Dicle Üniversitesi Ziya Gökalp Eğitim Fakültesi Coğrafya Ana Bilim Dalı’nda Öğretim Üyesi olan Dr. Salman Özüpekçe, Türkiye’nin mevcut su kaynaklarını küresel ısınma ve su politikaları bağlamında 24 Saat gazetesine değerlendirdi. Suyun yaşamın kendisi olduğunu vurgulayan Özüpekçe, Türkiye’de asıl önem verilmesi gerekenin tarımsal sulama olduğuna dikkat çekti. Özüpekçe ile röportajımızın ikinci kısmı…
SULTAN YAVUZ/ANKARA - Dicle Üniversitesi Ziya Gökalp Eğitim Fakültesi Coğrafya Ana Bilim Dalı’nda Öğretim Üyesi olan Dr. Salman Özüpekçe, Türkiye’nin su kaynaklarına ilişkin 24 Saat gazetesinin sorularını yanıtladı. Türkiye’nin mevcut su kaynakları ile su politikalarını değerlendiren Özüpekçe, bütüncül bir tutumla konuya yaklaşılması gerektiğini belirterek, Türkiye’deki suyun durumunu “afet” noktasında değerlendirmek gerektiğini ifade etti. Özüpekçe, suyun yaşamın kendisi olduğunu söyleyerek, Türkiye’de oluşturulacak su politikalarının tarımsal sulama alanında yeni teknolojilerle ilişkilendirilerek, konuya bütüncül ve bilimsel yaklaşmanın elzem olduğunu kaydetti. -Türkiye’nin bir su politikasını nasıl değerlendiriyorsunuz? Özüpekçe: Elbette ilgili bakanlık ve genel müdürlüklerin konuya ilişkin çalışmaları var, projeler yapılıyor ama hükümetlerin yağış miktarını artıracak bir teknolojileri yok elbette… Mevcut su kaynaklarının korunması ve kullanılma biçimi önemli. Medyanın aksine, ben asıl problemin tarımda olduğunu düşünüyorum. Çünkü mevcut kaynakların üçte ikisi tarımda kullanılıyor. Asıl tasarruf noktası tarım olmalıdır; modern sulama yöntemleri gibi yeni teknolojilerden bahsediyorum. Bu benim alanım değil ama temel sıkıntı bence bu noktada başlıyor. Tarımdaki sulamadan tasarruf edilmesi, büyük etki yaratır. Medya ise daha çok İstanbul eksenli, kentli insanın gündemini yansıtıyor, oysa bu resmin küçük bir parçası… Afet olarak tanımlarsak, afet dönemsel değildir. -Pandemiyle birlikte gıda çok konuşuldu ama su konusu o kadar da gündeme alınmadı sanki… Temiz su insan hakkı mıdır? Dünyada özellikle pandemiyle birlikte bu anlamda ne tür önlemler konuşuluyor? Özüpekçe: Temiz su, temiz gıda gibi güzel her şeyi insan hakkı olarak tanımlıyorum. Dünyadaki her insanın temiz suya erişimi olmalı ama ne yazık ki 1 milyar insan bundan mahrum. Türkiye’de insanlar genel olarak temiz suya erişebiliyor ama bu daha iyi olmaması için bir sebep değil. Su, bir insan hakkı olmanın ötesinde yaşamın kendisidir. İnsan vücudu, bitki ve hayvanların kaynağıdır. Doğanın her noktasında suyu görürüz ve eski Yunan filozofları arasında dünyanın ana maddesinin su olarak tanımlanması yaygın… Dünyanın en temiz suyunu içmiyoruz, yerel yönetimler arıtma, mantıklı şekilde depolama, ekosistemin denetlenmesi, ağaçlandırma, bitki varlığı gibi konulara eğilebilir. Barajlar uzun vadede çözüm değil, Türkiye’de erozyon çok olduğu için o barajları 100 yıl sonra kullanamazsınız çünkü alüvyonlarla dolar. Uzun vade için ekosistemin desteklenmesi, toprak kalitesinin korunması gibi bütüncül bir ele alma tarzı gerekiyor. Su insan hakkı değil, insanın kendisidir. “Özellikle Burdur Gölü’ndeki su seviyesi dramatik şekilde düşük” -Bütüncül yaklaşımın öneminde bahsediyorsunuz. Bu noktada Türkiye’de eğitim ve medya alanlarında su farkındalığı yeterince işleniyor mu? Özüpekçe: Medyanın konu yoğunluğu ve gündem o kadar çabuk değişiyor ki, bu zor görünüyor. Tarımla ilgili sürüdürülebilirlik kavramı var. Sürdürülebilirliğin iki boyutu var; doğadan kaynaklanan ekolojik boyutu ve beşeri… Dünya insanın olmadığı zamanlarda da kuraklaştı, müsebbibi insan değil, şu anda dünyanın buzullar arası dönem olarak soğuyacakken, ısındığı bir dönem. Beşeri faaliyetlerimiz ise mesela atmosfere karışan meta gazı gibi, gökyüzündeki nemin artışını bile etkiliyor. Yani biz olan durumu hızlandırıyoruz ve dünya da buna uyum sağlayamıyor. Batı Akdeniz ve Burdur, Eğridir gölündeki değişimler gibi… Bunun arkasında iklim değişikliği var. Özellikle Burdur’daki su seviyesi dramatik şekilde düşük. Arka planda etkisi tarıma oluyor ve mevcut su kaynakları tükeniyor. Ben hükümetlerin etkili, bilimsel verileri göz önünde bulundurup buna göre bir planma yapılmasını ve doğal alanların korunmasını doğru buluyorum. -Meselenin özü en azından Türkiye’de tarımnsal sulama yani… Özüpekçe: Suyun kalitesi, korunması, bu konudaki yatırımlar tarımla ilgilidir. İlk defa bir oragnizasyon yaratan durum tarımdır neolitik dönemde. Medeniyet su üzerine kurulmuştur ve tarım herşeydir. Pandemide gördük, eve kapanırken herkesin ilk sorduğu, internet ya da elektirik değil, gıda ve su paniği oldu. Türkiye’de ilk dönem makarna konusunu düşünün, hepimiz evimizde bir bölümü makarnaya ayırmıştık. Gerçek bir salgın karşısında tüm insanların düşündüğü, hayatta kalmak için gıda ve sudan geçiyor. “Bu işi politikacılardan önce toplum yönlendirecektir diye düşünüyorum” -Belki 10 yıl öncesine kadar çevre ve su konusuna dikkat çeken sadece sivil toplum kuruluşlarıydı. Fakat özellikle pandemiyle birlikte ne kadar haklı oldukları ortaya çıktı. Sizce Türkiye’de ve dünyada artık küresel ısınma ve su farkındalığı da politikayı etkileyecek mi? Siyasetçiler söylem üretirken, bunları da dâhil edecek mi? Bu yönde bir gözleminiz oldu mu? Özüpekçe: Evet, ben bu durumu gözlemlemeye başladım. Mesela şu anda ülkeler arası sorunların kaynağı aslında su. Suriye ve Irak sularının yüzde 60’ını yurt dışında karşılıyor ve bana kalırsa, Türkiye’nin yaşadığı güvenlik sorunlarının altında bile su olabilir. Irak’ın su durumu, bu siyaseti oluşturmak içi yeterli. Türkiye’deki her sorun da, politika da bunun içine girer. Toplum sağlığı için yeterli olmasa da, su çalışmaları yapılıyor. Dünyaya bakınca, Ganj nehrindeki suyun azalması nedeniyle, Pakistan ve Hindistan’da 400 milyon insanın göç edeceği öngörülüyor, bu küresel bir sorun. Dünya nüfusunun yüzde 75’i ise orta kuşak ikliminde yer alıyor, dolayısıyla küresel ısınma, su dağılımı geri kalmış bölgelerde kaynak azalmasıyla birlikte savaşlara neden olabilir. Genel olarak bakarsak, sivil toplum örgütleri dünyada demokrasinin ve toplumun haklarının geliştirilmesiyle ilgili kurumlar. Tema gibi, iyi ki varlar. Suyun dağılışı, küresel ve sosyolojik boyutta ele aındığında, kuraklığı mevsimsel bir kavram olarak düşünemeyiz, kışın da yaşayabiliyoruz artık ve dikkat çektiğim gibi, enflasyonla da ilişkilendirmeye çalıştım. Su sadece su değil; yaşam, tarih ve ekonomidir. Suya bu şekilde bakarsak, bu işi politikacılardan önce toplum yönlendirecektir diye düşünüyorum.