Gazeteciler Cemiyeti tarafından Avrupa Birliği finansmanıyla yürütülen Demokrasi için Medya / Medya için Demokrasi (M4D) Projesi kapsamında “Kent Mücadelesinde Basının Rolü” başlıklı online söyleşi düzenlendi. M4D Projesi Ulusal Komite Üyesi ve kıdemli gazeteci Sedat Bozkurt’un moderasyonunu üstlendiği etkinlikte, Mimarlar Odası Ankara Şubesi Yönetim Kurulu Başkanı Tezcan Karakuş Candan konuşmacı oldu. Karakuş, kent mücadelesinde basının rolünü tartışmaya açtı
SULTAN YAVUZ/ANKARA - Gazeteciler Cemiyeti tarafından Avrupa Birliği finansmanıyla yürütülen Demokrasi için Medya / Medya için Demokrasi (M4D) Projesi kapsamındaki online söyleşilerin bu haftaki konuğu Mimarlar Odası Ankara Şubesi Yönetim Kurulu Başkanı Tezcan Karakuş Candan oldu. “Kent Mücadelesinde Basının Rolü” başlıklı söyleşinin moderatörlüğünü ise M4D Projesi Ulusal Komite Üyesi ve kıdemli gazeteci Sedat Bozkurt üstlendi. [caption id="attachment_194259" align="alignright" width="318"] M4D Proje Direktörü Yusuf Kanlı[/caption] Söyleşi öncesi açılış konuşması yapan M4D Proje Direktörü Yusuf Kanlı, etkinlik içeriğinin gazeteciler için faydalı olacağını umduğunu belirterek, Gazeteciler Cemiyeti olarak basın ve ifade özgürlüğü konusunda, “basının nefes almakta güçlük çektiği” koşullarda yıllardır çalışma yaptıklarını söyledi. M4D Projesinin de bunun bir sonucu olduğunu kaydeden Kanlı, şimdiye değin Basın Evi’nde pek çok atölye ve söyleşi gerçekleştirdiklerini, pandemi nedeniyle online ortama taşıdıkları etkinliklerin daha etkin olması için çabaladıklarını dile getirdi. Söyleşinin konuşmacısı Tezcan Karakuş Candan, konuşmasına kentin tanımını yaparak başladı. Candan, kentin korunması gereken ve yaşayan bir organizma olduğunu belirterek, aynı zamanda kentin bir karşılaşma ve uzlaşma alanı olduğunu, ancak kentsel dönüşümlerle ve yeni kent politikalarıyla kentin aynı zamanda bir çatışma alanı da olduğunun altını çizdi. “Kent için özünde paylaşım alanı, sınıfsal kökeninden bağımsız olarak herkesin karşılaşmasına olanak sağlayan uzlaşma ve karşılaşma alanı diyebiliriz. Son dönemlerde ise neoliberal politikalarla meydanlarını kaybettiğimiz, onun kaybıyla da demokrasiyi kaybettiğimiz, mekansal ayrışmanın söz konusu olduğu bir hâle dönüştü” dedi. Candan, neoliberal anlayışla birlikte özel okulların mahalle okullarının yerini aldığını ve farklı sosyal ve ekonomik sınıflardan çocukların bir araya gelemediğini belirterek, aynı zamanda halkın çok kültürlülüğü de bu süreçte kaybettiğini dile getirdi. Kentin aynı zamanda öğretilen ve öğrenilen bir üniversite olduğuna dikkat çeken Candan, “Parkından, anıtına, otobüs durağından meydanına kadar bir kültürden bahsediyoruz. Ankara çok özgün bir şehir, Cumhuriyet’in ilk kurulduğu yıllarda o ideolojinin şekillendiği bir kent. Ayrıca İkinci Dünya Savaşı’nda kaçan Alman mimar ve mühendislere bir dehanın kucak açmasıyla, onların da katkısıyla şekillenen bir kent Ankara” dedi. “Mekân politiktir” “Mekân politiktir” diyen Candan, ideolojk düşüncenin mahalle kültürüne, binalara, alanlara her yere yansıdığını ve 1980’li yıllardan sonra neoliberalizmle birlikte kentlerin rant anlayışına kurban gittiğini, 2002 yılından sonra da sürecin hızlandığını ve kentsel mekân ayrışmalarının yoğunlaştığını söyledi. Türkiye’nin yüzde 93 kentleşme oranına sahip olduğunu ifade eden Candan şöyle konuştu: “Aslında bu yaratılan kitle kentte yaşayan ama kentli olma bilincine erişememiş ve iktidara bağımlı bir yapıda görünüm oluşturuyor. Kentlilik kültüründe yer alan hak arama gibi kriterlere sahip değil. Neoliberalizm zaten ihtimaller üzerinden şekilleniyor. Yüzde 30’luk kesim hep o ihtimalleri seviyor, mesela alım gücü yok ama AVM’ye gidiyor ve o pahalı saati alabilme ihtimalini seviyor. Doktorların, mimarların, avukatların, mühendislerin ve gazetecilerin tasfiye edildiği, cezalandırıldığı bir süreçte aslında Cumhuriyet’in entelektüel kesimleri tasfiye ediliyor, yerine de kolay idare edebilecekleri, cehaletin olumsuz karşılanmadığı bir grup koyuluyor. Tüm bunlardan kent etkileniyor. Kent bir kültür sorunu, ancak daha temel ihtiyaçlarını bile gideremeyen bir kesimden kent adına estetik talebi bekleyemeyiz. Mesela kent ve mimari dersi ilköğretim müfredatına konulmalı ama sadece parça parça yer alıyor. Biz uluslararası mimarlar örgütleriyle birlikte çocuklarla kent ve mimariyi buluşturuyoruz. Diğer ülkelerde bu dersler var ama Latin ülkelerinde ve bizde yok. Bunun yanında, biz bu talebi MEB’e götürdüğümüzde desteklemeleri de olumlu bir şey elbette…” [caption id="attachment_194258" align="alignright" width="370"] M4D Proje Koordinatör Yardımcısı Seva Ülman[/caption] Basın da bilinçsiz Ana akım medyada kentsel mücadelenin yer almadığını belirten Candan, bazı gazetecilerin cezaevinde olduğunu, görece bağımsız olan online yayın sitelerindeki gazetecilerin ise kentsel süreçleri takip ettiklerini belirterek, basının kent konusundaki genel tavrını ise Saraçoğlu Mahallesi üzerinden şöyle ifade etti: “Mesela Saraçoğlu, Cumhuriyet’in ilk toplu konut mahallesi ve kentin tam merkezinde yer alıyor. Orada bürokratlar da, sanatçılar da, Başbakan da oturdu ve yönetenler ile yönetilenlerin karşılaşmasına olanak tanıyan nadir bir örnekti. Cumhuriyet ideolojisini yansıtan, dönemin belleğini taşıyan, kapı kulbuyla, okuldaki kuyruklu piyanosuyla, yaşayanlarıyla bir tarihti ve gelecek kuşaklara bu bilgi aktırılamayacak. Basın, Saraçoğlu’nun eski, köhne hâlindense, dışının boyanmasını, bakım yapılıyormuş gibi görerek sessiz kalıyor. Devlet bakıyor diye düşünüyor. Herkes suskun. Basın da, toplum da, kamuoyu da kent ve mimari konusunda eğitimli olmadıkları için suskunlar. Saraçoğlu 70 yıllık bir tarih, eğer kent merkezinden yok olursa, saat 20.00’den sonra hayat biter. Siz ya eğlence mekânları ya da yaşam alanlarıyla merkezi canlı tutarsınız. Şimdi parası olan oradan dükkân kiralayacak, belki yukarıdaki bölüm otel olacak ve oraya da sadece maddi durumu iyi olanlar gidebilecek. Halktan koparılacak yani… Saraçoğlu’nu yerel yönetimler alabilir, hatta yöneticiler yine orada oturabilir. Saraçoğlu demokrasinin en önemli noktası, artık yönetenle yönetilenler karşılaşamıyor. Saraçoğlu kaybedilirse, Ulus da, Karadeniz yayları da Topkapı da kaybedilir. İstanbul gibi ‘Ya İstanbul ya kanal’ denilebilecek mi Ankara’da da? Biz Mimarlar Derneği olarak sesimizi duyuruyoruz. Mücadele etmeye devam ediyoruz ama devlet sırayla tüm doğa ve kültür varlıklarını ranta çevirebilir. Saraçoğlu bize bunu gösterecek.” “İnsanlar 8 saat sömürü ile çalışmak yerine 4 saatte de aynı işi yapabileceklerini gördüler” İktidarın herşeyi dönüştürdüğüne dikkat çeken Candan, Cumhuriyet’in mirasını, parkları, binaları değiştirdiklerini ifade ederek, “Eskiden mesela Köşk’e çıkılırdı. Bu bir bellekti, gazeteciler de iyi bilirler. Ama Eskişehir Yolu’na taşınan protokol ile artık halk, yöneticileri göremiyor ve bugün Orta Anadolu kenti denilen Ankara’nın Ulus, Sıhhıye ve Kızılay’ı bakımsız çünkü protokol burada geçerken özen gösteriliyordu. Millileştirme adı altında herşeyi tektip hâle getirmeye çalışıyorlar ama Anadolu çok kültürlüdür ve bunu her yerde, mimarisinden yaşam şekline kadar görürsünüz. O nedenle de halkın bu duruma çok sıcak baktığını düşünmüyorum. Pandemi süreci de bize gösterdi ki, kentlerin büyük binalara ya da AVM’lere değil, sağlıklı bir şekilde yaşayacak olanaklara ihtiyacı var. Bu süreçle birlikte kendi kendine yeten bir toplum olmaya doğru dönüş başladı ve bu olumlu tarafı. En basitinden insanlar 8 saat sömürü ile çalışmak yerine 4 saatte de aynı işi yapabileceklerini gördüler. Bu bile gelişme...”
Editör: TE Bilisim