Yaşadıkları hak ihlalleri, işten çıkarmalara karşı “Artık yeter” diyen 36 gazeteci, geçtiğimiz 3 Mayıs’ta “Gazeteci Dayanışma Ağı”nı kurdu. Ağın kurulması çalışmalarında yer alan Gazeteci Tuğba Özer, Sarı Basın Kartı’nı devletin değil, gazetecilik örgütlerinden oluşan bir komisyonun vermesi gerektiğinin altını çizdi. Özer, medyadaki sahiplik tekelinin yıkılmasının, tek sesli yayıncılığın ortadan kalkması açısından önemli olduğunu vurguladı

Meltem Suat - Geçtiğimiz 3 Mayıs Dünya Basın Özgürlüğü gününde, “meslek etiği ve gazeteciliğin evrensel değerlerinin giderek ayaklar altına alındığı bir iş ortamına da ayak uydurmaya mecbur bırakıldıklarını” söyleyen bir grup gazeteci, bir çağrı metni yayınlayarak Gazeteci Dayanışma Ağı’nı (GDA) kurduklarını ilan etti. Gazeteciler, işten çıkarmalara, bitmek bilmeyen çalışma saatlerine, mobbinglere, baskı ve sansüre, tutuklamalara, güvencesizliğe, düşük ücretlere, haklarımızın gasp edilmesine karşı “Artık yeter!” demek için bir araya geldi. Çağrı metninde imzası bulunan 36 gazeteciden biri olan Tuğba Özer ile GDA’nın nasıl kurulduğunu ve gazetecilerin sorunlarını konuştuk. Mesleki dayanışmanın önemini vurgulayan Özer, gazetecilerin durumunu, “İki gazeteci yan yana geldiğinde artık haberden çok iş yerinde yaşadıklarını konuşuyor” diyerek özetledi. -GDA nasıl kuruldu? -Gazeteci Dayanışma Ağı (GDA), uzun bir süredir benzer kaygıları taşıyan ve bu kaygılara “Nasıl çözüm bulabiliriz?” diye kafa yoran birkaç gazetecinin bir girişimi aslında. İki gazeteci yan yana geldiğinde artık haberden çok iş yerinde yaşadıklarını konuşuyor. Biz de baktık ki sorunları konuşmak bizi bir yere götürmeyecek, “Neden bir araya gelip, birlikte tartışıp çözüm üretmeyelim ki” dedik. -Ağın amacı ne kimlerden oluşuyor, yayın organları neler? -Ağın temel amacı; başta internet gazetecilerini temel alarak, tüm gazetecileri kapsayan bir dayanışma faaliyeti yürütmek. Bu dayanışma faaliyetine ortak mücadele etmek de dahil. İşten çıkarmalara, bitmek bilmeyen çalışma saatlerine, mobbinglere, baskı ve sansüre, tutuklamalara, güvencesizliğe, düşük ücretlere, haklarımızın gasp edilmesine karşı gazetecilerin birlikte hareket etmesi amacıyla kuruldu GDA. Ağ, farklı mecralarda çalışan çok sayıda gazeteciden oluşuyor. Benzer kaygıları, sorunları yaşayan ve mesleğini hakkıyla yapmaya çalışan tüm gazetecilere açık. Ağımızın, yapımı bitme aşamasında olan bir internet sitesi de bulunuyor. Onun dışında ağırlıklı olarak sosyal medya üzerinden sesimizi duyurmaya çalışıyoruz. Bizi takip etmek ya da ulaşmak isteyenler Twitter, Facebook, Instagram ve YouTube üzerinden ulaşabilirler. -GDA Türkiye’deki basın özgürlüğünün sağlanması için neler yapılması gerektiğini düşünüyor? -Türkiye’deki basın üzerinde ciddi bir iktidar baskısı var. Bunu kimse göz ardı edemez. Çok sayıda gazeteci, her ne kadar inkâr edilse de, gazetecilik yaptığı için cezaevinde. Meslektaşlarımız, haber için gittikleri yerlerde, işlerini yaparken gözaltına alınabiliyorlar. Öncelikle siyasal iktidarın basının üzerinden elini çekmesi gerekiyor. Örneğin bildiğiniz üzere ülkedeki yönetim değişikliğinin ardından Basın Yayın Enformasyon Genel Müdürlüğü da Cumhurbaşkanlığı İletişim Dairesi Başkanlığı’na bağlandı. Artık gazeteciler basın kartı almak istediklerinde buraya başvurmak durumundalar. Yani resmi olarak “Sen gazetecisin” diyen kurum bir siyasi otoritenin elinde. Sarı basın kartını devletin değil, gazetecilik örgütlerinden oluşan bir komisyonun vermesi gerekiyor. Medyadaki sahiplik tekelinin yıkılması da tek sesli yayıncılığın ortadan kalkması açısından önemli. Buradaki ses, elbette sermaye birikiminin ve iktidarın sesi oluyor. Tüm bunların dışında medyadaki emek sömürüsü de basın özgürlüğüne vurulan darbenin bir sacayağı aslında. -Şu anda Türk basının sizce en önemli sorunu nedir? -Türkiye’de basının temel sorunu, elbette basın özgürlüğü. Ama yukarıda da anlatmaya çalıştığım gibi bu yalnızca sansür ya da oto sansürden ibaret bir mesele değil. Medya öylesi bir kıskaç altındaki; hem ekonomik hem politik olarak kuşatılmış durumda. Dolayısıyla böyle bir atmosferde basın özgürlüğünden söz etmek mümkün olmuyor. İktidara yakın gazetelerde ya da ana akımda çalışanlar, istedikleri gibi habercilik yapamıyor çünkü sansür çok büyük. “Oradaki meslektaşlarımız gazetecilik yapmıyor” diyerek yaptıkları işi kesinlikle küçümsemiyorum, yanlış anlaşılmasın. Ama gazetecilik reflekslerinin baskı nedeniyle köreltildiğine şahit oluyoruz. Alternatif ya da muhalif kanallarda çalışanlar ise açlık sınırında mesleği var etmeye çalışıyor. Bunun üstüne bir de hapis ve tazminat cezaları ekleniyor. -Geçtiğimiz 10 yıla baktığınızda Türk basın tarihi açısından kırılma noktası dediğiniz bir olay var mı? -Belki çok bahsedildi ve bir “fenomen” halini aldı ama Gezi’nin birçok şeyde olduğu gibi basın tarihi açısından büyük bir kırılma yarattığını düşünüyorum. Merkez medyaya duyulan güven herhalde hiç bu kadar sarsılmamıştı. Zaten ana akım dediğimiz mecra, 2013’ten sonra öyle bir sarsıldı ki bir daha kendini toplayamadı. İnsanların güveninin bu kurumlara azalması, ana akımdaki ciddi iktidar baskısı ve sermayenin tekel oluşturması buralarda ciddi bir tahribat yarattı. Teknolojinin ilerlemesiyle birlikte de yeni medya kavramı yükseldi ve şu an ana akıma ciddi bir alternatif oluşturmuş durumda. Bu kırılmanın yarattığı nokta şu: İnsanlar kendilerine verilen haberi daha fazla sorgular hale geldi. Ancak tüm bunların yanında bir “post-truth” yani “gerçek-sonrası” dönemden geçtiğimizi ve sosyal medyanın bundaki etkisini de yadsıyamayız. Sosyal medya hesaplarımız: Twitter / Facebook / Instagram: @gazeteciagi Youtube: Gazeteci Dayanışması
Editör: TE Bilisim