Prof. Dr. Feyzan Erkip, Ankara’nın AVM’lerini ve AVM kuşağını anlatıyor

Bilkent Üniversitesi Kentsel Tasarım ve Peyzaj Mimarlığı bölümünden emekli olan Prof. Dr. Feyzan Erkip, 2019 yılının Mart ayında çıkardığı, “Piyasa Yapmanın Yeni Yüzleri: AVM’ler, Sokaklar, Kentler” kitabıyla, Ankara kent kültürüne ve AVM (Alışveriş Merkezleri)’ne yepyeni bir bakış açısı getiriyor. Ankara’daki çok sayıda AVM’yi, AVM ile büyüyen yeni kuşağı ve bu kültürün insanlar üzerindeki etkilerini araştıran Erkip, Tunalı Hilmi Caddesi’nin değişimini de es geçmiyor. Erkip, araştırmasını 24 Saat Gazetesi'ne anlattı
SULTAN YAVUZ - “Piyasa Yapmanın Yeni Yüzleri:AVM’ler, Sokaklar, Kentler” isimli akademik çalışmaya imza atan, Bilkent Üniversitesi Kentsel Tasarım ve Peyzaj Mimarlığı bölümünden emekli Prof. Dr. Feyzan Erkip, alanına ilişkin çok sayıda çalışmanın yanı sıra, Türkiye’de AVM (Alışveriş Merkezleri) üzerine inceleme yapan ilk akademisyenlerden… AVM’lerin ilk ortaya çıktığı zamanlarda, 1990’lı yılların sonunda araştırmalarına başlayan Erkip, bu alandaki ilk çalışmasını, o zaman Ankara’da yeni kurulan Karum üzerine yapmış. Karum’da insanların yön bulması üzerine çalışma yapan Erkip, bu çalışmanın yurt dışında yayınlandığını ve daha sonra pek çok makaleye de kaynak olduğunu belirtiyor. O zaman Karum’un çok büyük bir merkez olarak algılandığını kaydeden Erkip, çalışmanın ilginç yanını ise “Dünyada alışveriş konusunda kadın ve erkek arasında keskin ayrımlar varken, AVM kullanımı açısından Ankara’da böylesine bir farklılığın olmaması” şeklinde belirtiyor. Daha sonra Bilkent’te akademisyenlik yaparken, Bilkent’in yeni gelişen bir yaşam merkezi olduğunu görerek, buraya yönelen Erkip, “2003 yılında modern kamusal alanlar olarak AVM’den bahsederken çok tepki almıştım ama şimdi gençler AVM’ler için rahatlıkla kamusal alan nitelendirmesi yapabiliyor, çünkü 2000’li yılların genç kuşağının mekânı da AVM’ler oldu” diyor. Erkip, yeni neslin mekânsal olarak kenti daha az algılayan ve tanıyan bir kuşak olduğuna dikkat çekerek, bunun nedenini şöyle yorumluyor: “Bir kısmı ebeveyn tavrından kaynaklanıyor. Trafik ya da artan şiddet olaylarından çocuğunu korumak istiyor, bir kısım ebeveyn ise çocuğunu kolayca yönetmek için yönlendirebiliyor. Güvenlik duygusu büyük önem oluşturuyor. Mesela geçen gün Kentpark’ta bir oyun alanının fotoğrafını çektim; çocuklar eksi ikinci katta kaydırağa biniyorlar. Bu kuşak açık havada kaymanın keyfini ayırt edemeyecek. Üşütmesin, güvenle oynasın kaygısı var ya da sokak köpekleri gibi Batı’da olmayan pek çok korkumuz da mevcut. Bu yeni kuşak farkında olmadan AVM’ye yönlendirildi. Güvenlik kameraları ile gözlemlenmekten ise kimse rahatsız değil; ‘Ben kötü bir şey yapmıyourm ki’ diyor, sosyal medyada zaten herkes her şeyini insanlara açıyor, kişisel bilgiler de her yerde mevcut, dolayısıyla kameralardan rahatsız da değiller. Bunun yanında, eski kuşak da rahatsızlık duymuyor bu durumdan...” “Ankara’da AVM’lerden önce de keskin sınıfsal ayrımlar vardı” Erkip, Ankara’daki sınıfsal ayrımın AVM’lerden önce de olduğuna dikkat çekerek, “Mevcut ayrımın nedeni AVM’ler değil, mekân bir neden değil, sonuçtur” diyor. Bilkent, Konutkent, İncek gibi kapalı yerleşimlere dikkat çeken Erkip, sınıfların birbirinden kopmak istemesi neticesinde bu yerleşimlerin oluştuğunu vurgulayarak, sınıfsal ayrım üzerine şunları ifade ediyor: “Eski, gecekondu-apartman meselesi gibi biraz. AVM’lerin hem konumu hem de yönetim biçimleri, marka ve logolar zaten ayrımı koyuyor. İnsanlar pahalı olduğu için ya da ulaşım olanağına sahip olmadıklarından bazılarına gidemiyorlar. Panora mesela, üst sınıfa hitap ederken; Ankamall daha heterojendir. Armada, Yaşam Sokağı ile birlikte şimdi daha public (halka açık) bir yer oldu. Eskiden daha elitti. Mesela Bilken’te Ankuva’da zengin insanlar her kısımda dolaşıp, mekânı daha fazla algılarken, alım gücü olmayanlar oraya geçmiyordu. Literatürde, ‘Kapiçinoyla insanları yıldırmak’ diye bir tabir vardır, onu bile diyemiyor belki. Fakat Tunalı ne kadar halka açıksa, AVM’ler de öyle, rahatsız edici bir durum oluşturmuyorsa, genelde kimse kapıdan çevrilmiyor. Herkese açık gibi duruyor, içeri girdikten sonra bir eşitlik sağlanmış gibi gözüküyor. Belki bir kesim diğerinden hoşlanmıyor ama ‘onun da hakkı’ diye görüyor. Cinsiyet ayrımcılığı konusunda ise AVM’ler daha eşitlikçi ve üst sınıftan bir kadın da orada daha rahat ediyor. Mesela akşamleyin arabasıyla AVM’deki sinemaya gidip, sonra da güvenli şekilde çıkıp evine geçebiliyor. Genç kuşağın anne babası da, ‘Arabasıyla AVM’ye gitsin’ diye düşünüyor.” “Bakkal da genelde pisti mesela” Kentin sürekli değişen ve dönüşen bir yapı olduğunu belirten Erkip, bakkal ve süpermarket karşılaştımasını da şu sözlerle anlatıyor: “İlk düzen hiçbir yerde sürmez. Bakkal diyoruz ama o da genelde pisti mesela, Sinekli Bakkal terimi vardı. Bu dönüşümle bakkallar da hijyene dikkat etmeye, bilinçli ürün getirmeye başladılar. Bakkalı bile örgütleyen Migros, ‘Bakkalım’ gibi bir uygulamayla küçük esnafı da düzene sokabiliyor, modernleşmenin bir parçası olarak iyi ya da kötü değişim yaşanıyor. Halk dediğimiz kavram, karışık. Benim kuşağımın bile ortak bir nostaljisi var mı bilmiyourum ama bakkal, sizin kişisel ilişki kurduğunuz yer aslında, bakkallar diye bir kategori değil. Biz kendi bağlılıklarımızı genelleştiriyoruz. AVM’ler mutlaka kötü, bakkallar mutlaka iyi diye bir şey yok, orada mekânın nasıl kurgulandığı ile ilgili bir durum var ilişkimizde. Eskiden insanların birbirini tanıdığı bir mahalle kültürü varken, şimdi yok.” “AVM’ler alışverişten ziyade sosyalleşeme mekânı” Erkip, kendisinin genellikle AVM sinemasını tercih etmediğini belirterek, AVM’ye gitmeyen insanların bile ses kailtesi gibi teknik donanımları nedeniyle AVM sinemalarını tercih edebildiklerini söylüyor. Sokaktaki hayatın ölmesini istemeyen Erkip, bu kaygının da yanlış olduğunu dile getirerek, bunun bireysel bir bakış açısı olduğunu sözlerine ekliyor. Erkip, ne Kızılay’ın ne de Ulus’un ölmediğini, Çankaya gibi yerlerde ise Batı toplumunda olduğu gibi, sokakta yürüyen çok insan olmadığını belirtiyor. Erkip, “Mahallede yaşamıyor da, bir şey bulacağı yerlere gidiyor. Mesela buradaki evinden İncek’teki arkadaşına gidiyor arabasıyla ya da Konutkent’teki kişi yaşamını orada sürdürüyor. Gençlerin çoğu ise aslında sokak kültürünü ve kafeleri seviyor. Bence sokak yaşamı, Türkiye’de çok dinamik bir şekilde devam ediyor. AVM’ler ise alışverişten ziyade bir sosyalleşme mekânı” diyor. Tunalı Hilmi Caddesi… Tunalı Hilmi Caddesi ile ilgili yaptığı araştırmaların bir AB projesiyle başladığını kaydeden Erkip, Tunalı’nın “high city” denilen “piyasa mekânı” olduğunu, kavramın bir şey alınmasa dâhi, orada gezmenin havalı olduğu, keyifli bir aylaklık etme mekânına işaret ettiğini söylüyor. Tunalı’nın, 2010 yılına kadar elit bir karakter taşıdığını ifade eden Erkip, çevre sokaklarında yerleşim olsa da, konut sayısının azaldığını ve ticarete dönüştüğünü, ticaretin ise niteliğinin değiştiğini belirtiyor. Düşük fiyat ve kalitenin yaygınlaştığını anlatan Erkip, Tunalı için de şu cümleleri kuruyor: “Simitçi, dönerci gibi daha yerli bir trend var. İktidarın geleneksele yatırım yapmasının bunda etkisi büyük, çünkü geleneksel bir genç kuşak yetişti ve bu kuşağın talebi simitçi, çaycı, dönerci… Hem dinsel etkilerle alkolsüz hem de tercih ediliyor. Tabii burada Bestekâr Sokak’ın çocuklarını da ayırmak lazım. Alt kültürler de var, geleneksel ve modern diye ayrılan buradaki mekânlar, tamamen parçalı bir toplumun görüntülerini oluşturuyor. Ben hâlâ Tunalı ile ilgili yazıyorum, o zamanlar göçmen meselesi de yoktu. Onlarla birlikte yeni bir beğenmeme figürü de devreye girdi. Oysa Türkiye böyle bir toplum, elit kesim gözünü bunlara kapatmak istese de, gerçek bu. Bir kesim Koru ve Çayyolu’na kaçtı diyebiliriz. İncek modası sonradan çıktı. Direnip kalanlar da var; Büklüm ve Bülten Sokak’ta oturanlar gibi… Bu arada Esat’ı da unutmayalım, burnunun dibinde bunlar yaşanırken, yıllardır değişmeyen geleneksel hâlini korudu. Çok zengin ve güzel yanları var bu durumun. Batı ülkelerinde böyle olmaz, bizim karakterimizdeki gibi ülkelerde olur.” Kitabında yer alan “uyarlanma” kavramına da atıfta bulunan Prof. Dr. Feyzan Erkip, bu terimi kendisinin Türkçeleştirdiğini belirterek, “dönüşümlere karşı hazırlıklı olmak ve tepki gösterilmek” gibi anlamlar taşıdığını söylüyor. Erkip, “Mesela göçmen geliyorsa, şehir bunu nasıl kaldırır gibi… Bu değişimleri çok yakınmadan, yeni durumlara adapte olabilmeyi içeriyor. Dönüşümü kabullenmak anlamına geliyor. Şimdi yürütttüğümüz çalışmada, Ankara hangi etkiler altında ve neler yapılabilir, ne tür örgütlenmeler oluşturulabilir meselelerine kafa yormaya çalışıyoruz” diyor.
Editör: TE Bilisim