Pandemide yitirdiğimiz canlarıyla, ekonomik sıkıntıları, depremleri, kuraklıkları, felaketleri ve kuraklığıyla, berbat bir yıl olan 2020’nin ardından, 2021’e Covid 19 aşısının bulunması umuduyla girdik derken, Amerika Birleşik Devletleri’nden gelen haber ve görüntüler dünya gündemini alt üst etti. ABD başkanlık seçimi yarışında, kabine üyelerinin onaylanmasından, yargıçların atanmasına kadar kritik öneme sahip kongrenin üst kanadı senatoda dengelerin seçimin galibe Joe Biden ve demokratlar lehine değişeceğini anlayan Donald Trump, taraftarlarına yaptığı çağrıyla, kanlı Amerikan Kongresi baskına neden oldu. Seçimin galibi, Trump’ın halefi Joe Biden, “baskını gerçekleştiren Trump taraftarı beyazlar değil de siyahiler olsaydı olayların boyutu çok daha vahim olurdu” yorumunu yaptı. Aslında yıllardır özellikle de bölgemizdeki ülkelere çeşitli manipülasyonlar ve CIA’nın kirli oyunlar ve “Arap Baharı” benzeri nitelemelerle “demokrasi ve özgürlük” götürdüğünü iddia eden Amerikan demokrasinin simgesi olan Kongre binasında yaşananlar büyük bir ironi gibiydi! Dünyanın dört bir yanına “özgürlük götüren!” ülkenin kongresi, kendi halkı tarafından işgal edildi. İki buçuk asıra yakın tarihinde ilk kez “iç ayaklanmayla” kongresi basılıp dünyaya rezil olan ABD, Trump’ın azlini konuşmaya başladı. Dünya çapında ses getiren olaylar pek çok çevrede, “demokrasiyi askıya almaya yönelik ayaklanma” olarak tanımlanırken, kimilerine göre ise “kastını aşan bir hak aramaydı!” Bazıları kongre baskını karşısında şaşkınlığını gizlemeyip “neler oluyor” derken, önemli bir kesim de “oh olsun, ABD ektiğini biçiyor” yorumları yaptı. “Güçlü Amerika, refah, hak ve özgürlükler” söylemleriyle iktidara gelen Trump, ülkeyi iç savaşın eşiğine getirdi. Yaşanan olayları, ayaklanma-kongre baskını-siyasi liderin galeyanına gelen yandaşların kanlı saldırısı ya da demokrasinin yüzkarası ne derseniz deyin, nasıl tanımlarsanız tanımlayın bu, Amerikan rüyasının, Amerikan başkanlık sisteminin iflasıdır. Bu sisteminin demokrasiyi koruyup, kollayabilecek ideal bir sistem olmadığının kanıtıdır. Güçlü Kongre sistemi ve demokrasiye bağlı köklü kurumlarına rağmen Amerikan demokrasisini bile derinden sarsan bu tür toplumsal olaylar karşısında, başkanlıkla yönetilen kırılgan demokrasilerin ayakta kalması mümkün değildir. İtalya’da Berlusconi, Fransa’da Sarkozy dönemleriyle başlayan, Emmanuel Macron ve ABD’nde Donald Trump dönemiyle devam eden siyasi ahlak ve etikten yoksun, gözlerini iktidar hırsı bürümüş popülist liderlerin, köklü demokrasilerde bile kaotik durumlar yaşatabildiği görüldü. Tüm dünyada hemen herkesin önceliği olan, ekonomik istikrar, iş, aş, eğitim, sağlık, güvenlik gibi başat toplumsal sorunlara çözüm bulamayan bu tür çapsız liderler ve siyasi kadroları, istihdam ve halkın refahına yönelik politikalar yerine, popülist politikalara yönelip tabanlarını galeyana getirecek içi boş sloganlarla safları sıklaştırmayı tercih ediyor. Slogan ve popülist politikalar haliyle karın doyurmayıp saflarda gevşemeler yaşanınca, siyasi liderler otoriter popülizme yöneliyor, iktidarlarını kaybetmemek için, sisteme daha da güçlü biçimde dişini tırnağını geçiriyor. Hal böyle olunca da, seçimle geldikleri halde seçimle gitmeyi sindiremeyen liderler olunca, Amerikan seçimlerindeki anti demokratik tablo ortaya çıkıyor. Bu tür siyasi krizlerin olduğu ülkelerde, toplumda derin travmalar, sosyolojik ayrışmalar yaşanabiliyor. Sonuç olarak bu son olayda, güçler ayrımı, bağımsız yargı ve hukukun üstünlüğü prensiplerine sımsıkı kenetlenmiş demokratik parlamenter sistem ve kurumların, demokrasilerin yaşayabilmesi için vazgeçilmez unsurlar olduğu gerçeği görüldü. Sosyal medya platformu Twitter bile, ABD Başkanı Trump'ın hesabını kalıcı olarak askıya aldı. Irkçı ve dini söylemlerle popülizme sarılıp halkı galeyana getiren liderler, ekonomik refah ne seviyede olursa olsun, er ya da geç ülkelerine kaosa getiriyor. En trajik olan ise, bu tür siyasi hareketlerin liderleri Berlusconi ve Trump örneğinde olduğu gibi en yakınları tarafından terkediliyor. 21’nci yüzyılda iletişim çağıyla birlikte dünya genelinde çoğu siyasi hareket, halka, ülkeye hizmetten ziyade gücü ele geçirip küpünü doldurmaya yönelik oluşumlar şeklinde ortaya çıkmaya başladı. Dünyanın dört bir yanında temiz, ilkeli, donanımlı, son derece kıymetli siyasetçi ve devlet adamlarına rastlamak da mümkün. Zaten demokrasiler bu tür idealistler sayesinde ayakta kalabilmekte. Günümüzde demokrasiyle yönetilen ülkeler için en önemli sorunlardan biri, parlamenter sistem içinde yeminlerine sadık kalarak hür iradeleriyle kamu yararına siyaset yapmaları gerekirken, liderlerin gölgesinde çapsız, çıkarcı figüranlar olarak kalan seçilmişlerdir. Bu nedenle çoğu demokrasilerdeki siyasi kadroların toplumların taleplerinin çok gerisinde kaldığı, bu yüzyıla ayak uyduramadığı daha sıklıkla görülmeye başlandı. 21’nci yüzyılda demokrasilerin gerçek anlamda yeşermesi ve uygulanabilmesinin yolu, güçlü bir parlamenter sistem, bağımsız yargı ve güçler ayrılığı ilkesiyle sıkı denetlenen yönetimler ile demokrasiye bağlı güçlü kurumlardan geçiyor. Tüm bunların yanı sıra, siyasetin meslek olmaktan çıkması için, seçilmişlerin bir “hizmet dönemiyle” sınırlandırılması, siyaset dışındaki, genç-dinamik kadroların siyasete girmesinin önünün açılması, katılımcı demokrasilerin ileriye taşınması için yaşamsaldır. *** SUYUMUZ BİTİYOR! 2020 kuraklığıyla kaydedilen en sıcak yıl olarak kayıtlara geçerken, yağışsız geçen günler önümüzdeki yaz için tehlikenin boyutlarının yaşadığımız virüs salgını kadar tehlikeli olabileceğini gösteriyor. Yurdun dört bir yanında boş kalan barajlar alarm veriyor. Yıllardır süren bilinçsiz, denetimsiz salma ve vahşi sulamayla topraklarımızdaki tuz oranını yükseltip tatlı su ve yeraltı su kaynaklarımızı kuruttuk. Suyumuzun yüzde 75’ini tarımda, dörtte birini de sanayide ve evlerimizde gereksiz tüketimlerle şuursuzca kullanıp durduk, onu yönetmeyi beceremedik. Yağışların azalmasıyla kuraklık geldi çattı, artık bu savurganlığa bir dur demenin zamanıdır. Ülkemiz su zengini değil, bilinçli sulama, dikkatli tüketim ve toplumsal farkındalıkla kapımızdaki bu büyük felaketin üstesinden gelebiliriz. Yağışların daha da azalmasına karşı şimdiden önlem alıp, “körfez emirlikleri gibi deniz suyu arıtımına geçmemiz” gerekebilir. Kıt kaynaklarımızı çılgın projeler yerine, deniz kıyısındaki kentlere denizden su arıtma tesisleri kurulmasına aktararak susuzluğa çözüm bulabiliriz. Aksi takdirde gelecek yıllarda yaşanacak büyük kuraklıklar ülkemizi Pandemi belasından daha fazla hırpalayıp yaşamı felce uğratabilir. Dikkat edelim, önlem alalım, birbirimizi uyaralım, damla sulama tarımını öğrenelim, bilinçlenelim, musluklarımızı kapatalım! Kuraklık büyük bir felaket, su ise gelecek nesillere bırakacağımız en önemli mirasımızdır.