Taner DEDEOĞLU Ülkemiz resim sanatında önemli bir imzadır Çallı. Önce köyden Osmanlı İmparatorluğunun başkentine gelen, arzuhalcilik yaparkenresme yatkınlığı dikkat çeken hattaFransa’ya resim eğitimi için gönderilen üç öğrenci arasına giren İbrahim Çallıve onun yıllar sonra tanıdığı, çalışmalarını beğendiği, ressam olması için de arkadaşlarına emanet ettiği torunu Yaşar Çallı. Bu hafta birçok ülke devlet başkanlarının portresini yapan Yaşar Çallı ile Zaman Tünelinde dede Çallı İbrahim’e doğru uzanacağız. Çal’ın ünlü mesire yeri Kumral Çeşmesinde eğlence için toplanan gençler, o gecenin sabahında aralarından dünyaca ünlü bir ressam çıkartır! 1882 yılında Çal’da doğan, çevresinde saygın bir genç olan İbrahim, genç yaşta da evlenmiş hatta baba olmuştur. Bu geceye katılan Deli Yusuf’un kızı Sıdıka ile de aralarında bir gönül ilişkisi söylentileri vardır. Keyifle geçen gecenin sabahında şehre dönüşte ortalık aydınlanmış, insanlar bağ-bahçe çalışmaları için sokaklara dökülmüştür. Eğlenceden gelen gençlerden İbrahim de içkinin etkisinde olan Sıdıka’yı sırtında taşırken görülür. Bu durumda ailesi İbrahim’i, köyden uzaklaştırmak amacıyla,‘Askeri İdadi’ye gitmesi için kuşağının altına para koyarak İstanbul’a gönderir. Kaldığı handa paralarını çaldıran İbrahim, okur-yazar olması nedeniyle, Yeni Cami avlusundaki arzuhalcilerdeniş ister. Mektupçulukla başlayan bu çalışmada dikkat çeken farklı kalemionu Ressam Rupen Efendiyle oradan da Şeker Ahmet Paşa’nın oğlu İzzettin Beyle tanışmaya kadar götürür. Çallı İbrahim, girdiği bu çevrenin yönlendirmesi ile 1906 yılında Sanayi-i Nefise Okuluna girer ve altı yıllık okulu üç yılda bitirir. 1910 yılında Maarif Nezaretinin açtığı yarışmada “Çıplak Adam” ve “Hareket Ordusunun Muhafız Alayından Maksut Çavuş” adlı tabloları ile birinci olur, Hikmet Onat ve Ruhi Arel ile resim eğitimi için Paris’e gönderilir. Doğuştan var olan yeteneği bu öğretim olanaklarıyla birleşince, Türk Resim Sanatına da önemli bir imza kazanılmış olur. PARİS’TE RESİM ÖĞRENİYOR Empresyonist ve Kübist denemelere karşı çıkan FernandCormon atölyesinde dört yılı resim çalışan Çallı İbrahim, ustasının aksine emprestyonizme yakın, özgür görüş ve tekniği benimser. Batılı Emprestyonistlerin plan ve tablo düzeni daha yumuşak, daha belirsiz görülen, hazırlıksız, eskiz ve taslak yapmadan fırça ucuyla çizgiler atmaktadır. 1914 yılında Birinci Dünya Savaşı nedeniyle yurda dönen Çallı İbrahim Sanayi-i Nefise Mektebinde Vallaury’nin yardımcısı olur ardından da, Resim Bölümü Yağlıboya Atölyesi Öğretmenliğine getirilir, bu dönemde örnek olduğu sanatçılara da “1914 kuşağı” veya “ Çallı Kuşağı” denilecektir. Çallı İbrahim yurda dönüşünde köyündeki ailesini arar fakat sonuç istediği gibi çıkmaz, aradan yıllar geçmiştir, karısının ailesi kızlarını ve torunlarını İstanbul’a göndermez. İbrahim Çallı daha sonra yeni bir yuva kurar, Çal’daki kızı Sare de tüccar Hasan Ekinci ile evlenmiş ve eşinin işleri nedeniyle de Buldan’a yerleşmiştir, çiftin üçüncü çocuğu Yaşar Ekinci, 19 Aralık 1941 de dünyaya gelir. Ekinci olarak dünyaya gelen daha sonra Çallı soyadı ile dünyada tanınacak olan ressam Yaşar Çallı çocukluğunu şöyle anlatıyor: “Mahalledeki çocuklardan bir ayrıcalığım olduğunu biliyorum ama bu fark ne, onu bilmiyordum. Onlar çelik-çomak, bezden yapılmış top ile futbol oynuyorlar, beni aralarına almıyorlar! sen seyret diyorlar. Çünkü o oyunları beceremiyorum, ben çamurdan araba, heykel falan yapıyorum, kömür parçaları ile duvarlara resim çiziyorum, bunlardan zevk alıyorum, oyunum bu. DEDEN ÜNLÜ BİR RESSAM! Denizli Kahramanlar İlkokuluna başladım, daha okuma-yazma yok, öğretmenim Osman Aksoy söylemiş olmalı, bir gün müdür beni tahtanın önüne çıkarttı, öğretmenler de toplandı. Elime tebeşir verdiler ve duvarda asılı duran Atatürk resmini göstererek haydi yap dediler, ben de yaptım. Müdür başımı okşadı ve ‘senin deden ünlü bir ressammış, sende ressam olacaksın’ dedi. Herkes dede Çallı’yı tanınıyor, ressam nedir biliyor ama ben ikisini de bilmiyorum ki! O yaşlarda bu sözcük bana sihirli gelmeye başladı, okuma-yazma öğrendikten sonra, bulduğum her yere çeşitli boylarda ’ressam’ yazıyordum… Denizli Lisesinde de bir resim öğretmeni var, adı Besim Yazıcı. Beni ortaokulun resim derslerine götürüyor, benimle çok ilgili. Zaten ilkokul ikinci sınıfta resimle fazla ilgilenmem sonucu sınıfta kaldım. Sonradan öğreniyorum ki; Besim Hocam, dede Çallı’nın akademidenöğrencisi, hem de yakın, sırdaş bir öğrencisi, her şeyi biliyor. Denizli’ye geldiği zaman, beni bulduğunda da hocasına mektupla durumu bildiriyor. Bendeki resim yeteneğinden de haberi olan dedem beni Besim hocama emanet etmiş. Besim Hocam hep benim yanımda, Lisenin yılsonu gösterisinde sahnelenen ‘Fareler ve İnsanlar’ adlı oyunun dekorunu yapan Besim Hocamın tek yardımcısıyım…” SANATTA MİRACIM! Adına sanatta ekol açılan İbrahim Çallı, hiç görmediği torununu uzaktan takip etmektedir. İkinci evliliğinden de bir çocuğu ve bir de torunu vardır fakat yetenek Yaşar’da çıkmıştır. Dede Çallı, Denizli’ye yazdığı mektupla torununu İstanbul’a istetir. Resme meraklı Yaşar henüz 16 yaşındayken dünyaca ünlü ressam dedesi İbrahim Çallı ile karşılaşmasını şöyle anlatıyor: “Besim hocamla trene bindik ve İstanbul’a gittik, o gün benim sanatta miracımdır. Kapı açıldı, saçları benim gibi uzun, birisi içeri girdi, ‘gel bakalım torunum’ dedi ve elini omzuma koydu. Elini koyması ile ben bir ağırlık hissettim, bu gelecekteki ‘Çallı isminin’ sorumluluğu idi, bunu hissettim. Resimlerime baktı, ‘senin yaşındayken ben ressam olacağımı bilmiyordum’ dedi. Evinin balkonuna çıktık, o defalarca buradan çalışmış, Fındıklıyı tepeden gören bir manzarası vardır balkonun, kendi tuvali, paleti ki boyaları da sıkılmış bana verdi ve ben de onun nezaretinde buradan çalıştım. Benden umutlu olmalı ki o yaz tatilini dedemle geçirdim. Ortaokulu bitirdiğim zaman Akademiye gideceğimin de işaretlerini alarak Denizli’ye döndüm. Daha sonra bana üzerine de ‘oğlum Yaşar, derslerini ihmal etmemek şartıyla istikbalde deden gibi ressam olacaksın’ yazılı, resimle ilgili bir kitap göndermişti. İşler istediğimiz gitmedi, Matematik Öğretmenim Baki Baklan bazı öğretmenlerimin de araya girmesine rağmen bir notla beni sınıfta bırakınca tüm program değişti. Daha sonra ben Denizli’de lise öğrenimimi sürdürürken okul gazetesine yazdığım bir makalede, matematiğin rakamlarla problem çözmek olmadığını, sanatta da matematik olduğunu vurgulamıştım. Hocamla da bir tren seyahatinde karşılaşmıştık… VELİM OLACAKMIŞ O yıl matematikten sınıfta kalarak dedemin tüm planlarını bozmuş oldum. Sonradan öğrendiğime göre, dedem İbrahim Çallı ortaokuldan sonra beni İstanbul’a aldıracak, elimden tutacak, Akademiye götürecek ve yazdıracak, hatta velim de olacakmış, ama olamadı. Ben sene kaybettim, o da kısa bir süre sonra 22 Mayıs 1960 günü yaşama veda etti. Lise günlerinde dedemin beni emanet ettiğini sonradan öğrendiğim ikinci kişi Dr. Esat Minkari den bir mektup aldım. Minkari mektubunda; dedemin manevi oğlu olduğunu, beni İstanbul’a getirmek için görev aldığını belirtiyordu ve zarfın içinde de yüklüce bir para vardı. Ben İstanbul’a geldim, Dr. Esat Minkari ile buluştum, beni Çamlıca Kulübüne götürdü, üst katında da misafirhanesi var. Dedemin üyesi olduğu ve çok sık gittiği bir yermiş, akşam, oradaki ağabeyler, ablalar beni bir masaya oturttu ve ‘burası onun yeri’ deyerek önüme de bir bardak rakı koydular, ben de rakıyla tanışmış oldum. Akademinin bitmesi ile de dedemin kurduğu Ressamlar Cemiyetine de üye olarak bir başka mutluluğu daha tattım.” Daha sonra Güzel sanatlar Akademisine giren, Halil Dikmen galerisinde, Zeki Faik İzer atölyesinde eğitim gören, Akademi sonrasında da hocası Prof.Dr. Sadi Diren’in müdürlüğünü yaptığı Eczacıbaşı Seramik Fabrikasında on yıl çalışan Yaşar, Çalılığa geçişini de şöyle anlatıyor: BANA KALAN MİRAS, YETENEK “Çallı İbrahim, Paris dönüşü anneannemi İstanbul’a istemiş, o zamanki düşünce tarzı ile ailesi, ‘bırak o artık Avrupalı oldu’ gibi telkinlerle anneannemi göndermemiş. Annem babasını ben bir buçuk yaşımdayken bir defa görmüş. Resmi nikâh gibi bir bağ olmayınca ve aradan gecen zamanla bizim tarafla ilişkileri kopuk olduğu için Çallı da yeniden evlenmiş. Dedemin ölümünden sonra aileler arasında miras konusunda tatsız şeyler oldu ama ben bunun dışındayım. Çünkü bende kimsenin paylaşamayacağı miras var, yetenek… Kimsenin hak iddia edemeyeceği, hiçbir zaman elimden alınamayacak bir miras… Dedemin ikinci evliliğinden de Belma adında bir kızı daha olmuş, yani teyzem, kocası tenis hakemi muhteşem insan Enes Talay, bir oğulları vardı, Mete o da genç yaşta yaşama veda etti. Belma teyzem beni çok severdi, benim resim yapmamı isterdi. Onların evinde bir süre kaldım, bir gün bana ‘Deli dana gibi dolaşıp durma bak oraya model koydum, çalış’ demişti. İçinde sarıçiçekler olan vazo, dedem öldükten sonra bir sergi açıldı, bu tabloda oradaydı… CUMHURİYETİN İLK SARAY RESSAMI Ben Eczacıbaşı Fabrikasında heykeller, seramik panolar falan yapıyordum ama resim de devam ediyordu. Bu arada birkaç sergim ‘Yaşar Ekinci’ adı ile açıldı. Dr.EsatMinkari bir gün ‘bütün eserlerini topla sergi açıyoruz’ dedi, ben hazırlıkları yaptım, tabloları topladım, Beyazıt Adliyesine gittik!Hiçbir şeyden haberim yok. Benim eserler dizildi, hâkimler ve uzmanlar inceledi ve bana ‘babanız Hasan Ekinciden icazet aldık, eserlerini inceledik ve bundan sonra resimlerinin altına ‘Çallı’ diye imza atabilirsin’ dediler, ben de bunu daha sonra soy ad olarak aldım. Arkadaşım İlhan Akşit’in Dolmabahçe Saray Müze Müdürü olduğunu duyunca bir arkadaşımla ziyaretine gittik. Akşit beni görünce sekreterine, ‘hemen Başkan Cahit Beyi ara’ dedi. TBMM Başkanı Cahit Karakaş aranıyor… Akşit, Cahit Beye benim orada olduğumu söyledi, telefonu kapatınca da Pazartesi günü saat 10.00 da seni Ankara’da bekliyor’ dedi, gidişimiz Cuma günü… Başkanlık, tüm TBMM Başkanlarının portresinin yapılmasını kararlaştırmış, bu iş içinde beni düşünmüşler ve bana ulaşmaya çalışıyorlarmış, rastlantıya bakın... 1978 yılında Başkanla yaptığım görüşme sonunda TBMM Meclis Ressamı ve Sanat Danışmanı olarak kadroya girdim. İlk görev yerim Dolmabahçe Sarayında idi, böylece Cumhuriyet tarihinde Saraya atanan ilk ressam oldum. Benden sonra da böyle bir atama yapılmadığından ilk ve tek unvanı da bana kaldı. Burada Atatürk’ten başlayarak Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlarının portrelerini çalıştım, hayatta olmayanların ailelerinden fotoğraflarını alarak geniş bir koleksiyon hazırladım.” PORTRELERİ İLE ÜNLENDİ Güzel Sanatlar Akademisini bitirdikten sonra Eczacıbaşı Seramik Fabrikasında çalışan Yaşar Çallı, resimden hiç kopmaz. İş hayatı dışında evinde kurduğu atölyesinde resim çalışan Çallı, 1974 yılında İstanbul Hilton Otelde bir portre sergisi açar. Daha sonra Hilton Otel’de bir gelenek halini alan bu sergi Yaşar Çallı’nın portre alanında ilerleyeceğinin de bir göstergesi olur. 1979 yılı başında Irak Kültür Bakanlığı daveti ile devlet adamlarının portrelerini yapmak üzere bu ülkeye gider. 1987-88 yıllarında da yeniden Irak’tan davet alan Çallı, burada Devlet Başkanı Saddam Hüseyin ödülünü alır. 1989 yılında Çin, Lionin Eyaleti Başkenti Şenyang’a sergi için davet edilen ilk Türk Ressamı unvanını alan Yaşar Çallı, aynı davete 2005 yılında da katılır. 1991 yılında New York Türk Evinde ve Almanya, Münstein ve Köln de sergiler açan Çallı ayrıca Yunanistan’a giden TRT Dostluk Treninde de yer alır. Makedonya ve Polonya’da birçok çalıştaya da katılan, buralarda sergiler de açan Yaşan Çallı, Cumhurbaşkanlarımız, Kenan Evren, Turgut Özal, Ahmet Necdet Sezer ve Süleyman Demirel ile Koç, Sabancı ve Eczacıbaşı aileleri tabloları ile Doğramacı Ailesi Soyağacını da tuvaline işler. 2002 yılında Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer döneminde başlatılan Atatürk Arşivi Projesinde görev alan Yaşar Çallı, ulu önderin Anadolu’da kaldığı veya tarihi toplantıların yapıldığı binaların da resimlerini yaparak büyük bir arşive de imzasını atar. Yaşar Çallı, dedesinin fırçasını olduğu yerden alıp, renkleri, ışığı nesnelerin duyguları üzerine bıraktığı etki ile yoğurup kendi tarzını yaratır. 1983 yılında evlenen Çiğdem-Yaşar Çallı çiftini oğlu İbrahim Çallı da 1993 yılında dünyaya gelmiş.
Editör: TE Bilisim