Dicle Üniversitesi Ziya Gökalp Eğitim Fakültesi Coğrafya Ana Bilim Dalı’nda Öğretim Üyesi olan Dr. Salman Özüpekçe, Türkiye’nin mevcut su kaynaklarını küresel ısınma ve su politikaları bağlamında 24 Saat gazetesine değerlendirdi. Suyun ihtiyaç ve haktan öte, yaşamın kendisi olduğunu vurgulayan Özüpekçe ile röportajımızın birinci kısmı…

SULTAN YAVUZ/ANKARA - Dicle Üniversitesi Ziya Gökalp Eğitim Fakültesi Coğrafya Ana Bilim Dalı’nda Öğretim Üyesi olan Dr. Salman Özüpekçe, Türkiye’nin su kaynaklarına ilişkin 24 Saat gazetesinin sorularını yanıtladı. Özellikle son yıllarda daha çok gündeme gelen su kaynakları ve Türkiye’nin mevcut durumu ile olası senaryoları değerlendiren Özüpekçe, bütüncül bir tutumla konuya yaklaşılması gerektiğini belirterek, su açısından Türkiye’nin fakir olmasa da, zengin de sayılmadığını söyledi. Özellikle Batı Akdeniz ve Güneydoğu bölgesindeki kuraklık konularını makalelerine taşıyan Özüpekçe, lisans, yüksek lisans ve doktora eğitimini İzmir 9 Eylül Üniversitesi’nde beşeri coğrafya alanlarında tamamladı. Ana branşının beşeri coğrafya olmasına rağmen, giderek fiziki coğrafya alanında çalışmaya yönelen Özüpekçe, su konusunun akademik anlamda “popüler hâle” geldiğini ve hem yurt içinde hem de yurt dışında bu alana ilişkin pek çok ciddi çalışmanın yapıldığını söyledi. -Türkiye’nin mevcut su kaynakları tablosu hakkında neler söylersiniz? Dünya sıralamasında, tıpkı yeşil alan gibi su konusunda da listenin alt kısmında yer aldığımız görülüyor. Sizin makalelerinizden de yola çıkarsak, mesela Güneydoğu Anadolu, kuraklık tehdidiyle karşı karşıya diyebilir miyiz? [caption id="attachment_206492" align="alignleft" width="297"] Dicle Üniversitesi Ziya Gökalp Eğitim Fakültesi Coğrafya Ana Bilim Dalı’nda Öğretim Üyesi Dr. Salman Özüpekçe[/caption] Salman Özüpekçe: Türkiye su zengini bir ülke değil. Ege, Batı Akdeniz ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde bazı sıkıntıların olduğunu söyleyebiliriz. Özellikle meteorolojik kuraklık konusunda çok sayıda araştırma var. Bizim küresel hidrolojik su döngümüz var ama sınırlı, ucu ucuna, kendine yeter cinsten. Su kaynakları açısından çok fakir değiliz ama ülkenin yüzde 60’ı çeşitli dereceden kurak diyebileceğimiz alanlarla sınırlı. Yüzde 6 yarı kurak, yüzde 25 nemli, yarı nemli bölgelere ayrılıyor. Önemli bölümü, ortadan şiddetliye doğru değişen yıllık su açığı yaşıyor. Bu çölleşme açık hidroklimatolojik koşullarla gelen bir durum. Su konusunda dünya ortalamasının yüzde 18’ine denk geliyor diyebiliriz ama Batı Avrupa’nın yüzde 27’sine denk geliyor. Türkiye’de iki bölüme, hidroelektirik su iklimi ve hidrolojik potansiyel olarak ayırabiliriz. Genelde karaların batısında egemen olan Akdeniz ikliminde, bu mevsimsel olarak hidrolojik döngüler yaratıyor, çalışmalarımdan birinde Batı Akdeniz’i incelemiştim. Akdeniz kaynaklı cephesel depresyonlar ya da muson alçak basıncı, ortalara doğru oluşan bir alçak basınç alanının mevsimsel etkilerine tabi. Yani, Anamur’da etkili hidroklimatolojik alan, fiziki coğrafyamızın da zenginliği ile birleşince ortaya çıkan bir durum söz konusu. Türkiye’nin bu konuda yüksek riskli olduğu ortaya çıkıyor. -Bölgeler üzerinden gidersek, neler söyleyebilirsiniz? Özüpekçe: Öncelikle, Türkiye’nin kuraklık ve su durumuna ilişkin yurt dışında da çokça çalışma yapıldığını söylemeliyim. Doğu Anadolu’nun batısı, Doğu Akdeniz’in bir kısmı yarı kurak; Doğu Marmara, Doğu Karadeniz nemli, Ege, Akdeniz, Doğu Akdeniz, Kuzey Doğu ise yarı kurak, nemli. Bu da toplam yüzde 60 ediyor. İstatiksel olarak Türkiye’de kullanılabilir toplam su miktarı 112 milyar metreküpe eşit. Türkiye nüfusunun toplam 83 milyon olduğunu düşünürsek, bu tutarın çoğu aslında tarım alanında kullanılıyor. Kalkınma Bakanlığı ve Devlet Su İşleri istatistiklerinde, kişi başı toplam 1350 metreküp su düştüğü görülüyor. Bu ise dünya oratalmasının yüzde 18’ine tekabül ediyor. Dünya ortalaması, kişi başına 7500-8000 metreküp arasında… “Su kaynakları afet coğrafyası kapsamında değerlendirilmelidir” -Türkiye’yi gelecekte nasıl bir senaryo bekliyor? Özüpekçe: Bu kuraklığa bağlı olarak su kaynakları afet coğrafyası kapsamında değerlendirilmelidir. Hastalıklarla kıyaslarsak, sinsi ilerlediğini söyleyebiliriz. Dünya ve Türkiye’de kuraklık sadece dönemsel, mevsimsel, tarımda dönemsel değil. Yani barajların doluluk oranıyla ya da tarım potansiyelini düşürmesiyle sınırlı değil, uzun vadede Türkiye özelinde, Türkiye’nin endüstriyel ve tarımsal su kullanımı, hidrolojijk enerji ve çevresel, ekolojik bakımdan değerlendirilmeli. Yer altı nemi, yer üstü su hazneleri, akarsular, göller hepsi gerekli. 2019 yılındaki araştırmalarda, mevsimsel kuraklık yaşandığını hatta geçen haftalara kadar ciddi kuraklık yaşandığını gördük. ABD’de bu konuda ciddi araştırmalar var ki NASA da bunlar arasında yer alıyor. Söz konusu kuraklığın yarattığı ekonomik hasar incelenmiş ve 6 ila 8 milyar dolar gibi rakamlara ulaşılmış. Kuraklık sadece sular azaldı, barajlar yarıya indi sorunu değil, aynı zamanda çok ciddi bütçeyi bulan ekonomiyi içerir. California Üniversitesi’nde bir araştırmacı bu kuraklığın kısa vadeli etkisi ile gıda fiyatlarına etkisinin 50 yıl süreceğini açıkladı. Güneydoğu ve Akdeniz bölgesindeki gıda üretimi de dönemsel olarak ciddi şekilde etkileniyor. Örneğin Güneydoğu bölgesinin yaklaşık yüzde 80’lik kısmı, iklim değişikliğine bağlı olarak çölleşme riskiyele karşı karşıya… Pamuk verimi 2006 ve 2008 yıllarında düşmüştü. Buğday verimi yüzde 14, arpa yüzde 24 oranında düştü. Söylediğim gibi, konu sadece İstanbul’un baraj doluluk oranıyla sınırlı değil, gıda fiyatı enflasyon oranından, kuraklık analizinde su kaynaklarına kadar geniş bir etki alanı var. Türkiye’de ortalama hava sıcaklığının 3 ila 7 derece artabileceği öngörülüyor. 6 derece adlı araştırma kitabında Mark Lynas, dünya genelinde 6 derece artış senaryosu ele alınıyor, ve bu kaynaktada belirtildiği üzere dünya ortalaması şu an 15 derece ve 21 dereceye çıkması demek, sadece tarımı değil, canlı yaşamını küresel boyutta tehdit eder. Ekolojik dengeler insan gibi hızlı uyum sağlayamaz ve bu nedenle canlı türlerinin birçoğunun ortadan kalkabileceği söyleniyor. “Temiz su kaynaklarına erişememe nedeniyle milyonlarca insanın göç edeceği öngörülüyor” -1990’lı yılların başında, -kendimden yola çıkıyorum- coğrafya derslerinde Türkiye’nin zengin su kaynakları olduğu anlatılırdı. Türkiye hep mi bu çizdiğiniz tabloya sahipti yoksa zamanla mı böyle oldu? Küresel iklim değişikliği ile kuraklık meselesi paralel gidiyor olmalı? Özüpekçe: Dünya su varlığı listesinde Türkiye fakir değil ama riskli bölgede… Bakın, 20. yüzyılda nüfus dünyada 3 kat arttı ama su kullanımı 3 değil, 6 kat arttı. İnsanlık 3 kat artarken, dünya nüfusuna mükabil ekonomik olarak tüketim alışkanlıkları değişti. Eskiye göre daha fazla tüketiyoruz ve üretim de su ile yapılıyor. Su, dünyada eşit de dağılmadı, 1 milyar insan temiz su kaynaklarına ulaşamıyor. Birleşmiş Milletler’in 1000 Yıl Kalkınma Bildirisi’nde, güvenli içme suyuna sahip olmayan nüfustan bahsedildi, Japonya’da ise Su Konseyi yapıldı, ki bu toplantılar üç kere gerçekleşti. Dünyanın su sorunu, sivil toplum kuruluşlarının da çözüm aradığı küresel bir durum. Peki, gelişmiş ülkeler neden bu konuyu bu denli önemsiyor? Çünkü temiz su kaynaklarına erişememe nedeniyle milyonlarca insanın göç edeceği öngörülüyor. Göç ve savaş riskleri gündeme geliyor. 3. Dünya Su Forumu’nda pek çok tartışma yapıldı ve biri de, mesela barajlara eleştiri getirilmesi…. Barajların belli bölgelerde ekonomik ve sosyal adaletsizliği arttırdığını düşünenler de var. Dünyadaki su küresi olan hidrosferin yüzde 97’si, okyanuslar ve denizlerle şu an için kullanım dışı… Kalan yüzde 2’si, buzullar, kara üstü suları, göller, ki buzullar doğrudan kullanılamıyor. Elimizde kaldı yağışla gelen tatlı su, dolayısıyla aslında su kaynağını konuşurken biz sadece yüzde 1’lik oranı konuşmuş oluyoruz. Son bir yüzyılda dünya 1 dereceye yakın ısındı, bu mevsimsel ısınma değil ve suyun küresel dağılımını etkiliyor. Biz Doğu Akdeniz bölgesindeyiz ve mevsimsel yağışa bağlıyız, iklim değişikliği işte bunu etkiliyor. -Son yıllarda yaşadığımız ılık kışlar küresel ısınmadan mı kaynaklanıyor? Özüpekçe: Küresel ısınmaya dayalı durumlar var ancak bazen kavramlar iç içe geçebiliyor. İklim kayması var, orta kuşağı etkilemesi çok önemli… Norveç ve İngiltere gibi kuzey ülkeleri, küresel ısınmada daha rahat çünkü hava ısınınca, tarım ve bitki türü çeşitlilikleri de artabilir. Kanada’nın tunduraları hayvancılığa uygun hâle gelebilir. Yani dünyanın hangi bölgesinde yaşıyorsanız, ona göre etkisi değişir ama bizim bulunduğumuz bölge, bunu bir afet olarak karşılıyor. Zaten kuraklık kavramı su kaynakları kavramıyla eşitlenebilir. Kuraklık, nem açığıdır…
Editör: TE Bilisim