Gazeteciler Cemiyeti tarafından Avrupa Birliği (AB) finansmanı ile yürütülen “Demokrasi için Medya/Medya için Demokrasi” programı (M4D) kapsamında, Basın Evi’nde gerçekleştirilen söyleşinin konuğu eski Anayasa Mahkemesi Başkanı Hukukçu ve Gazeteciler Cemiyeti Onursal üyesi Yekta Güngör Özden oldu. Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Ulu Önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün ölümünün 81. yılı dolayısıyla, Özden “Atatürk” konulu bir söyleşi gerçekleştirdi NAZ AKMAN -  Eski Anayasa Mahkemesi Başkanı Hukukçu ve Gazeteciler Cemiyeti Onursal üyesi Yekta Güngör Özden, Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün ölümünün 81. yılı dolayısıyla, Gazeteciler Cemiyeti Basın Evi’nde düzenlenen söyleşide “Atatürk”ü anlattı. Gazeteciler Cemiyeti tarafından yürütülen ve Avrupa Birliği (AB) tarafından finanse edilen “Demokrasi için Medya/ Medya için Demokrasi” programı (M4D) çerçevesinde, Basın Evi’nde düzenlenen etkinliğin konuşmacısı Özden, Atatürk’ün na’şının Etnografya Müzesi’nden Anıtkabir’e taşınmasına katılan 10 kişiden biri olarak nakil sırasında yaşadıklarını belge ve fotoğraflar eşliğinde paylaştı. [caption id="attachment_169549" align="alignright" width="450"] Bilgin, “Türkiye Cumhuriyeti yaşadıkça Atatürk’ü artan bir özlemle anacağız”[/caption] Bilgin, “Tanıdığım en büyük Atatürkçüyü takdim etmekten onur duyuyorum” Özden’i takdim konusunda Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Nazmi Bilgin, “Yekta Beyi anlatmak tanıtmak uzun bir süre gerektirir. Benim hayatımdaki en büyük referanslarımdan birisi Yekta Bey. Kendisi, Cemiyetimiz için de çok önemlidir. Uzun yıllar gerek Cemiyetimizin gerekse eski cemiyet başkanlarımızın her zaman yanında oldu. Ayrıca kendisi hukuk danışmanlığımızı avukatlığımızı yaptı. Her bulunduğu yerde dik bir duruş sergiledi. Yekta Beyin bize olan katkılarını hiçbir zaman ödeyemeyiz. Bugün 10 Kasım… hiç yüreğimizden çıkarmadığımız Ulu Önderimizi bir kez daha anıyoruz. Türkiye Cumhuriyeti yaşadıkça da Atatürk’ü artan bir özlemle anacağız. Yekta Bey tüm önemli görevlerinin yanı sıra Atatürk’ün na’şının Etnografya Müzesi’nden Anıtkabir’e getirilmesinde Türk gençliği adına törene katılan on öğrenciden birinin, bugün aramızda olması ayrıca bir mutluluk. Anayasa Mahkemesi’nin yedi yıl başkanlığını yürütmüş benim tanıdığım en büyük Atatürkçü Yekta Güngör Özden’i takdim etmekten onur duyuyorum” dedi. Atatürk’ün Türk milleti için yaptığı devrimleri hatırlatan Özden konuşmasına, “Ben dostluğa çok önem veririm ve Türkiye’de hepimizin hiç ölmeyen dostu Mustafa Kemal Atatürk’tür” sözleriyle başladı. Özden, “Atatürk bizim yüreklerimizdeki, beynimizdeki ışık ve ateştir. Onun Türkiye için değerini yalnız biz değil, dünya ulusları da bilmektedir. Nitekim dünyanın 56 ülkesinde heykeli ve büstünün olması bunun kanıtıdır” dedi. “Milyonlara, Cumhuriyet dolu bir yaşam” Atatürk’ün, Cumhuriyetin ilanına giden yolda karşılaştıklarını tarihsel perspektifle anlatan Özden, şöyle konuştu: “Atatürk’ün yıldırım orduları komutanlığından istifa edip Adana üzerinden 1919’da Ankara’ya gelişi var. Atatürk, Adana’da Valisi Nazım Bey’in misafiri. Yemekte Atatürk, Türkiye’nin kurtuluşunun yeni bir düzende ve yeni bir yapıda olduğu görüşünü açıklayınca Vali Nazım Bey ‘Paşam daha ne istiyorsunuz? Padişahımız başımızda, sadrazam hazretleri çalışıyor. Bundan iyi memleket mi olur?’ der, Atatürk “Hayır, Türk milletinin kurtuluşu Cumhuriyet’tir’ der. 1919’da Atatürk’ün Samsun’dan başlattığı yürüyüşü, hepimizin bildiği Amasya Genelgesi’yle ‘Bu ülkenin istiklalini yine bu ülkenin azim ve kararlılığı kurtaracaktır’ açıklaması öyle gösteriyor ki, Mustafa Kemal zihninde, küçüklüğünden beri yetiştirdiği, yerleştirdiği düşünceleri uygulamaya koymak kararını almıştır. Erzurum Kongresi, Sivas Kongresi sonra gelip herkesin padişah ve halifenin peşinden gitmekle çırpındığı bir ortamda, Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni açması yalnızca siyasal tarihimizde değil, kurtuluş tarihinde de çok büyük bir aşamadır. Gençliğinden beri Türkiye’nin, Türklerin kurtuluşunun yönetim sisteminin değişmesinde olduğunu bilen ve bunu uygulamaya döken bir insan. Hepiniz biliyorsunuz Atatürk’ün başlattığı ulusal Kurtuluş Savaşı’nda Sakarya’daki 22 gün 22 gecelik savaştan sonra aldığı general rütbesi. Çanakkale Savaşlarından sonra Enver Paşa tarafından madalyayla onurlandırılmıştır. Onun ilk generalliği budur. Fakat Sakarya Savaşı’ndan sonra arada tümgenerallik, orgenerallik olmadan doğrudan doğruya mareşal ve gazi unvanını aldı. Bu Mustafa Kemal’in hayatında başka hiçbir ülkede örneği görülmeyen bir yükselişin anısıdır. Savaşı kazandıktan sonra Refet Paşa ve arkadaşları Atatürk’ün girişimlerinden kuşkulandılar. ‘Sen cumhuriyeti ilan etmeyi mi düşünüyorsun?’ dediler. Atatürk, sigara paketinin üzerine yazdı, ‘Her şey günü gelince belli olur.’ Nitekim hepinizin bildiği gibi 28 Ekim’i 29 Ekim’e bağlayan gece İsmet İnönü ile yaptıkları Çankaya toplantısında ‘Yarın Cumhuriyeti ilan edeceğiz’ dedi. 1923’te Cumhuriyet’in ilanından sonra ülkenin yoksunluklar içinde çırpındığı bir dönemde dışardan bir kuruş borç almadan, üstelik Lozan Antlaşması’nda üstlenilen Osmanlı borçlarını ödeyerek ölümüne kadar Türkiye’yi taşıdı. “Benim için en büyük övünç kaynağı Mustafa Kemal’in çocuğu olmaktır” Bir ülkenin kurtuluşu, o ülkenin yeniden yapılandırılması yalnızca siyasal yönden değil, ekonomik ve toplumsal yönden çok önemli izlencelerin gerçekleştirilmesi demektir. Hiç yoktan bu topraklarda bir devlet kuruyorsunuz. O devleti dış dünyanın en saygın devleti sayacak düzeye getiriyorsunuz. Ondan sonra da yetişmiyor tüm yurttaşlarını aynı ilkelerde aynı özlemlerde birleştirip aynı idealde koşturmanın bayraktarlığını yapıyorsunuz. Bunlar bir insanın ömrüne sığacak başarılar değil. Gençliğe yaptığı katkılara, önderliğine bakın. Üniversitede öğrenciler arasındaki duruşu, sohbet edişi, manevi kızı Ülkü’yle tahtaya yazılar yazışı, onu eğitmesi, bunlar çok önemli olgular. Ben Sabiha Gökçen’in de avukatlığını yaptım. Ülkü’yü de yakından tanıdım. Bugün de söylüyorum benim için en büyük övünç kaynağı Mustafa Kemal’in çocuğu olmaktır. Ve bana göre o, Türkiye’mizin de batmayan güneşidir.” “Öldükten 15 yıl sonra bile yüzü hiç bozulmamıştı” Atatürk’ün defin işlemine katılan 10 öğrenciden hayattaki tek isim olan Özden, 10 Kasım 1953’deki nakil sırasında yaşadıklarını, belge ve fotoğraflar eşliğinde anlattı. Özden, “Bugün özellikle üzerinde durmak istediğim nokta, Etnografya Müzesi’nden Anıtkabir’e naklini yaptığımız 1953 yılı. Etnografya Müzesi’nde tabut açıldı, içinden çelik tabut çıkarıldı, çelik testere ile kesilerek, tabut açıldı. O sırada Atatürk’ün yüzünü gördüm. Öldükten 15 yıl sonra bile yüzü hiç bozulmamıştı. Gözlerini her an açacakmış gibi… O güzel yüzü sanki bir gece önce yeni tıraş olmuş gibi öylece sakindi” dedi. “Beyaz kefen içine sarılmış Atatürk’ü gördük” Özden devamla, “Yıl 1953. Ben Türkiye Milli Talebe Federasyonu Yayın komisyonu başkanıyım. 29 Ekim’de Dışkapı’da Ziraat fakültesinin önündeki heykelin açılışını bana yönettirdiler. Açılışı yaptık. Daha sonra Başbakanlıktan Dışişleri Bakanlığı’nın kanalıyla bir davet aldık. Atatürk’ün tabutunun geçici kabirden çıkartılmasıyla Anıtkabir’e definde gençliği temsilen benim adımı verdiklerini söylediler. O yıllarda soğuk hava deposu bulunmadığı için Atatürk’ün na’şını korumak amacıyla Etnografya Müzesi’nin sekiz metre altındaki derinliğe gömmüşlerdi. Kolumda görevli olduğumu belirten kırmızı kurdele vardı. Etnografya Müzesi’nin mermerinin kırılıp vinçin tabutu çıkarmak üzere aşağı indiği anı gördüm. Müzenin ortasını dört köşeden kestiler, mermeri kaldırdılar. Vinç aşağı indi. Tabut yavaş yavaş çıkarıldı. İki tarafında sapsarı dörder halka vardı. Bu halkalar onca yıl geçmesine rağmen sanki hiç etkilenmemişti, pırıl pırıldı. O tabutun İtalyan kiraz ya da ıhlamur ağacından yapıldığı söyleniyordu. Küflenmişti. Çıkarır çıkmaz bayrak çözüldü. Tabutu sola çektiler. Kız Teknik Öğretmen Okulu öğrencileri tabutu temizlemeye başladılar. Bayrağı kaldırdılar, yeni bir bayrak getirdiler. Tabut açıldı. İçinden pırıl pırıl parlayan gümüş bir tabut çıktı. O tabutu da aldılar ve üçte birini kestiler. Beyaz kefen içine sarılmış Atatürk’ü gördük. İsviçre’de eğitim görmüş dr. Kamile Hanım, Atatürk’ün yüzünü açtı ben de yaklaştım. Gözlerini sıkı sıkı kapatmamıştı sanki her an açacakmış gibi yarım aralıktı. O güzel yüzü sanki bir gece önce tıraş olmuş gibi öylece sakindi. Yanlış hatırlamıyorsam sol kaşı sanki düşmüş gibiydi. Atatürk’ün cesedinde hiçbir bozulma yokmuş, öylece kapatıp yeni bir çelik tabuta koydular. “Toprağa verdikten sonra anladım ki ‘Atatürk artık gelmeyecek” Etnografya Müzesi’nden önde top arabası, bandonun sesi ve ardında bizler yürüyüşe başladık. O sırada camlardaki insanların hıçkırık sesleri ve askerlerin ayak sesleri dışında hiçbir ses duyulmuyordu. Dikkat ettim İnönü ve yanındaki heyetten de hiç kimse konuşmuyordu, sanki dondurulmuşlar gibi düzgün adımlarla Anıtkabir merdivenlerine geldik. Top arabasından tabut indirildi, Tabut önce Anıtkabir’in önündeki bölüme yerleştirildi. O sırada Cumhurbaşkanı Celal Bayar çok güzel bir konuşma yaptı ve ‘Seni sevmek milli ibadettir’ dedi. Anıtkabir’de Aslanlı Yol’un başında naaş askerlerin omuzlarına alındı ve mozole binası önündeki katafalka konuldu. Buradan tabut mozoleden mezar odasına indirildi. Bu odada Cumhurbaşkanı Bayar, Meclis Başkanı Refik Koraltan, Başbakan Adnan Menderes, İçişleri Bakanı Namık Gedik, Ankara Valisi Kemal Aygün, Atatürk’ün Amerika’dan bu tören için gelen son genel sekreteri Hasan Rıza Soyak, Atatürk’ün manevi evladı Abdurrahim Tuncak, Genelkurmay Başkanı Nuri Yamut, Atatürk’ün kardeşi Makbule Atadan ve ben vardım. Bazı askerlerle birlikte toplam 10 kişiydik. Burada, tabut çelik bir vinç yardımıyla mezar bölümüne indirildi. Ellerimizle toprak attık. Öğrencilerin enjektörle alınmış kanlarını toprağa döktük. Selanik’ten Kıbrıs’tan ve Türkiye’nin dört bir yanından getirilen topraklar serpildi. Makbule Hanım gömülme merasiminde hıçkırıklara boğuldu, yanına giderek koluna girdim. Yurttaki odama gidip yatağa gömüldüm ve ağlamaya başladım. Ben o saate kadar ‘Atatürk ölmedi, gelecek’ sıcaklığıyla doluydum ancak o gün toprağa verdikten sonra anladım ki ‘Atatürk artık gelmeyecek’. O büyük yoksunluk, o büyük uzaklık, o büyük acı beni gözyaşlarına boğdu. Atatürk böylece bugünde olduğu gibi beynimize yüreğimize gömdük.” Özden devamla, “Bana verilen görev kapsamında ilk olarak Etnografya Müzesi’nde saygı nöbetinde bulunacak 100 kız ve 100 erkek öğrencileri belirledim. Saat akşam 18’i 17 geçe nöbetimiz başladı. Dört arkadaşımızı alıp Anıtkabir’e gelip yerleştiriyorum, nöbeti bitenleri götürüyorum. Oradaki nikah salonunda sabahladık. 5 Kasım’da sabah 10’da generale nöbeti teslim ettim” dedi.
Editör: TE Bilisim