Samsun 19 Mayıs İlahiyat Fakültesi öğretim üyelerinden Mehmet Okuyan, Kur’an İslâmını en iyi anlatan ilahiyatçılarımızdan birisidir. Görüşlerine, düşüncelerine aklımla imanımla katıldığım bir ilahiyatçı. Uydurulan dini değil, indirilen dini anlatıyor konuşmalarında, yazılarında. Geçen gün facebook’a bakarken bir sözünü okudum. Diyor ki: “Zikretmek, her işinde Allah’ı hatırlamaktır. Allah, Allah, Allah demek değil. Allah ile yaşamak demektir. Allah’ı her anına şahit tutmaktır. Zikir budur.” Zikir denince, vaktiyle yaşlı bir teyzemizden dinlediğim o hikâye aklıma geldi. Hikâye değil, yaşanmış bir olay. Doğu illerimizden birisinde, hanımlar arasında yaşanan bir olay. Grup, tarikat ehlidir. Başlarında, M. Hoca diye bilinen bir kadın vardır.  Bizim ülkemizde sokak alimleri çoktur ya, bu da onlardan biridir işte. İki komşu kadının ısrarı üzerine bu teyzemiz o günkü zikir törenine misafir olarak katılır. Bacadan pencereli, basık ve havasız bir evde toplanmışlardır. Hacca gidenler hacı elbiselerini, diğerleri günlük elbiselerini giymiş olarak gelmişlerdir. M. Hocanın gözü zikirden önce orada yeni gördüğü iki misafire takılır. “Siz teriğetten misiz?” “Hayır.” “Eleyse helğaya giremezsiz.” M. Hoca, eline tefi almış, diğerlerini halkaya çağırmış. O çaldıkça hanımlar coşmuş, mekânı Allah Allah diye inletmişler. Bu zikir töreni dakikalarca sürmüş. M. hoca tefe bir daha vurmuş. Zikrin bittiğini duyuran bir vuruşmuş. Zikir durmuş. Ter kan içindeki müritler üçer, beşerli gruplar halinde kendi aralarında sohbete dalmışlar. Yaşlı teyzemiz, bundan sonrasını şöyle anlatmıştı: “Kimi gelinini, kimi kayınvalidesini, kimi komşusunu çekiştiriyordu. Peygamber efendimizin bir hadisi var. Mümin kardeşini çekiştirenler, ölü eti yerler diye.  Tam da öyle bir durum.  Şaşırıp kalmıştım.” “O Allah Allah nidaları, o terlemeler neydi öyle?” “Bizi halkaya sokmadıklarına çok memnun olmuştum.”  “İsteselerdi girmezdim zaten.”    “Günler sonrası yaptıkları ikinci daveti peşinen reddettim. Akıllarınca bizi tarikata alıştıracaklardı.”  “Zikir Allah içindir evlâdım.” “Bu ne böyle?”