Banka bursuyla Ankara Kolejinde okudu, yine burslu öğrenci olarak Beyrut Amerikan Üniversitesinden mezun oldu, Ziraat Fakültesinden davet aldı, bilimsel çalışmaya yöneldi, ülkemizde Ana arı yetiştiriciliği ve İpekböcekçiliğinde ilk akademik çalışmalar yapan bilim adamı oldu, Prof. Dr. A. Çetin Fıratlı ile Zaman Tüneline giriyoruz.

Erzincan’ın İliç ilçesinde terzi Turan Bey, Şadiye hanımla yaşamını birleştirmiştir, ilk çocukları Prof. Dr. A. Çetin Fıratlı da 1947 yılında İliç’te dünyaya gelir. Turan Bey daha sonra memuriyete geçer, Ziraat Bankasında Takip Memuru olur, ilk görev yeri olarak Konya’nın Hadim ilçesine atanır.

Henüz ilkokul çağlarında olan Fıratlı o günleri şöyle anlatıyor:

"İlkokul ikinci sınıfta Hadim’e gittim, buradan sonra da Çankırı Şabanözü’ne geldiğimizde ilkokul bitmişti. Babamın memuriyete geçmesi, işini Ankara’ya doğru yaklaştırmasının, çocuklarının iyi eğitim alması için olduğunu daha sonra anladım.

1958 yılında Ziraat Bankası bursu ile TED Ankara Kolejine yatılı öğrenci oldum. Lale Akat, İsveç’te yaşama veda eden şarkıcı Tayfun dönem arkadaşlarımdır.

Kolejde İngiliz öğretmenlerimiz vardı ayrıca okulun ünlü, Emine Güngör, Nevin Çokdeğerli ve İsa Coşkuner gibi öğretmenlerinin de öğrencisi oldum.

1965 yılında Ankara Kolejinden mezun olduğum zaman hedefim ODTÜ veya İTÜ Elektrik Mühendisliği idi. ODTÜ’yü çok az bir puanla kaybettim zaten İstanbul’a maddi nedenlerle gidemeyeceğimden sınavına da girmemiştim. Merkezi sistemden, İktisadi ve Ticari İlimler Akademisini seçtim, Ziraat Bankasında da Kambiyo Memuru olarak iş hayatına başladım.

Bu dönemde Ziraat Bankası, Beyrut Amerikan Üniversitesine AID burs verdi. Bankanın burs şartı, lise fen bölümü mezunları Ziraat, edebiyat mezunları da İşletme okuyacak olması idi. Ben de bursu kabul ettiğim için Ziraat eğitimine başladım ve 1967 yılında Beyrut Üniversitesi, Zootekni bölümüne öğrenci oldum."

AKADEMİSYEN OLUYOR

Çetin Fıratlı, 1973 yılında eğitimini tamamlar, yurda döner ve burslu gittiği Ziraat Bankası, Kontrollü Zirai Krediler Müdürlüğünde, Kredi Mühendisi olarak çalışmaya başlar. Bu dönemde Ziraat Fakültesinde, Zootekni Bölümünde yeni oluşturulan, Küçük Evcil Hayvanlar Yetiştirme ve Islahı Kürsüsünden asistanlık daveti alır. Ağırlıklı olarak tavukçuluk konusunda çalışılan kürsüde de üç akademisyen vardır.

Fıratlı bu dönemi şöyle anlatıyor:

"Akademisyenliğe başlama koşullarını karşılayarak 1978 yılında Kürsü asistanlığına başladım. Dördüncü eleman olarak girdiğim yeni işimde ‘Bal arısı yetiştiriciliği’ çalışmam önerildi.

Hiç bilgi sahibi olmadığım bu konuda İngilizce bilmem bana önemli bir avantaj sağladı. Türkiye Üniversitelerinde çalışılmayan arıcılık, oysa batı üniversitelerinde önemli bir bilim alanı olarak çok ileri bir konumda bulunuyordu. Kaynaklar bulmak ve edinmek o zamanlarda en zorlu engeldi.

Dünyaca bilinen ve saygı gören Prof. Dr. Yaacov Lensky ile temas kurulması ve bana 6 aylık bir çalışma daveti yapılması sonucu gittiğim İsrail’de yararlandığım laboratuvarlar ve kütüphane benim üniversitemde yapacağım tüm çalışmaların altyapısını oluşturmuştur. Çalışma konusu olarak seçtiğimiz ‘ana arı yetiştirme teknikleri’ hem o dönem için Türkiye’de ilk çalışma hem de bu gün bile ülke arıcılığının en önemli konusudur.

Doktora tezimi bu konuda 1982 yılında tamamladım, öğretim görevimi sürdürürken de, ana arı yetiştiriciliği başta olmak üzere arıcılığın her alanında hem üretici hem de teknik eleman yetiştirme faaliyetlerinde görev alarak ülkenin her yanında hizmet verdim."

ARICILIK

Arı ailesi, tek bir ana arı, binlerce dişi fakat kısır işçi arı ve mevsimine bağlı olarak üretilen birkaç bin erkek arıdan oluşuyor. Ana arı günde yumurtladığı 1000-1500 yumurta ile ailenin üreme merkezi ve salgılarıyla da aile birliğinin sağlayıcısı görevini üstleniyor. Koloninin tüm iç ve dış işleri ve üretim faaliyetleri de işçi arılar tarafından görülüyor, erkek arılar ise sadece yeni yetiştirilen ana arıların tohumlanması amacıyla üreme mevsiminde kovanlarda bulunuyor.

Ülkemizin çok eski üretim dallarından birisi olan arıcılık ve bal üretimi, dünyada olduğu gibi sepet, kütük gibi denetimi olanaksız kovanlarda kırsal kesim faaliyeti olarak yapılmış. Günümüzde çerçeveli kovanlarda, yetiştirme tekniklerine uyularak yapılan arıcılık ise gelir getirici bir üretim halini almış. Türkiye, yaklaşık 6 milyon kovanda üretilen 70-80 bin ton bal ile dünya ticaretinde önemli bir yere sahip.

Arının bal, balmumu, polen, propolis, arı zehiri gibi ürünlerinin dışında en önemli işlevi de bitkisel üretimde tozlaştırıcı rolü. Bitkisel üretimde, tarımsal mücadele ile ortadan kalkan böcekler ve rüzgâr- yağmur gibi hava koşullarının tesadüfiliği arıların önemini ortaya koyuyor. Denetimli yetiştirilen bal arısı kovanlarının istenilen yere taşınabilmesi ile çiçeklerin tozlaşması ve meyve, tohum gibi ürünlerin devamlılığını sağlayan tek unsur, arı olarak beliriyor. Bu nedenle arıcılığın ekonomik faaliyet olarak gezginci yapılması gerekiyor. Kovanların çiçeklenme zamanlarının izlenerek mera, bahçe ve tarla ekim alanlarına bağlı olarak taşınması hem meyvecilik hem de arıcılık için üretim artışı olarak belirtiliyor.

Karadeniz ormanlarının taban bitkileri arasındaki zakkum benzeri, üç rengi bulunan Orman Gülü adlı çiçekten elde edilen bal da ülkemizdeki ölümcül tek tür olarak biliniyor.

Prof. Çetin Fıratlı bal üretimi konusunda da şunları söylüyor:

"Bal diğer besleyici unsurları ile birlikte şeker yoğun önemli bir besin maddesidir. Kovanların geliştirilmesi amacıyla mevsim başında yapılan şeker beslenmesi kaçınılmaz bir arıcılık uygulamasıdır. Ne var ki, duymaktayız ki, kimi arıcılar mevsim boyunca kovan içlerinde şeker şurubu bulundurarak üretim artışı sağlamaya çalışmaktadırlar. Böylece ürün kalitesini bozan ve sahtecilik yapılan bu durumda ürün miktarı artışından da söz edilemez. Ancak asıl kötülük mısır şekerinin –glukoz- kimi aromalarla bala benzetilerek, bal diye paketlenip tüketiciye satılmalarıdır. Hiç arı görmeden hazırlanan böyle ‘merdiven altı’ ürünlerden korunmak gerekir. Bu nedenle bal tüketiminde Tarım Bakanlığı tarafından denetlenmiş ve tescillenmiş ambalajlı firma balları tercih edilmelidir."

İPEKBÖCEĞİ

Günümüzde kaynaklar ipekböcekçiliğinin M.Ö. 3000 yıllarında Çin’de görüldüğünü, Çin Sarayının prestijli bu faaliyetini de yüzlerce yıl gizlediğini gösteriyor. İpekçilik Çin’den, Tibet, Hindistan ve İran’a geçiyor, İstanbul’a da M.S. 552 yıllarında Bizans döneminde geliyor.

Osmanlı döneminde Bursa merkez olmak üzere Anadolu’nun hemen her yerinde ipekböcekçiliği yapıldığı ve ipek üretimi ile de Avrupa ülkelerinde önemli yeri olduğu biliniyor. Cumhuriyet döneminde de kırsal kalkınma ve ipek üretimine, hem araştırma hem de okullaşmasına devlet eliyle hız veriliyor.

2000 yılına gelindiğinde, koza ve ipek üretimi iki bin ton ve ham ipekte 350 ton olarak gerçekleşiyor. Turizm ve dış talep nedeniyle, Hereke ve Kayseri başta olmak üzere halı dokumacılığı ile tekstilde kullanılan ipek ihtiyacı dış alımla karşılanma yoluna gidecek kadar artıyor. Sonraki yıllarda dünyada yaşanan krizler ve ekonomik değişimler ipekçiliğimizi bu günkü durumuna getiriyor.

Arıcılık ile birlikte İpekböcekçiliğinin de ilk bilimsel çalışanı, Prof. Dr. A. Çetin Fıratlı bu dönemi de şöyle anlatıyor:

"Ben başlamadan önce, Arı ve İpekböceği fakültede tek bir ders konusu olarak işleniyordu. 1983 yılında bunları ayırdık ve iki ayrı ders olarak işlemeye başladık, dersleri de ben verdim.

Böylece, Dünya ekonomisinde önemi ve yeri büyük olan iki küçük hayvan, bal arısı ve ipekböceği benim bilimsel yaşamıma konu oldu.

İpekböceği yılda bir defa yetiştirilen bir hayvandır ve yetiştiriciliği de böceğin tek besini olan dut yaprağı üretimine bağlıdır. Dut tarımı da 500-1500 metre rakımlara uyumludur, ülkemiz, kıyılar dışında dut ve ipekböceği yetiştiriciliğine uygun toprak ve iklim koşullarına sahip, sosyal ve demografik özellikleriyle birçok ülkeye göre üstünlük göstermektedir.

İpekböceği yetiştirme ve koza üretimi yılda tek dönem yaklaşık 30-40 gün süre ile yapılan, katma değeri yüksek ve ülkede yaygın yapılabilecek bir tarım dalıdır. Ülkemiz, sahip olduğu kamu örgütleri ve okulları lağvedilmiş olsa da çok kısa sürede yeniden örgütlenme özelliği taşımaktadır. 1978 yılından başlayarak son yıllara kadar yürütülen Türkiye İpekçilik ve İpekböcekçiliği Milli Komitesi ve Koza Tarım Satış Kooperatifleri Birliği (KOZABİRLİK) danışma ve tohum sağlama kurumları daha etkin kılınarak geliştirme ve yaygınlaştırma faaliyetleri artırılabilir. Sonlandırılana kadar son on yılında başkanlığını yürüttüğüm Milli Komite planlama ve eğitim faaliyetleri ile KOZABİRLİK de damızlık sağlama ve ıslah çalışmaları ile ülkede hizmet üretme kapasitesine sahiptiler."

İpekböceği, yumurta, larva, pupa dönemlerinden sonra geldiği erginliğinde koza örmeye başlıyor. Eğer bir aksilik olmaz ise tırtıl tüm kozayı hiç durmadan bir defada örüyor. Askı denilen kısım ile 2 bin 500 metreye kadar uzanan kozada örme işlemi tamamlandıktan sonra çekme işlemine alınıyor ve ana maddesi fibroin olan doğal elyaf ipek elde ediliyor.

Serisin denilen sertleştirici madde içeren ham ipek dokumacılıkta kullanılmadan önce kaynar suda yıkanarak, yumuşaması sağlanıyor. Doğallığın getirdiği her türlü avantaja sahip olan, değerli bir lif olan ipek, şık giyimin yanı sıra bilgisayar teknolojisi elektrik aksamında, hafif ve dayanıklılığından dolayı paraşüt yapımında da kullanılıyor.