Ankara’da yaşayan Şair Kamber İhsan Öcel’in “Kırlangıç Kanatları” isimli ikinci şiir kitabı Hiç Yayınları’ndan çıktı. Şairin 1994 ile 2019 yılları arasında yazdığı şiirlerden oluşan kitap internet üzerinden alınabilecek. Toplumsal sanat anlayışını benimseyen ve en sevdiği şairler arasında Nazım Hikmet, Atilla İlhan ve Orhan Veli’yi anan Öcel, şiir yolculuğunu ve kitabını 24 Saat gazetesine anlattı. Çeşitli şehirlerde yaşadıktan sonra Ankara’ya taşınan ve Başkent’in özellikle güz aylarını seven Öcel, “Sonbaharda yağmur yağarken ara sokaklarda gezmeyi çok seviyorum” diyor
SULTAN YAVUZ/ANKARA “tut kaldır, tut kaldır iki kolumdan öp beni varsın yosma desinler sana/günahkâr bana” Bu dizelerin sahibi Şair Kamber İhsan Öcel, ikinci kitabı “Kırlangıç Kanatları” ile okuyucuyla buluşuyor. Hiç Yayınları’ndan çıkan ve şairin 25 yıllık düşsel ve fikirsel yaşamına ışık tutan şiirler, yaklaşık bir ay önce basıldı. Öcel, şiirle olan ilişkisini ve sanat anlayışını 24 Saat gazetesine anlatıyor. Toplumcu sanat anlayışını benimseyen şair, sanatın halkın anlayacağı dilde olması gerektiğini savunuyor. -Okuyucularımıza kendinizi tanıtabilir misiniz? Kamber İhsan Öcel: 1969 yılında Elazığ merkeze bağlı Sünköy’de doğdum, altı kardeşiz. 13. yüzyılda İran Horasan’dan gelmişiz bu coğrafyaya ve Koca Seyit diye bilinen türbe de bizim geçmişimize ait… Köy Enstitülü Fazlı Tan isimli bir eğitmenimiz vardı, köydeki çocukları ev ev gezerek okula toplardı. O çocuklardan biri de bendim… Sosyal demokrat olan köyümüz, aynı zamanda büyüktür de ve dağın eteklerinde güzel bir yerleşimdir. Köyümüzde molla da var ama daha çok aydın insanlar yaşadığı için okuyanı da çok, mesela kızkardeşim profesördür. Ben bir yandan okurken bir yandan da çiftçilik yaptım, hayvan baktım. Kışın kar topu oynamak, doğayla kucak kucağa büyümek günümüz adına nimetti diyebilirim. Ancak benim şehir özlemim de çok fazlaydı, hatta kardeşim ve annem bir gün Elazığ merkeze gittiklerinde, beni götürmedikleri için çok içerlemiş ve okuldan kaçmıştım. Babam öğrenince, sağlam bir dayak yedim ama bir daha okulu da asmadım. Ortaokulu da köyde okudum, aydın bir vali vardı o zaman, köyümüzü gezince okul yaptırmıştı. Sonra meslek lisesi sınavlarına girdim ve kazandım. Fakat 1980 darbesi olunca, köyümüzde çok fazla göz altı oldu. Bu sırada Aydın’dan gelen bir öğretmenin bize oynatmak isteği tiyatro oyunu da sahnelenmedi; molla olan okul müdürü izin vermemiş, yıllar sonra öğretmenimi bulunca öğrendim. Ben o yıl Elazığ Gazi Meslek Lisesi’ni kazandım ama aynı müdürün kardeşine muhtarlık için oy vermediğimizden beni o yıl sınıfta bıraktılar. Seneye yine lise sınavını kazandım ve kimya bölümüne gittim ama liseyi bitirmeden bıraktım. İlk şiirimi de o sırada yazdım; baharla ilgiliydi. Ailemdeki diğer iki erkek kardeşim gibi ben de elektirik teknisyeni oldum ve askerdeyken lise bitirme sınavına girip mezun oldum. Daha sonra üniversite için dershaneye gittim, bir yandan da çalışıyordum ama iki yıl sınav kazanamayınca bıraktım ve gazetenin kuponla verdiği soru bankalarından çalışarak Anadolu Üniversitesi Açık Öğretim Kamu Yönetimi bölümünü kazandım. O sırada 1997 yılıydı ve Tekirdağ’da şantiyede çalışıyordum. İlk şiirlerimi yazmaya başlamıştım ve okulu kazanınca da Eskişehir’de bir süre yaşadım. Sanırım yapım gereği özgürlüğüme düşkün olduğum için çok seyahat ederim, bir yerde iki aydan uzun kalamam. Yozgat’ta da bulunmuştum, orada yazdığım şiirleri de beğenirim. “Ankara’ya ilk geldiğim yıllarda maaşım 1000 liraydı ve ben onun 600 lirasıyla posta çeki ile kitap almıştım” -Hangi şairlerden etkilendiniz? Şiire nasıl yönlendiniz? Öcel: Ben şiiri bilerek seçmedim, kitap okuma sevgisini de abimden edindim. Ankara’ya ilk geldiğim yıllarda maaşım 1000 liraydı ve ben onun 600 lirasıyla posta çeki ile kitap almıştım. Şiir okumayı sevdim ama yaşayan şairlerle de tanışma fırsatım oldu. Mesela Eskişehir’de Ataol Behramoğlu ile tanıştım ve müsveddelerimi gösterdim ama hevesimi kırdığını söyleyebilirim… Didim’de tatil köyü yaparken de Bodrum’a gidip bir kitabevinde İlhan Berk ile tanıştım, bana şiir okuttu ve “Beş yıl şiir oku, sonra gel” dedi, bir kaç kitabını imzalayıp verdi. Sonra vefat ettiğini duydum. Ankara’daki Edebiyatçılar Derneği’nde de bazı isimlerle tanıştım ve İlhan Selçuk’a da mektup yazdım. Bence ünlü şairler ve mimarlar aynı kafadalar; dinlemiyorlar insanı! Behramoğlu da Berk de öyleydi ve yönlendirici olmadılar ama Mustafa Balbay, şair olmamasına rağmen bir çok kez şiirlerimi dinledi ve bana yol göstermeye çalıştı. Sevdiğim şairlere gelirsek, Orhan Veli ve Atilla İlhan… İlhan, bazı kitaplarının arkasında genç şairlere tavsiye de veren alçak gönüllü bir insan. Nazım Hikmet kadar olmasa da yaşayan en büyük çınarlardan biriydi. Rıfat Ilgaz’ı da beğenirim ve evini ziyaret etmişliğim var. Nazım Hikmet’i de mutlaka anmalıyım, Piraye’ye Mektupları ile başladım ve onu anlayınca neden aşk şairi denildiğini de görüyor insan. Kime aşkı? Nasıl bir aşk? Vatan aşkını da unutmamak lazım. Pablo Neruda ise sevdiğim yabancı şairlerden… Charles Bukowski’yi bir süre önce keşfettim, yazdığım sitede şiirlerini görünce… Önce yadırgadım ama sonra tarzına alışınca çok sevdim. İlginç bir hayatı olmuş ve 50 yaşına kadar şair olmak için mücadele etmiş, sonunda da başarmış zaten. Bar sineği filmi vardır hayatını anlatan, neler yaşamış ama pes etmemiş. Üç internet sitesinde aktif şiir yazıyorum ve ilk şiir kitabımı 1999 yılında Didim’de bir matbaa da bastık. Adı da 2. Varidad’tı. -Kendinizi nasıl bir sanat anlayışıyla tanımlarsanız? Öcel: Ben sanatın halk için olduğunu savunuyorum, eğer sanat için olursa burjuva uğraşına döner ve halk sizi ciddiye almaz. Sanatı halkın anlayacağı dilde yapmak lazım, elbette aykırı sanatçılar vardır, insan on yılda bir değişir derler, fikirleri, beğenileri hatta sertliği… “İlhan Berk, “Şair olmak meşakkatli iş” demişti” -Şairlik ve şiir sizim için ne ifade ediyor? Öcel: İlhan Berk, “Şair olmak meşakkatli iş” demişti. Bence de hayatın büyük kısmını şiir ile yorumlayana şair denir. Önce hissetmek lazım, parola bu. O yüzden de sayısalcılar ve sanatçı ruhlular hayata bakış konusunda ayrışırlar. Adresi bile farklı tarif ederiz. Hele bir kadını şiirle anlatmak gibisi yok. Aşık olduğunda daha iyi yazarsın zaten, sadece insandan da bahsetmiyorum, doğayı sevmek, tanrıyı sevmek, hayvanı sevmek… Sabah gün doğumunu izlediğimi ve saat saat neler olduğunu gözlemlemişliğim vardır. İçimde oluşsun, ifadde ederken daha iyi hissedeyim ve hissettireyim diye… Bence temel olarak duygu işi. -İlhama inanır mısınız? Öcel: Benim şiirlerim genelde birden çıktığı gibidir. Ulvi bir ilhama değil ama gözlemden kaynaklanan, onunla gelen coşkuya inanıyorum. Baş ucumda ve her zaman yanımda iki şey vardır; kâğıt ve kalem… Türkiye’de sıkıntı insanların okumaması bence. Bakın bir sigara 19 lira, bir kitap 15-20 lira ama almıyoruz. Bedava sesli kitapları bile dinlemiyoruz. -Ankara aynı zamanda şairler geçididir. Sizin Ankara’nız nedir? Neler anlatır? Öcel: İzmir’de, İstanbul’da, Ankara’da oturdum ve eskiden Ankara benim için sevmediğim bir griliğe sahipti. Oysa sonbaharda yağmur yağarken ara sokaklarında yürümek, sarı yaprakları izlemek o kadar güzel ki, bayılıyorum artık. Ankara’da sinemaya gitmek, operaya gitmek, tiyatro izlemek çok güzel ve deniz yok dediklerine bakmayın. Antalya’ya gittiğimde, orada yaşayanlardan daha fazla denizin tadını çıkarıyorum, çünkü biz Ankara’da denizi özlüyoruz, o yüzden kıymetini daha iyi biliyoruz. Başkent’te her şey elimizin altında ve çok güzel bir şehir, ikincisi de Eskişehir bence. Bir de ben Ulus’a, Cumhuriyet tarihine, eski sokak isimlerine, o dönemki elbiselere, sosyal yaşama meraklıyım. Ankara bu konuda müze gibi.. Sonra pek çok şair bu şehirde bulunmuş. Orhan Veli Ankara’da bir çukura düşmesi nedeniyle ölüyor. Cemal Süreya burada yaşıyor, Atilla İlhan, Nazım Hikmet, Faruk Nafiz, Yusuf Ziya yolu buradan geçenler arasında…
Editör: TE Bilisim