Din adamlarının politikaya etkileri tarih boyunca hep tartışılmıştır. Sonuçları hep yıkıcı olmuştur da ondan. (Gerçek din adamlarını tenzih ediyor ve onlara elbette saygı duyuyoruz. Bizim derdimiz, yüce dinimizi itibar ve çıkar aracı olarak kullanan ‘esfel-i sâfilin” erbabıyladır.) Bunun en çarpıcı örneği Çarlık Rusya’sında yaşandı. Rasputin adındaki din adamının Çar ve ailesi üzerinde kurduğu nüfuz ve etrafında gelişen olayların her biri bir ibret dersi niteliğindedir. Uzun uzadıya anlatacak değiliz. Bunun Romanı yazılmıştır. Merak edenler okuyabilirler. Önemli olan, insanlığın ve bizim bu ve benzeri örneklerden ne kadar ders çıkardığımızdır. “Hiç ibret alınsaydı tekerrür eder miydi tarih” sözü buna yeterince açıklık getirmiyor mu? Günümüz Türkiye’sinde yaşananlar bazı yönleriyle bire bir benzemese de önümüze sık sık bir “Rasputin portresi” çıkarmaktadır. Hiç yorum eklemeden, bu tarihi olayı ansiklopedik bilgi olarak aktarmak istedik. Anlamak isteyenlere… KİMDİR BU ŞARLATAN? Grigori Yefimovich Rasputin, 22 Ocak 1869 yılında Ural Dağları’nın eteğindeki Pokrovskoye köyünde doğdu. Ailesi çiftçiydi. Bir gün babasının atı çalındı ve Rasputin hırsızların, gözüne kestirdiği kişiler olduğuna, kalabalığı doğaüstü gücüyle ikna etti ve linç edilmelerini sağladı. Bir kaç kez hırsızlık suçundan yakalanınca 18 yaşında üç ayını Verkhoturye Manastırı’nda geçirdi. Oradayken Meryem Ana’nın ona göründüğünü iddia etmeye başladı ve kendini seçilmiş bir aziz olarak tanıttı.  Rus Ortodoks Kilisesi’nden kopan bir dini topluluk olan Khlistiler tarikatına katıldı. Khlististlere göre insan ancak acı çekerek ve günah işleyerek tanrıya ulaşabilirdi. Rasputin de hayatı boyunca bunu yaptı. Evliydi  ve üç çocuğu vardı. 1901 yılında artık bir aziz olduğunu iddia ederek Pokrovskoye’deki evini terk etti. Yolculuğu boyunca bir çok yer gezdi. İki yıl sonra St. Petersburg’a geri döndüğünde  mistik bir şifacı ve aziz olarak ünü yayılmaya başladı. Bir gün Çar’ın küçük oğlu Alexei’nin amansız hastalığını duydu. Alexei, hemofili hastasıydı, bu genetik hastalık ona büyük büyükannesi İngiltere kraliçesi Victoria’dan miras kalmıştı. Doktorlar çocuğun hastalığına çare bulamıyorlardı. Bir gün attan düşüp yaralanınca kanamasını bir türlü durduramadılar. Doktorlar tarafından ölmesi beklenen oğlunun bu durumu karşısında Çariçe, çaresiz kalmıştı. Arkadaşı Anna Vyrubova’dan bu gizemli şifacının methini duydu ve Rasputin’i saraya davet etti. Rasputin, çocuğun kanamasını, başında dua ederek ve elleriyle dokunarak durdurdu. Çar ve Çariçe gözlerine inanamadılar ve Rasputin’i doğaüstü güçleri olan bir aziz gibi görmeye başladılar. Ancak Alexei’nin hastalığı tamamen geçmemişti. Her nöbetinde Rasputin saraya çağırılıyor ve onu iyileştiriyordu. Bu yüzden onun sarayda, ailenin yakınında kalmasına karar verdiler. Rasputin’in, Çar üzerinde başka etkileri de oldu. Politikada kendisini yönlendirmeye başladı. Çariçe’nin ise kendisine özel bir hayranlığı vardı; oğlunu iyileştiren bu adamın aracılığıyla Tanrının kendisiyle konuştuğuna inanıyordu. Sarayda kaldığı süre boyunca Rasputin’in aşırı hareketleri Çar dahil birçok kişiyi huzursuz etmeye başlamıştı. Çarın üzerindeki, dolayısıyla politikaya olan büyük etkisi saray çevrelerinde diğer politikacıları rahatsız ediyordu. Saray çevresindeki bu dedikodular ve huzursuzluklar giderek yayıldı. Ortodoks Kilisesi de kendine peygamber diyen bu adamın din adamı değil, dini istekleri doğrultusunda kullanan bir şeytan olduğunu iddia etmeye başladı. Yaptığı her şey olay haline geldi ve gazetelerde her gün alay konusu oldu. Artık ilahi güce sahip bir aziz değil, bir şarlatandı. Ve bu adamın sözünü dinleyen Çar’a da tepkiler giderek büyüyordu. Bu arada I. Dünya Savaşı patlak vermişti. Savaşa karşı olan Rasputin, bunu hem ahlaki açıdan onaylamıyor hem de Rusya için bir felaket olarak görüyordu. Bu arada kendine bir vahiy geldiğini ve ordunun başına Çarın kendisi geçmezse savaşı kaybedeceklerini söyledi. Söylenen yapıldı ama bu olayın sonucu felaketle sonuçlandı, Çarın başında olduğu ordu yenilgiye uğradı. Çar’ın saraydaki yokluğunda Rasputin’in Çariçe Alexandra üzerindeki etkisi iyice arttı. Onun baş danışmanı haline geldi ve hükümetin kadrolarına kendi seçtiği kişileri getirtti. Rasputin’e düşman olan diğer politikacılar ve Ortodoks Kilisesi Saraydan desteğini çekti. Saray hanedanının ve diğer politikacıların Rasputin’den duydukları rahatsızlık had safhaya ulaşmıştı. Artık bu adamın ortadan kaldırılması gerektiğini düşünen hanedan mensubu Prens Felix Yussupov ve birkaç kişi bir komplo hazırladılar. 29 Aralık 1916 gecesi, Rasputin, prens tarafından bir odaya içki içmek için davet edildi. İçkisine siyanür katılmıştı. Rasputin kendisine uzatılan zehir dolu bardağı dikti, ama bir süre geçmesine rağmen hiç birşey olmamıştı. Şaşkına dönen prens ona bir kaç el ateş etti. Rasputin olduğu yere yığılınca prens bu kez başardığını zannederek sevindi. Ancak Rasputin ayağa kalktı ve prensin gözlerinin içine bakarak birşeyler söyledi ve ordan hızla kaçmaya başladı. Sarayın bahçesinde koşarken birkaç kez daha vurulan Rasputin artık kalkmamak üzere yere yığıldı. Prens ve adamları öldüğünden emin olmak için Rasputin’in cesedini Neva Nehri’nin buzlu sularına attılar. Ertesi gün ceset çıkarıldığında, Rasputin’in hemen ölmediği, boğulmadan önce bir süre çırpındığı anlaşıldı. Şubat Devrimi sırasında cezasını bulmadığı düşünülerek cesedi mezarından çıkarıldı ve yakılarak imha edildi.