Utku ŞENSOY 17 Ağustos depreminin üzerinden 20 yıldan fazla bir süre geçmesine rağmen, TRT’de görevliyken 03.30’da başladığım, ekran karşısında geçirdiğim 6 saatten fazla süren canlı yayındaki derin üzüntüm hepimiz gibi belleğimdeki tazeliğini koruyor. Aradan geçen sürede, alınan önlemlerin yetersizliği, başta İstanbul olmak üzere yurt genelinde çoğu yapıların güvenli olmayışı, büyük kentlerdeki toplanma alanlarının kifayetsizliği ve Kanal İstanbul’un Marmara’daki faydan etkileneceği yolundaki eleştiri ve tartışmalar sürerken, Cuma akşamı Elazığ’ın Sivrice ilçesinden gelen 6.8’lik deprem haberleriyle sarsıldık. Yitirdiğimiz canlar bir kez daha ulusça hepimizi derinden etkiledi, bizi yeniden bu topraklardaki deprem gerçeğiyle yüzleştirdi. 17 Ağustos sonrası, 12 Kasım Düzce depreminin hemen ardından bölgede yaşananlara yakından tanık olmuştum. Bu kez yardım ve kurtarma çalışmalarının gerek devlet, gerekse STK’lar açısından çok daha profesyonel, soğukkanlı ve efektif yapıldığı görülüyor. Artık gerek arama-kurtarma, gerekse aş-ısınma-çadır vb. yardımların, paniklemeden nasıl yapılması gerektiği, koordineli çalışmanın ne demek olduğunun ortaya konduğu izlenimi edindik. Emeği geçenlere minnettarız. Ancak buradaki konu, deprem sonrası yapılanlar değil, “felakete hazır mıyız?” olmalı. - Mademki deprem, Anadolu’muzun gerçeği, ondan kaçış yok, artık önlem alma, yurt genelinde daha kapsamlı ve ciddi bir deprem seferberliği gerektiği gerçeğiyle yüzleşme zamanı değil mi? - Artık daha büyük felaketlerle yüzleşmeden, çok geç olmadan, canlar yitirilmeden, anlayış değiştirmenin zamanı gelmedi mi? - Göz göre göre fay hattı bölgelerinde çelik-beton hesapları kara düzen yapılmış 6-7 katlı yapıların ayakta kalmasına izin verilmeyip, vatandaşı mağdur etmeden hepsinin yıkılması lazım değil mi? - Yurt genelini kapsayan Kentsel Dönüşüm’ ün önceliğinin deprem kuşakları olması gerekmez mi? - Önceki Van depreminde hasar gören Mavigöl apartmanı 3 yurttaşımıza mezar oldu, bu ve benzeri konuları görmezden gelenlerin sorgulanması gerekmez mi? - Her an her yerden vurması kaçınılmaz olan deprem gerçeğinde, artık depremin değil yapıların öldürdüğünü kabullenip, bütçe kaynaklarımızın köprü-yol ya da çılgın projeler yerine, yurt genelinde güçlendirilmesi-yıkılması gereken on binlerce yapıya aktarılacağı bir “ulusal seferberlik” gerekmez mi? *** “30 milyon dost” Yaşamım boyunca çok fazla kedi-köpek-tavuk-ördek-kuş-güvercinim oldu, sayıları azalmakla birlikte hala da devam ediyor. Ancak, hayvanlara “mal” gözüyle değil de “canlı ve dost” olarak bakılması gerektiğini, 80 öncesi Fransa’daki öğrencilik yıllarımda başlayan ve 40 yıl boyunca ekranlarda kalan,“30 millions d’amis” (30 milyon dost) programından öğrenmiştim. TBMM Araştırma Komisyonu’ndaki siyasi partilerin oy birliğiyle kabul ettiği 50 maddelik rapor yasalaşırsa, dostlarımız için yeni bir sayfa açılacak. Artık “hayvan-mal” dediğimiz canlılar, yasayla “can” kabul edilecek. Bazılarının; “insanın, kadının can güvenliğini hallettik de, sıra itin-köpeğin-malın yaşam hakkına mı geldi?” demesine bakmayın, bu ülkemiz için başlı başına bir düşünce ve yaşama bakış açısı farklılığı getirecek, sadece Anadolu insanı için değil Ortadoğu için de fark yaratabilecek bir adım olacak. Demokrasi düşüncesinin; “çocuğun, kadının, yaşlının, canlının, doğanın kısacası ötekinin yaşamına-dokunulmazlığına saygılı” olmakla başlamasının da ötesinde, günümüz dünyasında şuursuzca salt mikro milliyetçiliğe ya da inanca sığınan toplumlar, emperyalist güçlerin önce piyonu sonra da yemi olup, birer birer yok oluyor. Artık yenidünya düzeninde, örf ve adetleriyle inanç gibi öz değerlerine sığınırken, çocuğa-kadına-yaşlıya-doğaya-canlıya saygılı, pusulası pozitif ilim ve özgürlükler olan dünya insanları yetiştirebilen toplumlar ayakta kalabiliyor. Ancak bu şekilde kadın-erkek omuz omuza üretken olabilen toplumlar bağımsız kalabiliyor. Aksi takdirde “bahar-portakal” sözlerinin büyüsüne kapılıp demokrasi havucuyla kandırılanlar, ya piyon ya da yem oluyorlar. Konumuza dönecek olursak bu rapor yasalaşırsa, hayvana uygulanan şiddetin ceza yasası kapsamına alınması bekleniyor. Rapor uyarınca, mevcut yasada ‘mal’ olarak tanımlanan yeni tanımlaması ‘can’a olan (hayvan) şiddetin cezasının 2 yıl 1 ay olması, cezanın ertelenmemesi, para cezasına çevrilmemesi ve suçu işleyenin sabıka siciline işlenmesi öngörülüyor. Ancak çoğu yasalarımızda olduğu gibi, uygulamada bazı teknik sıkıntılar doğacak. Hayvana şiddet olaylarının Kabahatler Kanunu yerine Türk Ceza Kanunu’na göre cezalandırılması, zaten dolu olan cezaevlerini daha da sıkıntılı bir duruma getirecek. İşte bu noktada Adalet Bakanlığı yasanın bu maddesine sıcak bakmıyor. Bence bu tür şiddete başvuranlara verilecek en güzel ceza, hapis yerine “ağırlaştırılmış kamu hizmeti”, örneğin hayvan barınaklarında ücretsiz çalışma zorunluluğu getirilmesidir. Böylece o hayvan olarak aşağıladığı canlıya gözetim altında hizmet etmek, pisliğini temizlemek ona verilecek en güzel ceza olacaktır. Son bir bilgi, ülkemizdeki iki bine yakın belediyenin sadece 234’ünde barınak var. Diğer belediyeler bu konuya henüz yeterince eğilmediği için, “can’lar-dostlar” sokaklarda korunmaya muhtaç ve çaresiz. *** “Sarı basın kartları” Bakmayın hala sarı basın kartı denilmesine, rengi turkuaz oldu. Önceden Basın Yayın Enformasyon Genel Müdürlüğü bünyesindeki Basın Kartları Komisyonu›nca değerlendirilirdi. Artık Basın Kartları Komisyonu Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı›na bağlandı. Aralarında Evrensel, BirGün ve Cumhuriyet çalışanlarının da bulunduğu çok sayıda gazeteci, yeni kart başvurusu gerekçe verilmeden “iptal” edildiğini öğrenince ciddi bir sıkıntı yaşamaya başladı. Madem fikir ve eleştiri özgürlüğü diyoruz, teröre destek kapsamına girmeyenler dışındakiler bırakın konuşsun, yazıp çizsinler. *** “Alman gazetecilere akreditasyon” Yeni basın kartları ve akreditasyon konusu bir başka görüşmede de gündeme geldi. Alman basını, Başbakanı Angela Merkel’in Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile İstanbul’daki görüşmesinde Türkiye’de görevli Alman gazetecilere akreditasyon verilmesi konusunu gündeme getirdiğini aktardı. Merkel-Erdoğan görüşmesinin ağırlıklı konusu her ne kadar, Suriyeli sığınmacılara maddi destek, Libya’daki durum, Suriye’de güvenli bölge ve Türkiye-AB ilişkileri olsa da, Türkiye’de tutuklu bulunan ve yurtdışına çıkış yasağı olan Alman vatandaşlarının durumu ile Alman gazetecilere akreditasyon konularına da değinildiği Alman basınına yansıyan haberler arasında. Merkel’in Türkiye ziyareti, Erdoğan-Merkel ikili görüşmesi, Almanya’da geniş yankı bulurken, muhalefet, Alman hükümetine yoğun eleştiride bulundu. Türkiye’nin Suriye’nin kuzeyine düzenlediği “hukuk dışı” operasyon ve Türkiye’deki “insan hakları ihlalleri” iddialarında bulunan Alman muhalefet partileri, Merkel’in temaslarından duyduğu rahatsızlığı dile getirdiler.