ZEYNO KARADAĞLI [caption id="attachment_182824" align="alignright" width="222"] ZEYNO KARADAĞLI[/caption]

BENCE COVID-19

COVİD-19 geçtiğimiz aylarda ilk kez Çin’in Wuhan kentinde görülerek hayatımızda bir yer edindi. Aralık ayında yani bu salgının daha yeni yeni Çin ‘de yayıldığı zamanlarda anneme bu virüsün tehlikesini, ülkemize gelme olasılığını, gelirse ne olacağını, hayatımızda ne gibi etkileri olacağını sormuştum. Fakat o bana korkmamam gerektiğini, dünyada böyle salgınların zaman zaman görüldüğünü, iyi beslenirsem ve temizliğime dikkat edersem bir şey olmayacağını söyledi. Annemin söz ettiği salgınlardan EBOLA’yı ben de hatırlıyorum. O zaman o salgının o kadar tehlikeli olduğunu düşünmemiş ve endişelenmemiştim ama nedense bu kez içime bir korku düştü. O günden sonra bu virüs ve yarattığı hastalıkla ilgili önüme gelen her şeyi, makaleleri, gazete haberlerini, uzmanları, ekonomistleri, Çin’ de bu hastalığa yakalananlar ve karantinada olanların yaşadıklarını, yani her şeyi okudum ve araştırdım. Belirtilerini, ne gibi sonuçlar doğuracağını, bu süreç ve sonrasında ne gibi ekonomik sıkıntılara yol açacağını öğrendim. Belki de bu olayı kafamda bu kadar büyütmemin sebebi birkaç gün sonra İngiltere’ ye gidecek olmamdı. Etrafımdaki herkes bunu çok abarttığımı ve bunun bana zarar verebileceğini söylüyorlardı. Acaba gerçekten büyütüyor muydum, yoksa benimki haklı bir öngörü müydü, şimdi siz karar verin… Biliyorsunuz, Türkiye’ de ilk vaka 10 Mart’ ta görüldü. Benim endişem ise Ocak ayında annemle İngiltere’ ye gideceğimiz zaman doruk noktasına ulaştı. O tarihte bile bu virüsle ilgili o kadar çok şey biliyordum ki kapıdan çıkarken, arabaya binince, havalimanında, uçağa binerken gitmeyelim diye ısrar ediyordum hatta İngiltere’ye varınca bile acilen dönmemiz gerektiğini söylüyordum ama annem hala ciddiye almıyordu. Endişemi yersiz buluyordu. Tabii bu endişem bütün yolun bizim için işkence gibi geçmesine sebep oldu. Çünkü diğer insanların bize yaratık gibi bakmalarına rağmen bir dakika bile maskelerimizi ve eldivenlerimizi çıkartmadık. Böylece başta Çinliler olmak üzere tüm uzak doğuluların bu rencide edici bakışlarla neler hissettiklerini bizzat yaşamış oldum.. Benim bu endişem İngiltere’ ye geldikten sonra fazla titizlikten çıkıyor ve paranoyaklığa dönüşüyor gibiydi. Dışarıyı, restoranları, mağazaları geçtim, sabah yataktan kalkar kalkmaz bile tuvalete girmememe ve hiçbir yere dokunmamama rağmen en az yirmi saniye ellerimi sıkıca yıkıyordum. Sanki bunları yapmazsam bana da virüs bulaşacakmış gibi geliyordu. Geceleri düşünmekten uyuyamıyordum, kötü olasılıkları değerlendirerek kendimi yıpratıyordum. Etrafta sadece öksürenlere, hapşıranlara, mendille gezip burnunu silenlere, çıkartıp ilaç içenlere odaklanmıştım ve bu güzel tatilin hiçbir şekilde tadına varamaz hale gelmiştim. Ne yani! Belki öksüren adamın boğazına su, hapşıran kadının burnuna toz kaçmıştır. Burnu akan teyzenin belki allerjisi vardır. Ya da ilaç içen amcanın gürültüden başı ağrıyor olamaz mı? Olabilir. Sonuçta bunlar hepimizin günlük hayatımızda yaşadığımız ufak reaksiyonlar. Belki de gerçekten bu endişem bana zarar veriyordu. Psikolojim kaldıramayacağı bir yükün altına girmek üzereydi. Ne derler “sakınan göze çöp batar”. İngiltere’den döndüğümüz gün öksürmeye başladım. Boğazımı bir şey tırmalıyor gibiydi. Aksırıp tıksırıyordum. Başta ben bile fazla umursamasam da dakikalar, saatler geçtikçe boğazım daha çok ağrıyor, öksürüğüm gitgide fazlalaşıyordu. Bir an annemle yolculukta korona virüsü kapmış olabilir miyim diye düşündük ama olamazdım. Çünkü virüsün kuluçka süresi 14 gün. Biz ise İngiltere’de 5 gün kalmıştık. Maalesef günler geçtikçe daha kötü oldum. Artık annem de endişelenmeye başlamıştı. Gündemde korona virüsü olmasaydı yolculuk yorgunluğu, hava değişikliği der geçerdi. Ancak o da farkındaydı dünyayı tehdit eden bu tehlikenin. Ateşim de çıkmaya başlayınca beni aile hekimliğine götürdü. Orada faranjit olduğumu, önemli bir şey olmadığını söylediler ve soğuk algınlığı ilacı verip bizi gönderdiler. Ertesi gün çok daha kötüydüm. Annem beni tekrar aile hekimliğine götürdü ve bu sefer domuz gribi olduğumu söylediler. Fakat günler geçtikçe öksürüğüm daha çok artıyor ve nefes almakta güçlük çekiyordum. Annem bunları fark edince beni özel bir kliniğe götürdü. Orada ise zatürre başlangıcı olduğunu ve ciğerlerimdeki tahribat sebebiyle daha kötüye gidebileceğimi belirttiler. Durumum kötüleştiği için önümüzdeki birkaç gün okula gitmemem gerekiyordu. Hem okuldakilerin hem de kendi sağlığım için. Buna çok üzülmüştüm. Zaten 15 tatilinden yeni çıkmıştık ve ben tatilde sıkıldığım için okulu çok ama çok özlemiştim. Bu yüzden okuldan biraz daha uzak kalmanın düşüncesi bile beni delirtiyordu. Ben de şu an okulun açılmaması için dua edenlere bu yüzden kızıyorum. Onlar böyle düşünerek bu hastalığın ülkemizde bir yer edinmesini diliyorlar aslında. Çünkü okulların bir an önce açılması ülkemiz açısından virüsün arka plana düşmüş ve hayatın normale dönüyor olmasını temsil eder. Neyse diğer konudan sapmayayım eğer bu konuya başlarsam her kelimemden başka bir deneme çıkabilir. Hastayken ben de şunu öğrendim. Annemin de küçüklüğümden beri bana söylediği şey, “korktuğun her şey başına gelir. O yüzden hiçbir şeyden fazlasıyla korkma. Korkularınla baş etmeyi, onları yönetebilmeyi öğren”. Belki bu da benim sınavımdı ve ben bu sınavı geçemedim. Bundan korka korka kendimi hasta ettim. Kısaca annemin söylediklerini yaşayarak tecrübe ettim ve iyileştikten sonra da hiçbir şeyi o kadar kafaya takmamaya karar verdim.. Ben iyileştim. Okula gittim, arkadaşlarımla bol bol zaman geçirdim, yine gezdim tozdum. Fakat korkulan oldu. 10 Mart 2020 tarihinde COVİD-19 resmi olarak Türkiye’ ye giriş yaptı. Yeni korona virüsü için artık her zamankinden dikkatli olmalıydık. Hayır, hayır, benim paranoyaklığım geçti artık. Hatta zamanında ne kadar korktuysam, o korkutucu haberlere karşı pasif hale geldim neredeyse. O zamanki endişem işe yaramıştı ama. Bilgilerime dayanarak ilerisi için ne öngördüysem hepsi tek tek hayatımıza dahil oldu. Şimdi de karantinadayız işte. Türkiye aslında dünya geneline oranla en temiz ülkelerden bir tanesi. Mesela sağlık sektöründe birçok ülkeye göre çok üstünüz . Yaşlı oranı Avrupa ‘ya göre daha az. Evet, bunlar belli bir çizgide avantaj ama mühim olan şey bu değil. Mesela Çin.. Orada çıktığı ilk hafta eyalet karantinaya alınmıştı. Burada da çıktığı hafta okullar, restoranlar, eğlence alanları kapatıldı ve ‘evde kalın’ çağrıları yapıldı. Bence yeterli değildi bunlar. Evet belki birçok ülke kadar kötü değildik ve değiliz ama olabiliriz. Zaten öyle olmayalım diye önlemler alınıyor ve insanlar canla başla çalışıyor. Fakat şöyle bir gerçek var ki bu virüsün yayılmasına sebebiyet veren en önemli etkenler toplu taşımalar ve maalesef şu an ülkemiz genelinde toplu taşımalar aktif olarak kullanılıyor. Şöyle bir örnek vereyim; evinizde bir delik olsa, o delikten ise durmadan böcekler çıksa, siz tek tek böcekleri mi öldürmeyi tercih ederdiniz yoksa direkt deliği kapatmayı mı? Çin deliği kapatmayı tercih ettiği için şu an iyi durumda bence. Onun dışında biraz da virüsün karantina sürecinden bahsedeyim. Bu karantina sürecinde hepimiz çok sıkılıyoruz. Evde bir şekilde kendimizi oyalamak özellikle bir nebzeden sonra çok zor. Baksanıza, zamanla her şeyimiz kısıtlandı. Başta özgürlüğümüz. Özgürlükten kastım sadece oradan oraya gidebilmek değil. Sokağa çıkarken maske veya eldiven takıp takmamak da bir özgürlük sonuçta. Biz günlerdir rahat ve sıcak evimizde ailemizle oturup sıkıldım diye şımarıkça mızıldanıyoruz. Peki ya çalışmak zorunda olanlar.. Market çalışanları, tabii ki doktorlar, temizlik görevlileri, demin laf ettiğim toplu taşımacılar ve daha fazlası. Mesela üç kuruş maaşla kocaman bir ev geçindirenler. Ayağımızdaki ayakkabıya, üstümüzdeki monta, önümüzdeki yemeğe muhtaç yoksul insanlar. Evde koca dayağı yiyen kadınlar, istismara uğrayan çocuklar. Asıl bu insanlar şu an ne yapıyorlar? Bu arada mükemmelmişim gibi konuşuyorum ama ben de doğal olarak çok sıkıldım ve sürekli mızıldanmaya başladım bunun farkındayım. Fakat ben böyle yaparken bir an onları düşünüyorum ve gerçekten halime tekrar tekrar şükrediyorum. Ayağımda ayakkabım, üstümde kıyafetim, önümde yemeğim, başımda çatım ve çevremde kocaman bir ailem olduğu için. Bu yaşanan olaylar içinde bence COVİD-19 un yani halk adıyla korona virüsünün gelişiyle alınması gereken bazı dersler var. Sahip olduklarımıza, özgürlüğümüze şükretmek ve sağlıklı olduğumuz her anın kıymetini bilerek yaşamak…
Editör: TE Bilisim