Gazeteciler Cemiyeti’nin Avrupa Birliği (AB) desteğiyle yürüttüğü Demokrasi için Medya / Medya için Demokrasi (M4D) Projesi’nin online gerçekleştirdiği “İkinci Yıllık Medya Konferansı”nda gazetecilerin pandemi dönemindeki sorunları değerlendirildi

NAZ AKMAN/ANKARA Gazeteciler Cemiyeti’nin Avrupa Birliği (AB) desteğiyle yürüttüğü Demokrasi için Medya / Medya için Demokrasi (M4D) Projesi İkinci Yıllık Medya Konferansı, salgın döneminde gazeteciliğin durumu, çalışma şartları, Anadolu basını, hapiste ve mahkeme koridorlarında gazetecilik konularıyla devam etti. Sunuculuğunu gazeteci Özlem Gürses’in yaptığı programın ilk oturumunda, Türkiye Gazeteciler Konfederasyonu Genel Başkan Yardımcısı Feridun Fazıl Özsoy moderatörlüğünde, Kayseri Büyükşehir Gazeteciler Cemiyeti önceki Başkanı Üstün Tuncer ile Trabzon Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Ersen Küçük “Salgın ve Anadolu Basını” hakkında bilgiler verdiler. Son yıllarda sıkıntılı günlerden geçen Anadolu basınının özellikle salgın sürecinden olumsuz etkilendiğini ifade eden Özsoy, bu dönemde tirajların, aboneliklerin, satışların ve reklamların düştüğünü, pek çok yerel gazetenin bulunduğu bölgede birleşme kararı aldığını, çoğu gazetenin ise kapandığını ve buna bağlı olarak çoğu gazetecinin işsiz kaldığını hatırlattı. “Salgın ve Anadolu Basını” Söz konusu süreçte çeşitli destek araçlarıyla medya kurumlarına, örgütlerine ve basın çalışanlarına destekler sağlayan M4D Projesi’nin imkanlarıyla çok sayıda atölye çalışması, eğitim ve konferans gerçekleştirdiklerini ifade eden Özsoy, “M4D Projesi kapsamında, atölye çalışmaları gerçekleştirdik. Cemiyetimizin ödenekleri, haber gazetemizin giderleri bu proje kapsamında karşılandı, yine proje kapsamında haber yazan arkadaşlarımıza telif desteği sağlandı, ayrıca ekipman desteğinden de faydalandık. Bu projeden faydalandığımız en önemli şey drone eğitimine ilişkin açtığımız kurslar oldu. Açıkçası M4D Projesi, Türkiye genelinde uygulandı ve pek çok gazeteci, medya örgütü bu projeden faydalandı” dedi. Tuncer, “Mesleğin değerlerinin erozyona uğradığını görüyoruz” Salgın sürecinde yerel medyada yapısal değişikliklerin ortaya çıktığını, mecraların el değiştirdiğini, gazetecilerin ekonomik kayıplara uğradığını ifade eden Kayseri Büyükşehir Gazeteciler Cemiyeti önceki Başkanı Üstün Tuncer, medyanın pandemide virüsten önce mutasyona uğradığını belirtti. Tuncer, “Medya pandemide kesinlikle virüsten önce mutasyona uğramıştır. Kayseri’de yayın yapan gazetelerden 14’ü bir araya geldi ve beşerli gruplar kurarak üç gazete çıkartmaya karar verdiler. Salgın sürecinde haftada bir gün yayınlanan gazetelerimiz oldu. Maalesef yayınlarımızı sürdüremedik ve ara vermek zorunda kaldık. Kayseri’de 300 kadar internet gazetesi yayınlandığı söyleniyor. Mesleğin değerlerinin erozyona uğradığını görüyoruz. En çok yıpranan kesimlerden biri gazeteciler oldu” diye konuştu. “Kayseri’de yaptığımız çalışmalar özgürlükler konusunda ufuk açtı” Tuncer, M4D Projesi kapsamında aldıkları destek ile Kayseri’de Basın Evi kurduklarını söyleyerek, “M4D ortaklarından biriyim, bu proje ile basın evi kurduk. Kayseri’de medya alanında çeşitli konferanslar, eğitim çalışmaları ve atölyeler yürüttük. Bu anlamda Kayseri’de yaptığımız çalışmalar özgürlükler konusunda ufuk açtı. Konferans aracılığıyla Türk basınında yaşanan sorunlar açıkça ortaya konuldu.” dedi. Küçük, “Gazetecilerin öncelikli meslek grupları arasına alınmasını istiyoruz” Salgın sürecinde kamuoyunu aydınlatma görevi dolayısıyla sahada çalışan ve risk grubunda olan basın mensuplarının sağlık çalışanları gibi öncelikli meslek grupları arasına alınması gerektiğine dikkat çeken Trabzon Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Ersen Küçük, “Salgınla beraber ülkemizde uygulanan tedbirler kapsamında kamu otoritelerinin virüsün yayılmasına yönelik önlemler alması gerekiyordu. Yetkililere seslenmek istiyorum; sağlık çalışanları gibi özverili çalışan grupların yanı sıra halkın haber alması için çalışan biz gazetecilerin de öncelikli meslek grupları arasına alınmasını istiyoruz. Haber akışının sağlanmasında risk üstlenen medya çalışanları, bu süreçte sokakta, kalabalıklar arasında basın toplantılarını takip etti, sağlık çalışanları kadar temaslıyız, risk grubuyuz” diye konuştu. Gazeteci Yıldız Yazıcıoğlu’nun kolaylaştırıcılığını üstlendiği “Salgın Döneminde Gazeteciliğin Durumu” başlıklı ikinci oturumda ise Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalında Araştırma Görevlisi Dr. Eray Öntaş ile gazeteci Batu Bozkürk, Covid-19’un haberleştirilme sürecine ilişkin görüşlerini aktardılar. Yazıcıoğlu, “Soru sorduğunuz anda muhalif olarak konumlandırılıyorsunuz” Yazıcıoğlu, Sağlık Bakanlığı’ndaki veri akışına ilişkin, “Sağlık Bakanlığı pandeminin yöneticisi konumundaydı. Ancak vaka sayısı başta olmak üzere yarattığı güvensizlikle sorun kaynağı olmaya başladı. TTB gibi kuruluşlar haber kaynağı olmaya başladı. Yol TV muhabirinin WhatsApp grubundan çıkartılması bile eleştirel sorunun kamu otoritesinde hoş karşılanmadığını ortaya koydu. İnternet medyasının alternatif ayağında doğru içerikler vermeye çalıştık ancak internette kopyala yapıştır anlayışında bir habercilik de var. Bakanlığın toplantılarına katılma hevesimiz düştü, çünkü soru sormak için sıra bize gelmiyordu. Alternatif medya olarak, soru sorduğunuz anda muhalif olarak konumlandırılıyorsunuz. Biz de Bakanlık toplantılarını artık halk gibi internetten izlemeye başladık” dedi. Hizmet alan ile veren arasında iletişim sorunu yaşanıyor “Salgın döneminde internet haber siteleri ve sağlıkla ilgili içerikler” başlığı altında gözlemlerini paylaşan Öntaş ise halk sağlığı açısından Covid-19’un haberleştirilme sürecine ilişkin bilgiler verdi. Öntaş, “İnsanlar güncel gündeme baktığında sağlık bilgilerine de bakıyor. Sağlık bakım hizmetlerinde, hizmet alan ile veren arasında iletişim sorunu yaşanıyor. Burada ne kadar süre hizmet alıyor ve aklındaki tüm sorunlar gideriliyor mu? Medyanın verdiği haberler içinde politik baskılar var mı? İnternet kullanıcısı sağlıklı bilgi alma arayışı içerisindeyken doğru bilgiyi talep edebiliyor muyuz sorusu ortaya çıkıyor. Medya ve kamu kuruluşları arasında sunulan bilgi yeterince şeffaf mı? Her gün açıklanan tablolarda hangi verinin neye karşılık geldiği, tanımlar yeterince açık mı da bir diğer soru. Pandemi döneminde, 'infodemi' şeklinde adlandırılan, sağlık konusunda yanlış bilgilendirme mevcut” şeklinde konuştu. Bozkürk, “Gazetecilerin soru sayıları kısıtlandı” Salgın sürecinde gazetecilere ilk dönemlerde akreditasyon uygulanmadığını belirten gazeteci Batu Bozkürk, süreç içinde yaşananlar hakkında “Ancak Nisan ayında, gazetecilerin soru sayılarının kısıtlandığını, yalnızca sekiz soru sorulabileceğini öğrendim. Basın müşaviri gerekçe olarak, haber kanallarından baskı geldiğini, reklam sürelerinin oldukça kısaldığını ve toplantının uzadığını aktardı. Bakan, toplantıda soru sormak isteyen bir muhabir arkadaşımızı susturdu. İlerleyen günlerde yapılan toplantılarda da ‘son sorumuzu alalım arkadaşlar’ ifadesini sık sık kullandı. Basın müşaviriyle gazeteciler arasında hararetli bir tartışma yaşandığımız süreçte Sağlık Bakanlığı toplantılarında üç kişi ile muhatap olurken, toplantılara sonradan sert duruşlu biri daha dahil oldu ve mikrofonların kime verileceğine ya da sorulara müdahale etti. Ben de mikrofonu bu süreçten sonra pek göremedim, hatta son sorumu Mayıs ayında maskelerin dağıtılamamayla ilgili sorabilmiştim. Sağlık Bakanı Fahrettin Koca, Mart başında kamuoyunun güvendiği isimlerden biriydi. Bakanlıkta önce şeffaf bir süreç vardı, sonra durum sertleşti, tekrar yumuşama oldu ama sonra yine o sertliği hissettik. Bu süreçte iki kırılma noktası yaşadık; biri, vaka sayısı yerine hasta sayılarının verilmesiydi, diğeri de 10 Aralık’ta toplam vaka sayılarının ilk kez açıklanmasıydı. Biz verileri kontrol ederken bu vaka sayılarının da yanlış olduğunu gördük. Bu nedenle veri doğruluğundan söz etmemiz zor oldu” ifadesini kullandı. [caption id="attachment_202284" align="alignleft" width="700"] Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Nazmi Bilgin[/caption] Bilgin, “Sizler sadece bir bedel ödemediniz, bizim de ödeyecek çok bedelimiz olduğunu bir kere daha hatırlattınız” M4D Projesi ulusal komite üyesi gazeteci Nursun Erel’in kolaylaştırıcılığını üstlendiği “Hapiste, Mahkeme Koridorlarında Gazetecilik” başlıklı günün üçüncü oturumunda gazeteciler; Müyesser Yıldız, Murat Ağırel, Barış Terkoğlu ve Barış Pehlivan gazetecilerin haber üretim sürecinde maruz kaldıkları adli süreçler hakkında bilgi verdiler. Oturumun açılış konuşmasını yapan Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Nazmi Bilgin, “Türk Basını adına sizlere teşekkür etmek istiyorum. Çünkü yakın bir gelecekte basın tarihinde yapılan mücadeleler sıralandığında hiç şüphesiz ki bunların en önünde olan isimler sizler olacaksınız. Sizler sadece bir bedel ödemediniz, bizim de ödeyecek çok bedelimiz olduğunu bir kere daha hatırlattınız. Basın özgürlüğü bireysel mücadelelerden daha çok cesaret isteyen bir mücadele gerektiriyor” dedi. Erel, “Türkiye’de, yargılamalar, hapis cezaları, sürgünler ne yazık ki gazetecilerin kaderi. Bu eziyetten nasibini alan gazetecilerin o kadar çok örneği var ki. Hatta bir dönem Türkiye, gazeteci kökenli başbakanını yargıladı, hapis cezası verdi, sürgün etti. Yayınlamakta olduğu dergisini bile kapattı” diyerek, gazetecilerin adli süreçlerini sordu. Yıldız, “Basın özgürlüğünün kaybolduğu yer sendikasızlaşmadır” Gazetecilerin örgütlenme gerekliliğine dikkat çeken Müyesser Yıldız, “2011’de tutuklandığımda annem alzheimerdı, ben ona bakıyordum. Gözaltına alınınca kardeşim görevi devraldı. Hiç konuşmayan annem ben gözaltına alınınca 'gene başını yaktı' demiş. Tabi ki başımızı yakacağız, uslanmayacağız ki bu kavga bizim şahsi kavgamız değil, ülkemizin, milletimizin kavgası. Ben hiçbir zaman kendimi ülkemden milletimden daha değerli görmedim. Bu ülke ve bu millet her türlü bedeli ödemeye layık. Gazetecilik görevimi yapmaya çalışıyorum. Yıpranma payından öce sendika meselesinin tartışılması gerekiyor. Basın özgürlüğünün kaybolduğu yer sendikasızlaşmadır. Sendika bitince gazetecilikte bitti, inişe geçti, şimdi gazetecilik yapılmadığı için yıpranma payının da önemi kalmadı” sözlerine yer verdi. Pehlivan, “İlk kez hapse giren, zulme uğrayan gazeteciler bizler değiliz” Gazeteciliğin suç olmadığını vurgulayan Barış Pehlivan, “Son dönemlerde sık sık 'gazetecilik suç değildir' diyoruz. Gazetecilik dünyanın hiçbir yerinde suç değil, dolayısıyla suçu öne sürmek için, 'terör örgütü’ suçlamaları yapılıyor. Türkiye’nin ceza kanunlarında gazetecilik diye bir suç bulamazsınız. O yüzden devletin gizli belgelerini açıklamak gibi cezalarla kendinizi cezaevinde bulabiliyorsunuz. Eleştirdiğim durum, gerçekleri ortaya çıkarma konusunda meslektaşlarımızın korku duvarlarını aşamadığı. İlk kez hapse giren, zulme uğrayan gazeteciler bizler değiliz. Bu ülke Kışlalı, Hablemitoğlu ve Mumcu gibi isimleri de gördü. Nasıl işkence odalarında zorlu süreç geçirdiklerini bilmemize rağmen gazeteciliğe başladık. Bizim meselemiz iktidarın kendisiyle değil, görevimiz olan kamuoyunu aydınlatmada öğrenilmesi gerekilen yanlışları dile getirmek. Bizim önünde eğileceğimiz şey sadece hakikat olmalı, başka şeyin önünde eğilirsek sonu gelmez. Daha fazla insanın ‘suç makinesi’ haline gelmemesi gerektiğine inanıyorum. Kamuoyunun, halkın, bizlerin gerçeği ortaya çıkarma mücadelesinde korku duvarını aşması durumunda daha fazla cesaretleneceğini düşünüyorum” dedi. Ağırel, “Her gazetecinin yolu en az bir kez sanık sandalyesinden geçiyor” Haber kaynağının açıklanmamasının suç unsuru olarak değerlendirilmesini eleştiren Murat Ağırel, “Her gazetecinin yolu en az bir kez sanık sandalyesinden geçiyor. Yargılamalarda haber kaynağını açıklamaktan imtina etti diye yazılıyor ve iddianamede bu suç unsuru olarak karşımıza çıkıyor. Halbuki bu bizim yasal hakkımız. Cezaevinden çıktıktan sonra haber kaynaklarınız çekinmeye başlıyor. Kanunlara, aykırılıklara sessiz kaldığımız sürece, önümüzdeki güruh bunu daha ileri boyutlara götürüyor. Devlette sessizlik, vatandaşta ise alışma söz konusu. Her hafta mahkemem var. Doğru tespit içeren haberlerimizden dolayı susturulmaya çalışıyoruz ancak üzerine gitmeye devam edeceğiz. Bu kadar yolsuzlukla mücadele etmemde ben teşvik eden kişi Barış Terkoğlu’dur” diye konuştu. Terkoğlu, “Sürekli yargılanıyoruz, tutuklanıyoruz ama esasında bir süre sonra kazanıyoruz” Tutukluluk sürecine ilişkin bilgi veren Barış Terkoğlu ise “Beni tutuklamaya sevk eden Zekeriya Öz’dü, iddianameyi yazan Cihan Kansız’dı. Bunlar şimdi nerede? Gitmelerine göz yumdular. Çünkü o mahkeme salonunda her ne kadar bizler yargılanıyor gibi görünsek de aslında o salondaki hakimler ve savcılar yargılanıyordu. Kendi elleriyle çizmiş oldukları tuzak eninde sonunda onları da bulacak, siz bir kere hukukun kantarını bozduğunuz zaman bir süre sonra sizi öyle güzel satıyor ki… Biz sürekli yargılanıyoruz, tutuklanıyoruz ama esasında bir süre sonra kazanıyoruz. Umut kırıcı olmaya çalışıyor ama umudumuzu kıramazlar. Mesele şu; bir yargı mekanizması neden gazetecinin kaynağı ile ilgilenir? Gazeteci esasında çağının tanığı olarak belirli suçlara tanıklık ediyor. Gazeteci kaynağını sorma meselesi şundan dolayı, bugünkü yargı mekanizması bunların deşifre edilmemesi üzerine düşünüyor. Yargı mekanizması suç işleyenlerle işbirliği yaparak suçun üstünü örtmek istiyorlar ve kaynağı da bu yüzden soruyor” dedi. [caption id="attachment_202281" align="alignright" width="407"] Hukukçu Murat Özveri[/caption] Salgın döneminde gazetecilerin çalışma şartları nasıl değişti? Salgın döneminde gazetecilerin çalışma şartlarına ilişkin video ile katılım sağlayarak bilgi veren Hukuçu Murat Özveri  evde çalışma sistemine ilişkin “Evde iş sözleşmesine baktığımızda yasal tanımı 461’inci maddede de iş verenin verdiği bir işi, işçinin evinde veya başka yerde kendisi veya aile fertleriyle birlikte ücret karşılığında yapması olarak tarif edilmiş. Esaslı bir neden olmadıkça sırf evde çalışma sözleşmesi yapıldı diye emsali işçilerle evde çalışan işçiler arasında ücret ve işin yürütüm koşulları açısından işverenin ayrım yapması mümkün değil, yaparsa bu hukuka aykırıdır. Ofiste başlayan bir çalışma tarafların ortak rızasıyla evde çalışmaya dönmüşse ofiste çalışırken elde ettiği hakların tamamımı veya bir kısmını işveren kısamaz. Ücret sadece saat ücreti karşılığında işçiye ödenen bir miktar değil, para ve parayla ölçülebilen tüm değerlerin toplamıdır, yemek dediğimiz şey de ücretin bir parçasıdır. Yani işçi iş yerinde yemekten faydalanıyorsa bu bedeli evde çalışırken de talep edebilir” dedi. [caption id="attachment_202287" align="alignright" width="386"] Tülin Daloğlu[/caption] Daloğlu, “Medya kuruluşları AB bütçesinde de pek fazla pay alamadı” halimiz.com sitesinin yayıncısı ve editörü Tülin Daloğlu video aracılığıyla katıldığı programda Avrupa ülkelerinin salgında gazetecilere yönelik desteklerinden söz ederek, ülkeler bazında medyaya olan güven endeksleri hakkında bilgi verdi. Daloğlu, “Salgından önce AB ülkelerinde medyaya olan güvene ilişkin 2014-2019 yılları arasında yapılan ankete göre; Almanya’da bu yıllar arasında medyaya olan güven yüzde 12 azalmış ancak hala bu güven yüzde 65 oranında. İspanya’da halkın yüzde 57’si medyaya güvenmiyor. Almanya ve İsveç’te güven her ne kadar azalsa da yine yüzde 60’ların üzerinde bir güven var ama İspanya gibi Avrupa’nın güneyinde kalan ülkelerde durum çok farklı. Fransa’da sarı yeleklilerin protestosundan sora halkın gazetecilere olan güveninde ciddi bir kırılma var, Sırbistan ve Macaristan da halk giderek medyaya güvenini kaybediyor. Salgın sürecine gelecek olursak Hollanda bu dönemde Uluslararası Gazeteciler Federasyonu kimliğini taşıyan her gazeteciye sınırlarını açmış. Fransa’da da güven azalıyor ama hükümet medyanın salgından olumsuz etkilenmesinden dolayı gazete, dergi veya haber internet sitelerinde yıllık aboneliklerde vergiden indirim kararı aldı.AB bütçesinde de medya kuruluşları pek fazla pay almadılar neden çünkü çalışıyorlar” diye konuştu.
Editör: TE Bilisim