Avukat Berkin Erol Dinçer, salgın sürecinde yaşanan ekonomik sorunlar, işsizlik, işsiz kalma korkusu, sokağa çıkma yasakları ve kısıtlamalarla birlikte her geçen gün dalga boyu yükselen ev içi şiddet ve halihazırda yürürlükte olan Hayvanları Koruma Kanunu’nun yetersiz görülmesi üzerine Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) Hayvan Hakları Koruma Komisyonu’nun raporundaki önerilerin temel alınacağı yasa teklifinin Meclis gündemine getirilmesinin önemini anlattı
NAZ AKMAN/ANKARA Covid-19 virüs salgınıyla birlikte dünyanın pek çok yerinde ve ülkemizdealınan tedbirler kapsamında uygulanan karantina süreci ekonomik ve sosyal alanda yarattığı sorunların yanı sıra özellikle ev içi şiddetin dalga boyunun yükselmesine de yol açıyor. Sürecin belirsizliğinden kaynaklı meydana gelen kaygı bozuklukları, sağlık endişesi, depresyon pek çok alanda şiddet eğilimini de tetikliyor. Özellikle ev içi şiddet vakalarında artışın gözlemlendiği bu dönemde şiddet mağdurlarının ihbarda bulunmaması, haklarını bilmemesi ve gerekli yasal süreçlere hakim olmaması şiddetin dozunun da artışına neden oluyor. Öte yandan salgından olumsuz etkilenen sokak hayvanları da bu süreçte sokağa çıkma kısıtlamaları nedeniyle hayvanseverler tarafından gerekli desteği alamıyor. Sokağa çıkma kısıtlamaları dolayısıyla pek çok hayvanseverin sokakta yaşayan canlılara bakamaması, gerek doğal koşullar gerekse kasıtlı bir şekilde öldürülen sokak hayvanlarının sayısında da her geçen gün artış gözlemleniyor. Nava Partners Hukuk ve Danışmanlık Ofisi Kurucu ortaklarında Avukat Berkin Erol Dinçer, ev içi şiddete ilişkin yasal düzenlemeleri, şiddetle mücadele eden ilgili kurum, kuruluş ve sivil toplum örgütlerini, İstanbul Sözleşmesi’nin önemini, halihazırda Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) Hayvan Hakları Koruma Komisyonu’nun raporundaki öneriler ışığında gündeme getirilmesi planlanan Hayvan Hakları Kanunu’na ilişkin bilgiler verdi. “Sözleşme uygulamada yargıya dahil gözükmüyor” Dinçer, Türkiye’de, 8 Mart 2012’de, 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun’un, 1 Ağustos 2014’te Kadına Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye Dair Avrupa Konseyi Sözleşmesi’nin (İstanbul Sözleşmesi) yürürlüğe girdiğini ancak uygulamada halen birtakım eksikliklerin bulunduğunu söyledi. Dinçer, “Gerek ülkemizde gerekse dünyada özellikle kadına karşı şiddet ciddi boyutlarda. Salgın sürecinde eve kapanmayla birlikte şiddet oranlarında değişiklik gözlemlendi. Önceden 4320 sayılı Ailenin Korunmasına Dair Kanun vardı, İstanbul Sözleşmesi’ne taraf olduktan sonra bu kanun 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun’a evirildi. Ancak gerek ilgili kanunda gerekse Türk Ceza Kanunu’nda bunu aile içi şiddet veya eşe karşı yapılan suç ve şiddet olarak ele alıyoruz. İstanbul Sözleşmesi’nin bu anlamdaki özelliği şiddeti biyolojik veya hukuki, ailevi bağa bakılmaksızın ev içi şiddet kapsamında değerlendirmesidir. Dolayısıyla böyle bir kapsam farkı oluştu. Bu konuda örnek verecek olursak, Türk Ceza Kanunu’nda kasten öldürme suçunun nitelikli halleri arasında eşe karşı işlenmesi hüküm altına alınmakla beraber eski eşe karşı işlenmesi yönünden bir düzenlemeye yer verilmemiştir. Bu doğrultuda ilgili suçun eski eşe karşı işlenmesi durumunda kasten öldürme suçu yönünden nitelikli halin oluşmaması sonucu doğmaktadır. Ancak eğer İstanbul Sözleşmesi’ni kanunlarımızla uyumlu hale getirip Türk Ceza Kanunu’nda da buna uygun düzenlemeler yapsaydık, eski eşe karşı işlenen kasten öldürme suçlarına müebbet hapis cezası yerine ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası verilmesi gündeme gelecekti. Dolayısıyla sözleşme uygulamada yargıya dahil gözükmüyor. Her ne kadar tamamen uyumlu olmasak da İstanbul Sözleşmesi’ne tarafız ancak orada belirtilen ev içi şiddet kapsamı bizde aile içi şiddet kavramı olarak değerlendirildiğinden kavram eksik kalmış oluyor. Yasal mevzuat koruma tedbiri ihlal edildiğinde, hükmün açıklanması geri bırakılmaksızın, denetimli serbestlik olmaksızın, ertelemeye tabii tutulmaksızın doğrudan zorlama hapsine imkan tanıyor ancak bizim bütün yasal mevzuatlarımızı uluslararası metinlere uygun hale getirmemiz şiddetle mücadelede önemli bir adım olacaktır” dedi. [caption id="attachment_203279" align="alignright" width="347"] Avukat Berkin Erol Dinçer[/caption] “Gerekli düzenlemelerin yapılması İstanbul Sözleşmesi’nin mevcudiyeti ve bağlayıcılığını daha çok öne çıkartacak” Aile İçi Şiddet Acil Yardım Hattı, Alo 183 Hattı, İçişleri Bakanlığı ve Çalışma Bakanlığı’nın hazırladığı KADES uygulaması, Ankara Barosu Gelincik Merkezi gibi aile içi şiddetle mücadele eden kurum, kuruluş ve sivil toplum örgütlerince sunulan hizmetler kapsamında destek alınabileceğine işaret eden Dinçer, “Şiddet uygulayanların geçmişi incelendiğinde genellikle pek çoğunun şiddete uğramış olduğu dolayısıyla şiddeti bir iletişim dili olarak benimsedikleri gözlemleniyor, dolayısıyla şiddetin nedenlerinin kaynağına inilmesi gerekiyor. Şiddeti başlamadan önlemek en önemlisi. İstanbul Sözleşmesi’nin bu anlamda dört temel ilkesi; kadına yönelik her türlü şiddetin ve ev içi şiddetin önlenmesi, şiddet mağdurlarının korunması, suçların kovuşturulması, suçluların cezalandırılması ve kadına karşı şiddet ile mücadele alanında bütüncül, eş güdümlü ve etkili işbirliği içeren politikaların hayata geçirilmesidir. Dolayısıyla şiddetin ortaya çıkmasını önlemek bizim için önem arz ediyor. Çok sayıda dernek, kurum, kuruluş, sivil toplum örgütü ve baro kadına yönelik şiddetin önlenmesine ilişkin hizmetlerde bulunuyor, kadına yönelik şiddete ve ev içi şiddete ilişkin yargılamalara müdahil olabilmeleri gerekiyor ancak yargılamalarda müdahil olma talepleri genellikle reddediliyor. Bu bakımdan kanunlarımızda ciddi düzenlemelerimiz mevcut olmakla birlikte uluslararası metinlerle özellikle İstanbul Sözleşmesi gibi metinlerle tam olarak uyumlu değiliz, bunlar belli başlı eksiklikler yaratıyor. Gerekli düzenlemelerin yapılması İstanbul Sözleşmesi’nin mevcudiyeti ve bağlayıcılığını daha çok öne çıkartacak ve uygulamadaki amaca hizmeti daha önemli noktaya getirecektir. Bu alanda hizmet verenlerin yanı sıra esas önemli nokta elbette şiddet konusunda kadınlarımızın Anayasal güvence altına alınmış olan haklarına ve bu anlamda şiddete maruz kaldıklarında başvuracakları mercileri bilmeleri çok önemli. Şiddet mağduru pek çok insan sahip olduğu haklar konusunda yeterli bir bilince sahip değil, nereye başvurabileceğini, hangi yolları izlemesi gerektiğini bilmiyor. KADES, aplikasyonu ile bir butona basıp kolluk güçlerinden yardım alınabilir, aynı şekilde Ankara Barosu’nun Gelincik Merkezi, fiziksel, ekonomik, psikolojik şiddete maruz kalan kadın, çocuk, LGBTQ+1 bireylerin uğradığı şiddet konusunda özel eğitim almış uzman ve gönüllü avukatlar tarafından yardım alınmasını sağlıyor. Gerek telefon ile görüşme gerekse yüz yüze görüşme ile şiddet mağdurlarına destek sağladığı gibi gerektiğinde psikolog ve sosyal yardım uzmanlarından destek alınmasına olanak veriyor. Ayrıca diğer kurum ve kuruluşlarca da ekonomik destek ve istihdam gibi olanaklar sunuluyor. Kadınların bu konuda bilinçlendirilmesi, bilgilendirilmesi ve sahip oldukları hakları kullanması çok önemli. Kadınların bu anlamda ciddi hakları olduğunu unutmamaları, bununla mücadelede yalnız olmadıklarını ve korunabileceklerini bilmeleri gerekiyor” sözlerine yer verdi. Dinçer salgın sürecinde ev içi şiddete ilişkin ise “Şiddetin aile içinde gizlenmesi, ihbar edilmemesi, hasır altı edilmesi her dönem yaşanan bir sorundu ancak salgın sürecinde pek çok insan belki de çaresiz hissettiklerinden şiddeti bildirmekten çekindi ancak bu durum daha farklı boyutlara ulaştı. Her ne kadar karantina sürecinde komşu ihbarlarında artış olsa da şiddet mağdurlarının da buna dur demesi kayıtsız kalmaması gerekiyor” dedi. “Esas sorun hayvanların yasada bir canlı olarak değil eşya olarak değerlendirilmesi” Halihazırda yürürlükte olan Hayvanları Koruma Kanunu’nun yetersiz görülmesi üzerine Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) Hayvan Hakları KorumaKomisyonu’nun raporundaki önerilerin temel alınacağı yasa teklifinin Meclis gündemine getirilmesi gerektiğini ifade eden Dinçer, hayvanlara karşı işlenen suçların Kabahatler Kanunu kapsamında değerlendirildiğini ve bu suçu işleyenlere para cezası verildiğini, mevcut düzenlemelerin ise yetersiz kaldığını söyledi. Dinçer ilgili yasa hakkında ise “Hayvanlara karşı şiddet oranı ülkemizde ciddi bir sorun, bu anlamda bazı yasal düzenlemelerimiz var ancak yeterli değil. Esas sorun hayvanların yasada bir canlı olarak değil eşya olarak değerlendirilmesi. Özellikle sahipli hayvanlar bir özel eşya olarak görülürken sahipsiz hayvanlar açısından daha büyük bir belirsizlik var, onlar kimliksiz. 5199 sayılı Hayvanları Koruma Kanunu, hayvanlara karşı işlenen suçları bir kabahat olarak nitelendiriyor ve bu suçu işleyenler Türk Ceza Kanunu kapsamında yargılanmıyor sadece para cezası uygulanıyor. Mecliste bu konuda Hayvan Hakları Koruma Komisyonu hazırladığı raporda tavsiyelerde bulundu. Bu kanunda öncelik kanunun isminin revize edilmesi hayvanları koruma yerine hayvan hakları teriminin kullanılması, hayvanların aslında doğuştan haklara sahip olduğunu ve yine sahipli-sahipsiz hayvan ayrımının önüne geçilmesi öngörülüyor. Yeni teklifte, hayvanlara karşı işlenen suçların Türk Ceza Kanunu kapsamına alınması ve alt sınırı iki yıl bir aydan başlayan bir hapis cezası ön görülüyor. Yeni kanunda yaptırımlarla caydırıcılık hedefleniyor. Para cezalarının arttırılması, Türk Ceza Kanunu kapsamında bunun suç sayılması çok önemli.Hapis cezalarının alt sınırının belirlenmesi ve ertelenmeksizin, hükmün açıklanması geriye bırakılmaksızın bu suçu işleyenlerin hapis yatması caydırıcılığı sağlayacaktır” diye konuştu. Salgın sürecinde sokak hayvanları sahipsiz kaldı Son olarak salgın döneminde uygulanan sokağa çıkma yasakları nedeniyle pek çok hayvanseverin sokaktaki dostlarına mama ve su desteği sağlayamadığını söyleyen Dinçer, “Salgından önce pek çok hayvansever bulunduğu mahallede yaşayan sokak hayvanlarına en azından bir kap mama veya su bırakabiliyor, yaralı olanları ise tedavi ettirmek için veterinere götürebiliyordu. Bu destek kışın zor şartlar altında yaşama mücadelesi veren sokaktaki dostlarımız için ciddi bir umuttu. Ancak kısıtlamalarla ve sağlık kaygısı nedeniyle sokağa çıkılamayınca bu dostlarımız da sahipsiz kaldı. Buna bağlı olarak gerek doğal koşullar gerekse hayvanlara karşı işlenen şiddet kaynaklı sahipsiz hayvanların ölümünde artışlar yaşandı” dedi.