için de hayatınızı sürdürebilmeniz lazım. Bu, Türkiye’de neredeyse imkânsız, resmin yanında ek iş yapmanız bir zorunluluk...” Akçaoğlu’nun özellikle genç ressamlara tavsiyede bulunuyor; çalışmak ve sanat gündemini takip etmek. Akçaoğlu, “Resme yeteneği olanlar animasyon alanına ya da grafikerliğe de yönelebilirler. Dişlerini sıkmalı, çok çalışmalı ve sanatsal gündemi takip ederek kendilerini geliştirmelerini tavsiye ederim. Bu işi zorlamalılar ama sanatla ilgilenen insanlar biraz da naif oldukları için çok fazla mücadele edemeyebiliyorlar. Özellikle genç arkadaşlar, biraz sert ve dobra olabilmek, bu naifliğin içinde kendilerini zorlamak ve motive etmek durumundalar.” “Ankara’da dejenerasyon az” “Aydınlıkevler çocuğu” olduğunu söyleyen Akçaoğlu, “evim” dediği Ankara’nın, ağırlıklı olarak orta seviyedeki insanlardan, bürokrat ailerden oluştuğunu dile getiriyor. Akçaoğlu, “Ankara çok göç alsa da, mesela Çankaya hâlâ bozulmamıştır. İstanbul’daki hız ve dejenerasyon, Ankara’da az ve bu da orta sınıftan kaynaklanıyor. Çok üste çıktığınızda dejenerasyon başlıyor, Ankara’da bu ihtimal pek yok. Bu nedenle Ankara daima sanatçı yetiştirmeye müsait bir kent... Çok büyük olmadığı için, herkes bir şekilde birbirini tanıyor ve ilişkiler de daha gerçekçi oluyor. İstanbul’da neyin içinde olacağınızı bilemiyorsunuz, orası bana kocaman bir taşra gibi gelir mesela....” Ressam Murat Akçaoğlu, 5 Ekim 2018’de açtıkları kendi resimlerinden oluşan serginin, 25 Ekim’e kadar süreceğini ve 3 Kasım’da da ablası Ressam Zeliha Akçaoğlu’nun kişisel sergisini açacaklarını söylüyor. “Christmas gift” (Noel-yılbaşı hediyesi) olarak, yaptığı küçük boy tabloları “Yılbaşında sanat hediye alın” mottosuyla alıcıyla buluştumayı planlayan Akçaoğlu, önümüzdeki süreçte pek çok yetenekli ressamın eserlerini de Akçaoğlu Art’ta sanatseverlerle buluşturacak. Akçaoğlu Art’da meraklıları için seramik ve resim kursları da veriliyor. Sanatlarından kopamayan ama mecburen başka işlerde çalışmak zorunda kalan iki isim; biri döneminin şair Orhan Veli’si; diğeri günümüzün Orhan Veli’ye göre daha şanslı ressamı Murat Akçaoğlu... Röportajı Orhan Veli dizeleriyle bitirerek, röportaj boyunca adı geçen ustaya da selam vermek yerinde olur. Ne de olsa Orhan Veli resimlerini şiirle yapar bir ressamdır, “İşim gücüm budur benim, Gökyüzünü boyarım her sabah, Hepiniz uykudayken. Uyanır bakarsınız ki mavi” Akçaoğlu Art’ın İnstagram sayfası: https://ink361.com/app/users/ig-5608601678/akcaogluart/photos Facebook sayfası ise https://www.facebook.com/Ak%C3%87ao%C4%9Elu-ART-2006269499630111/