NE VARSA, ESKİLERDE VAR...

SAKARYA CADDESİ’NİN NOSTALJİK SESİ

Kızılay’da Bayındır-1 Sokak’tan geçerken, kulaklarınızı çeliveren bir ses duyarsınız. Yılların Gürkan Plak’ından gelen, biraz eski, biraz puslu ve geçmişe götüren ezgiler... Hem plaktan çalınan şarkılar hem de sıcacık, nostalji kokan bir mekân size göz kırpar. Önce kasetlerin, sonra CD’lerin, günümüzde ise online dinleme imkânlarının üstünü örttüğü taş plaklar sizi alır, geçmiş yıllara götürür. Plak, zamana meydan okuyan pek çok güzel anı gibi gönlümüzdeki yerini korumaya devam ediyor. Hatta gün geçtikçe, sesin ve müziğin bu saf hâli, plak dinleyenlerin sayısını da artırmaya başladı. Belki çocukluğumuz, belki ilk aşkımız, belki büyükbabamızın oturma odasına götürüveren plaklar... Biz de, tıpkı plak gibi yıllara meydan okuyan Gürkan Plak’ın ezgisine kulak verdik ve Gürkan Bey ile nostaljik bir yolculuğa çıktık. HABER-FOTOĞRAF SULTAN YAVUZ ÖZİNANIRANKARA / Gürkan Bey’in plaklarla olan ilişkisi tâ 1985 yılına uzanıyor. O tarihte koleksiyoncu olarak başlayan Gürkan Bey, 1995 yılından beri de profesyonel olarak plak satışı yaptığını söylüyor. “Türkiye’de plak işi bittikten sonra, plak satan adam benim” diyor. Neden bu işe başladığını da şöyle anlatıyor, “1988 yılında plak işi tamamen bitti. Kaset ve CD dönemine girince, ben başladım. Bu dükkânın özelliği de şu, hiç bir zaman kaset ve CD işine girmedi, sadece plak. Yani biz 1970’lerde ortaya çıkıp yok olmadık, aynen devam ediyoruz. Koleksiyoncu olduğumuz zamanlarda edindiğimiz bilgileri insanlara aktarmayı düşündük. Elimizde de devâsa bir birikim olduğu için, bunları insanlarla paylaşıp, satmaya başladım” diyor. Gürkan Bey, Ankara’nın böyle konsept dükkânlara ihtiyacı olduğunu ve şu anda Türkiye’nin en büyük plak deposunun kendilerinde olduğunu da sözlerine ekliyor. “Lise bire giden çocuklar, orta üçe giden çocuklar bile geliyor.” Gürkan Bey, plak dinleme ve alma yaşının çok düştüğünü söyleyerek, şunları aktarıyor, “Artık, lise bire giden çocuklar, orta üçe giden çocuklar bile geliyor. Sadece buraya girip, buradaki ambiyansı görmeleri, koklamaları yetiyor. Buraya bir kere çocuklar gelmişti, orta ikiye falan gidiyorlardı, plak hediye etmiştim onlara. Bir hafta sonra, babalarını annelerini getirdiler, çocuklar plak aldılar. Barış Manço’dan başlıyorlar önce, “Arkadaşım Eşek” mesela, hiç birisi Manço’yu görmemiştir ama halen severler. Yani plak yaşı diye bir şey yok. Müziğe kulağı yatkın çocuklar, plak dinliyorlar. Buraya küçük yaşta gelen bazı çocuklar var, bir müzik birikimleri var, ben inanamıyorum. Hani, insan bunları nasıl bu yaşta dinler diye... Örneğin bir çocuk var, 18 yaşında. Tamburi Cemil Bey’leri, Hafız’ları dinliyor. Aynı yaşta başka bir çocuk geliyor, yurt dışındaki blues müzik tarzını içmiş, hepsini dinliyor. Kimisi rock dinliyor, kimisi Türkçe dinliyor, Zeki Müren dinliyor. Sonuçta herkes sevdiği sanatçıdan, sanatçının niteliği önemli olmaksızın aynı hazzı alıyor. Kimisi arabesk dinliyor; Ferdi Tayfur dinliyor, kimisi de Müzeyyen Senar dinliyor. “Cem Karaca’yı çok iyi biliyor ama Âşık Şekip Şahadoğru’yu kimse bilmiyor.” Plak dinlemenin törensel bir havası olduğunu söyleyen Gürkan Bey, plağı iki elle taşımanın, eve götürmenin ve doğal bir ses dinlemenin ritüeline vurgu yapıyor. 1985’ten beri plakçılığı bırakamadığını ifade eden Gürkan Bey, müzikteki çeşitliliğe de değinerek, “Hâlâ  koleksiyonumuzu bitirmiş değiliz. Bizde bütün dünya müzikleri olduğu için, Küba ayrı, Arjantin ayrı, Amerika, Almanya, İngiltere ayrı... Bir de müziğin ağları var; rock dinleyenler bile en az yirmiye bölünüyor ya da new age dinleyenler de var. Herkesin profesyonel olduğu alan olan Türkçe şarkıcıları da araştırdık. Hani, Erkin Koray, Barış Manço, Cem Karaca’yı çok iyi biliyor ama Çorumlu Âşık Şekip Şahadoğru’yu kimse bilmiyor. Türkiye’nin müzik coğrafyası inanılmaz geniş, bir de coğrafik yapımıza göre değişiyor. İç Anadolu’daki insanlar Hayri Taş’ı, Çiçekdağı’ndan Neşet’i biliyorsa; Güneydoğuda’ki adamlar bunu çok dinleyemiyorlar, kendi coğrafyasının insanlarını seviyorlar. Orada ayrı bir dünya, ayrı bir deniz var. Bunu tamamıyla öğrenmek çok zor” diye ifade ediyor. “İnsanları otuz yıl geriye götüren sadece bir şarkı... Konu eski plaklar olunca, antikadan da bahsetmemek olmazdı. Gürkan Bey, plaklar ve antikalar arasında bağ kurarak şunları söylüyor, “Antika kavramı vardı eskiden, işte kilimler, gaz lambaları falan... İnsanlar çocukken gördükleri nostaljik eşyalara o kadar özlemle bakıyorlar ki... Örneğin burada büyük Pepsi şişeleri vardı, dört-beş litrelik. Onları görünce, ‘A, babam bunları getiriyordu’ diyor. Düşünün, insanları otuz yıl geriye götüren sadece bir şarkı, ya da bir fotoğraf, ya da bir koku. Bunu gördüğü zaman hemen kendi içinde yirmi-otuz  yıl geriye gidiyor. Biz de müziği çok seviyoruz işte.” Plak biriktirmenin ve plak koleksiyoneri olmanın farklı şeyler olduğunu vurgulayan Gürkan Bey, “Plak biriktirmek önemli değil, parayı veren insan çok plak alabilir ama ‘Ben plak koleksiyonu yapıyorum’ diyemez. İkiye ayrılıyor; plak dinlemeyi seven insan vardır, bir de plak koleksiyonu yapan insan vardır. Koleksiyon yapan, mesela Barış Manço’nun aynı plağının yarısı mavi olanını da, birisi mor ya da eflatun olanlarını da toplamak durumundadır.  Albüm aynıdır, şarkıların değişiği yok. Yazı kaymıştır biraz, matbaa hatalıdır, onu alır. Almanya’da basılmıştır, onu alır. İşte Amerika’da basılmıştır, onu alır. Yani koleksiyonculuk çok zor ve lüks bir iş. Orta hâlli bir insanın altından kalkacağı gibi değil” diyor. “Koca ülkede iki yüz tane Âşık Mahsuni plağı var!” Belli plakların bir dönemin siyasi atmosferi içinde yakıldığından bahseden Gürkan Bey, “Bir de bizim ülkemizde darbeler oldu. Sol sanatçıların plakları yok edilmiş, yanmış, onun için zor bulunuyordu. Örneğin Cem Karaca’ların, Ruhi Su’ların, Rahmi Saltuk’ların ya da daha öncesinde de binlerce imha oluyordu. Onun için Beatles’ın plağı belki dünyada 10 milyon, 50 milyon basılmıştır. Ama Âşık Mahsuni Şerif’inki bulunamaz. Çünkü bin tane basılmış, onun da sekiz yüz tanesi yok olmuş. Koca ülkede iki yüz tane var, komik bir rakam. Bizim hâlâ  görmediğimiz plaklar var. Ama Türkiye müzikal anlamda inanılmaz zengin bir yer. Ayağı yere basan, çok iyi elemanlar yetiştirmiş. Avrupalılar bile şu an şoktalar yani, ‘Bu gitarları nasıl oldu da çaldılar’ diye. Bizim sanat müziğimiz ayrı, pop müzik bize ait olmasa da biz çok geliştirmişiz. Fakat Türkiyen’in bir kök müziği var; sanat müziği ve Türk Halk Müziği. Diğerleri hep bunların dallarıdır. Yani istediği kadar şimdi albümler güzel olsun, hâlen insanlar eski şarkı duyduğunda, o şarkının sözlerini bilmiyorum sanarlar ama kendileri farkında olmadan ezbere söylüyorlar. Demek ki beyin bunları bir tarafa atmış” diyor. “O naiflik, o ruh yok.” Eskiyle kıyaslandığında, günümüzdeki pek çok albümün aynı kalitede olmadığından dem vuran Gürkan Bey, “Şu anda enstrümanlar daha gelişmiş vaziyette olmasına rağmen, eskisi gibi albüm yok. Demek ki enstrümandan kaynaklanmıyormuş, bunu çalan insanlardan kaynaklanıyormuş. Bir lambalı amfiyle o zaman çalınan bir Fender gitar, şimdi onun çok çok kalitelileri yapılıyor olmasına rağmen, nedense o naiflik, o ruh yok. Şarkı sözleri de öyle, şimdi pop söyleyene bakıyorsunuz, eskiden 1980 öncesindeki kuşakların sözleri, şimdikinden güzeldir. Dörtlük dörtlük gider ve insan şarkının sözlerini okurken bile şiir okuyor gibidir ama şimdi ‘Bahçelerde miş miş, kız oğlanı sevmiş’diye böyle saçma sapan şeyler var” diye esprili bir dille yakınıyor. “Plaklar, eski şarkılar insanın annesi, babası gibi...” Gelişen teknoloji ile birlikte ortadan kalkan plakla ilgili de şunları söylüyor, “Bizde CD çıkınca, biz çok büyüttük gözümüzde. Kaset ve CD yerle bir etti o zaman plakları. İşte nedir? Pikapta iğneler kırılıyordu, oydu, buydu falan derken, bir bakıyorsunuz küçücük bir kaset, 90  dakikalık şarkı almış. İşte bir CD’ye bakıyorsunuz, insanlar şok. Ama teknoloji ne yaptı?  Mesela ben her CD dinlediğimde duyduğum desibel beni çok rahatsız ediyor. Şiş gibi insanın kulağına batıyor. Plaktaki desibel ise çok yüksek ve en güzel tarafı da şu, çalanlarla vokalin aynı anda harekete geçip, aynı ada bitmesi. ‘Live’ bir hava veriyor, canlı bir performans. Teknoloji dediğimiz olaya karşı değiliz ama yani şu an TRT’deki kameralar görüntüyü siyah beyaz alırlar. Niye? Siyah beyaz netleşebiliyor. Renklinin sınırı yok. Ama siyah beyazda küt buluyorsunuz, ‘şimdi mükemmel oldu’ diyorsunuz. Bu da aynı onun gibi. Yani plaklar, eski şarkılar insanın annesi babası gibi... Daha doğal, saf. Bir de güzel sözler yazmışlar.” “Bunları dinleyen insanlar, maalesef şimdi yok” Geçmiş kuşaklar ile yeni neslin farkını, dinledikleri müzikler ile ifade eden Gürkan Bey, “Ben örneğin plak almaya gidiyorum evlere, amca yetmiş yaşında mesela. Raflarına bakıyorum, tamamıyla fasıl. Bunları dinleyen insanlar maalesef şimdi yok. Soruyorum, ‘İşiniz nedir?’ ‘Emekli öğretmenim’ diyor. Bir düşünsenize, emekli bir öğretmen, müzisyen değil. Ama evinde yaklaşık yetmiş, seksen tane Balkan plağı çıkıyor. Şimdi ben hiç sanmıyorum ki, profesyonel mesleklerin dışında, evlerde gece gündüz fasıl dinleyen insan var. Fasıl denildiği zaman, insanlar şarkı meclisi falan sanıyor ama değil” diyor. Yeni kuşağa Türk Sanat Müziği’ni ve Türk Halk Müziği’ni sevdiren şeyin ise yeni aranjörler olduğunu belirterek, “Şu da bir gerçek ki, insanlara artık o eski sanat müziğini, halk müziğini sevdirenler yeni aranjörler oluyor. Örneğin Göksel, ‘Pişman Olacaksın Günün Birinde’ diye bir şarkı söylüyor, sanıyor ki Göksel’in şarkısı.. Burada Neşe Karaböcek’ten bir dinliyıor, ‘Aaa!’ diyor. E onun daha öncesi de var, Azerbeycan kökenli bir şarkı olduğu için, bir de onun orijinalini dinliyor. ‘Ya bu kadar eski miymiş’ diyor. Bir de insanlar plak almaya başladıkları zaman, farkında olmadan müzik araştırmacısı oluyorlar. Kurcalıyorlar, ‘Sanatçı ile ilgili bilgi edineyim’ derken, bir bakıyorsunuz ki kendi kendine bir sürü bilgi edinmiş. Mesela Yaşar Güvenir diye bir adam var, inanılmaz güzel bir sesi var. Popçu, eski tangocudur. Bir bakıyorsunuz ki bu adamın hayatını öğrenmiş. Sonra başkasına geçiyor. Böyle böyle derken, ortaya kocaman bilgi denizi çıkıyor” diyor. Böylece plak dinlemenin, sadece plak dinlemek anlamına gelmediğinin altını çiziyor. Taş plakların eşlik ettiği, eski film afişlerinin süslediği duvarlar da en az bizim kadar hislenmiş olmalı. Bu güzel sohbetin ardından, insan söylemeden edemiyor, “Ne varsa, eskilerde var.”