Solak: Çocuk bir çeşit suçun faili olarak hapishaneye girer, dört-beş suçun ustası olarak dışarı çıkar

Şiddetle Mücadele Vakfı (HEGEM), Türkiye’de şiddetle mücadeleyi eğitim yoluyla yapmayı amaçlayan, alanındaki ilk vakıf... Saha çalışmalarıyla adından söz ettiren vakfın Kurucu Başkanı Adem Solak, 1984’ten beri cezaevlerinde çalışma yürüterek rapor hazırlıyor. Solak’ın görüştüğü isimler arasında, kamuoyunda derin yankı uyandıran Hrant Dink cinayetinin kâtili Ogün Samast, Trabzon’daki Rahip Santoro cinayetinin kâtili Oğuzhan Akdin, Prof. Dr. Ayşe Olcay Tiryaki’yi öldüren kızı Başak Aydıntuğ ve PKK’nın ikinci ismi olarak bilinen Şemdin Sakık gibi isimler de yer alıyor. Solak, 24 Saat Gazetesi’ne Türkiye’de şiddet ve suç olgusuna dair çarpıcı değerlendirmelerde bulundu
RÖPORTAJ / SULTAN YAVUZ - Trabzon’da 2003 yılında kurulan Hayatboyu Eğitim ve Şiddetle Mücadele Derneği’nin devamı olan Şiddetle Mücadele Vakfı (HEGEM), Türkiye’de şiddetle mücadeleyi eğitim yoluyla yapmayı amaçlayan, alanındaki ilk vakıf... Özellikle saha çalışmalarıyla adından söz ettiren vakfın Kurucu Başkanı Adem Solak, cezaevlerinde 1984’ten beri yürüttüğü çalışmalarla tanınıyor. Türk Ceza İnfaz Kurumları’nda altı bin mahkumla çalışma yapan Solak, medyada geniş yer bulan Hrant Dink cinayetinin kâtili Ogün Samast, Trabzon’daki Rahip Santoro cinayetinin kâtili Oğuzhan Akdin, Prof. Dr. Ayşe Olcay Tiryaki’yi öldüren kızı Başak Aydıntuğ ve PKK’nın ikinci ismi olarak bilinen Şemdin Sakık gibi isimlerle de görüşerek rapor hazırladı. Solak, Türkiye’de şiddet ve suç olgusuna dair çarpıcı değerlendirmeleri, saha çalışmaları ekseninde değerlendirdi. Sizi suç ve şiddetle ilgili çalışma yapmaya iten sebep neydi? Adem Solak: Hikâyem aslında öğrencilik yıllarımda başlıyor. Karadenizliyim ve aile ortamının da dâhil olduğu tüm çevremde çocuklara dayak atmak gibi şiddet biçimleri yaygındı. İlkokul birinci sınıfa gittiğim gün, okul penceresini açık tutan demir kancaya yanlışlıkla asılınca yerinden çıkan çubuk, camı kırdı. Üst sınıflardan bir öğrenci, beni yakamdan tutarak dayakçılığıyla ünlü okul müdürünün yanına götürdü. Okul müdürü sağ tarafıma vurunca yere düştüm ve çocuk beni tekrar kaldırınca, bir tokat da sol yanağıma yedim ve yere düştüm. Babamı çağırdılar, o zaman cam pahalı bir malzemeydi. Parasını ödeyip geri döndüğünde, bir dayak da ondan yedim. İki defa dayak yedim ama o camı bilerek kırmadığımı kimseye anlatamadım. O çocuk aklımla kendi kendime ya çok iyi ya çok kötü biri olacağımı söylemiştim. Belki de şiddet hayatımda olduğu için ilgim oldu. Bu işleri daha çok anlamak için yazar olmak istiyordum. Okumak, yazmak, öğrenmek benim merakımdı. Üniversite eğitimimin ardından altı yıl kadar ilkokul öğretmenliği yaptım ama beni tatmin etmeyince Karadeniz Teknik Üniversitesi (KATÜ)’de felsefe bölümüne girdim ve bitirme tezimi sosyal psikoloji üzerine hazırladım. 12 Eylül’ün hemen sonrasında şiddet ve suç gibi bir konuyu seçmek beni oldukça zorlamıştı. Şimdi rahmetli olan Muhittin Aşkın hocam Hawaii Üniversitesi’nde çalışmalar yapıyordu. Sosyal psikolojiyle ilgili bilgileri o getirdi. O yıllarda Amerika’nın başı suç ve şiddetle dertteydi. Bu konulara önem veriyorlardı ve ben de henüz öğrenciyken onların bu çalışmalarından yararlandım ve çalışmalarım sonunda kendimi Türkiye standartlarının üzerinde buldum. Okulu bitirince Trabzon Lisesi’nde 1983 yılında felsefe grubu öğretmenliğine başladım ve kısa bir süre sonra Trabzon E Tipi Cezaevi’nde de göreve başladım. Milli Eğitim Bakanlığı’nda kadrolu, Adalet Bakanlığı’nda sözleşmeliydim ve orada altı yıl boyunca mahkûmlarla çalışma yaptım. Bu tam da benim istediğim çalışmaydı. “Cezaevleri tam bir laboratuvardır” Cezaevlerinde ne tür çalışmalarda bulundunuz? Solak: Cezaevleri tam bir laboratuvardır. 12 Eylül sonrası olduğu için 450 kapasiteli cezaevinde 1100 kişi vardı. Benim ilgi alanım öncelikle çocuk koğuşu oldu. Trabzon Cezaevi’nde 10. Koğuş’ta kalan çocuklarla yakın çalışmalar yaptım, gözlemledim, anket uyguladım. Aynı zamanda yetişkin mahkûmlarla, siyasi mahkûmlarla, sağcılarla, solcularla... Hepsinin hikâyesini dinledim. Bunun yanı sıra cezaevinde spor ve kültür faaliyetleri, piyes yazma ve sahneye koyma gibi mahkûmların ilgisini çekebilecek her şeyi yaptık. Ben altyapımı orada oluşturdum. Aynı zamanda okulun rehberlik koordinatörü de olduğumdan, okulumdaki sorunlu öğrencilerle cezaevlerindekileri karşılaştırma fırsatım oldu. Öğrencilerimizden hangisinin suça daha yatkın olduğunu araştırabildim. Sosyoloji dersine giriyordum ve lise öğrencilerine suç, şiddet, göç gibi konularda bitirme tezi hazırlatıyordum, sonra her biri basılı kitap hâline geldi. İlgi çekmiş olacak ki, ulusal basında da kendine yer buldu. 1990’lı yıllara gelindiğinde üniversite hocalığına geçiş yaptım ve bu konuları daha akademik yönden ele aldım. Önce Giresun Eğitim Fakültesi, sonra Fatih Eğitim Fakülte’sinde çalıştım. Şiddetin okul öncesi çağda başladığından hareketle, Giresun’da 1993 yılında Türkiye’nin ilk okul öncesi eğitim araştırma merkezini kurdum. Yine okulun desteğiyle okul öncesi çocuğu olan ailelerle ilgili araştırma projesi yaptık. Suç ve şiddet, toplumda giderek artınca yaptığımız çalışmalar da fark edilmeye başlandı. 2000 sonrası, çalışmalarımızın topluma daha çok mâl edilmesi ihtiyacıyla sivil bir yapılanma oluşturduk. Nasıl bir örgütlenme içine girdiniz, STK anlayışınız nedir? Solak: 2003 yılında şiddetle mücadele hareketini bir dernek olarak kurduk fakat Türkiye’deki anlayıştan farklıydı. Ben o zaman Fatih Üniversitesi’nde PDR hocasıydım ve bazı hocaların yanı sıra, ilin vali yardımcısını, emniyet müdür yardımcısını, milli eğitim teftiş kurulu başkanını da üye yaptım. Onlara, ‘Bakın sıkıntılı bir gidiş var, akademisyenler ve bürokratlar bir araya gelelim’ diyerek ikna ettim. Türkiye’de dernekler daha çok belli iş kolları ya da coğrafi bölge üzerinden örgütlenir, bizim öyle olmadı. Daha sonra katılan herkesin de sevdiği, içine sinen işlere imza attık. Ne yazık ki STK anlayışı Türkiye’de henüz gelişmedi. Özellikle bakanlıkların, devletin STK’lara bakışı hâlâ sağlıklı değil. Siyasete karışan, teröre karışan STK’lar da olmuş ama toplum kendini yenilediği gibi, STK’lar da yeniliyor. Biz her hangi bir ideoloji ile faaliyet yürütmüyoruz ama devlet meseleye hâlâ şaşı bakıyor. Devlet ne Avrupa’da ne de ülkemizde her şeyi yapamaz. Öyle olsaydı, onca çocuk ve kadın şiddet mağduru olmazdı... Öte yandan, sorunlarımızı gerçekçi olarak araştırmaktan hâlâ uzak bir yönetim anlayışına sahibiz ve anladıklarımızı da nasıl çözmemiz gerektiği konusunda bir stratejimiz yok. Biz suçu ve şiddeti tarafsız, bilimsel gözle ve disiplinlerarası bir bakışla irdeliyoruz, 70 üniversiteden 1000’nden fazla akademisyen bizim üyemiz ve Ankara merkezli olsak da, 26 ilde şubemiz bulunuyor. Hemen her bakanlıkla çalıştık ama bunu sistematik bir hâle getiremedik. 18 yaşın altında 22 milyon çocuk var ve bunlarla ilgili kaygı duymamız gerekiyor. Psikopat yetişen bir çocuk herkesi etkiler, biz tüm ülkeyi kapsayacak bir şiddetle mücadele politikası anlayışının yerleşmesi için uğraşıyoruz. “Suikastlarde kâtil, kişiden ziyade olayın arkasındaki irade ve örgütlenmedir” Siz medyaya yansıyan pek çok cinayetin faili ile de görüştünüz. Hrant Dink’in kâtili Ogün Samast, Rahip Santoro cinayetinin kâtili Oğuzhan Akdin gibi... Solak: 2006 yılında Trabzon’da Rahip Santoro cinayeti ve sonrasında yine Trabzon eksenli Hrant Dink cinayeti olunca, tüm bölge üniversitelerinden bu işle uğraşan bir tek ben olduğumdan tüm dünyanın ve ülkenin ilgisi bize yöneldi. Dink olayından sonra, onun kâtili Ogün Samast’la görüşme yaptım. Adalet Bakanlığı da destekledi, dünyanın pek çok yerinden medya çalışanları 2006 ve 2007 yıllarında Trabzon’da benimle görüştü. İdeolojik cinayetler daha fazla kitleyi etkilediği için yankısı da daha fazla oluyor. Fakat bu kâtil inandığı bir dava adına mı, yoksa tetikçilik yaparak mı öldürdü? Bunları ayırmak lâzım. Mahkeme kararları her zaman gerçeği yansıtmayabilir, şahsen Ogün Samast’ın psikolojisinden anladığım kadarıyla cinayeti o işlemedi. Rakel Dink’in dediği gibi ‘yaratılan o kâtil’ Ogün Samast mı, başkası mı? Bu benim için bir tartışmadır. Suikastlarde kâtil, kişiden ziyade olayın arkasındaki irade ve örgütlenmedir, yoksa kâtil dünyanın her yerinde çok. Münevver Karabulut cinayeti ya da Mardin’deki Bilge Köyü cinayetleri gibi medyanın fazla ilgi gösterip sürüklediği olaylar daha fazla tartışılıyor. Mesela Rahip ve Dink cinayetlerinin arasında Trabzon’da bir baba, altı çocuğunu ve eşini kurşuna dizdi. Basın açıklaması yaparken, ‘Bu olayın diğerlerinden küçük olmadığını’ söyledim ama arada kaynadı. 2009 yılında Diyarbakır Cezaevi’nde Şemdin Sakık’la da dokuz ay çalışma yaptım ve 1000 sayfalık veri topladım. Şöyle bir ifadesi vardı, ‘Devlet, dağdaki beş-altı bin teröristten korkmasın, devlet için esas bela zorunlu göçle Anadolu’ya dağılan ailelerin devlet düşmanı yetişen çocuklarıdır.’ Ben bunu devletle paylaştım, sonra KCK kuruldu. ‘Bunlar PKK’yı bile dinlemeyecekler’ demişti, dediği çıktı. Ne yazık ki, devlet bunları sağlıklı izleyemedi. Sosyal politikalar ve zihinsel dönüşümler yapılamadı. Yani çalışmalarınız, bu sansasyonel olaylardan sonra ilgi gördü? Solak: Evet, çalışmalarımız bir anda herkesin ilgisini çekti. Bunun üzerine 2006 yılında, HEGEM olarak uluslararası bir şiddet kongresi yaptık. Amacımız biraz da Trabzon’u kültürel anlamda iyileştirmekti çünkü yaşananların ardından tüm medya Trabzon’a saldırıyordu ‘suç şehri, şiddetin şehri’ olarak lanse ediliyordu. Temel istatiği bilmediğimiz için biz de bu duruma inanır hâle gelmiştik. Adalet Bakanlığı’nı ‘Biz gerçekten suç şehri miyiz?’ diye biraz zorladım diyebilirim, kongreye de davet ettim. Sonrasında bu yakınlığımız bizi Türkiye çapında çalışmalara taşıdı ve 2006 sonunda Türkiye’de iki şiddet komisyonu kuruldu; biri töre cinayetleri, diğeri de çocukların karıştığı şiddet olayları... Cezaevlerinin saha çalışmalarının koordinatörlüğünü 2007 yılında TBMM Şiddet Araştırma Komisyonu adına ben yürüttüm ve bu işler önem kazanınca üniversiteleri de zorladım. Şiddetle sivil mücadelenin önemini anlattım ama hâlâ bu konuda bilinç ve politika geliştiremedik. Fakat Türkiye’de ilk kez Üsküdar Üniversitesi, ‘Şiddetle Mücadele Merkezi’ni kurdu, ben de iki yıl müdürlüğünü yaptım. Daha sonra Ankara’da Gazi Üniversitesi’de ikinci merkezi kurduk. Fakat 17-25 Aralık operasyonlarında idari sorunlar nedeniyle o çalışma âtıl kaldı. “Suça sürüklenenlerin çok büyük kısmı taciz, tecavüz ya da travmatik şiddete uğrayan çocuklardı” Bu çalışmalarınızdan bahsedebilir misiniz? Nasıl sonuçlara ulaştınız? Solak: En büyük çalışmayı 2007 yılında yaptık. O dönemde hapishanede 1650 çocuk vardı ve en büyük 20 ilde 1550’si bulunuyordu, hepsine ulaşarak bire bir çalışma yürüttük. 2007’deki araştırmada en çarpıcı sonuç, cezaevlerindeki çocukların yüzde 90’ı okulu terk etmişti. İkinci olarak, suça sürüklenen ya da radikal suç işleyenlerin yüzde 70’inden fazlası göç eden ailelerin çocuklarıydı. Üçüncü olarak, suça sürüklenenlerin çok büyük kısmı taciz, tecavüz ya da travmatik şiddete uğrayan çocuklardı. Dördüncüsü de bu çocukların yeniden topluma kazandırılması için ceza infaz kurumlarının politikası yetersizdi. 1984 yılından beri bildiğim için anlamam zor olmuyordu. Özellikle Pozantı Cezaevi’nde, Çorum L Tipi Cezaevi’nde, Antalya’daki Çocuk Cezaevi’nde, Eskişehir E Tipi Cezaevi’nin çocuk kısmında, Bursa ve Diyarbakır’daki cezaevlerindeki bazı özel tespitlerimi de Adalet Bakanlığı değerlendirdi ve 2009 yılında ‘Etkin Hükümlü Projesi’ diye UNICEFF’le birlikte çalışma başlatıldı. Onun da saha koordinatörlüğünü üç hocayla birlikte yürüttüm. O zaman Pozantı Cezaevi’nde 198 çocuk vardı. Derinlemesine inceledik, çocukların burada tecavüz, taciz ve jiletmeye maruz kaldıklarını tespit ettik. Genel müdürlüğe yedi sayfalık özel bir rapor verdim ama ‘Yerimiz yok, ne yapalım?’ dendi. Cezaevi sıkıntısı Türkiye’de hep var, aflar da bu yer sıkıntısından çıkıyor zaten. Buradaki çocukların çoğu Günaydoğu’dandı ve PKK tarafından sistematik tecavüzler uygulandığını fark ettik. Bunu doğrulamak için de Pozantı’dan sonra, Midyat, Diyarbakır, Elazığ ve Mardin’deki çocuklarla ilgili özel çalışmalar yaptık. Devletin bile bundan haberi yoktu. Canlı bombalar hep çocukken tecavüze uğrayan çocuklar arasından çıkıyor. Örgütler, radikal şiddet eylemlerine buna göre alıyorlar ve bu kişiler de tecavüze uğrayan kişiler. Tecavüze uğrayan çocuk, en büyük iç yarılmayı ve travmayı yaşar. Sonraki hayatları ya terörist olmak ya uyuşturucu bağımlısı olmak ya tecavüzcü olmak ya da benzer radikal yollarda telef olup gitmektir. Bunlar fark edilemedi ve örgütler de bu çocukların peşinde oldu. “Cezayla çözülse, Amerika hallederdi” Bu anlattıklarınızdan sonra, cezaevleri gerçekten amacına ulaşıyor mu? Sizce suç ve şiddetle mücadelede ceza vermek mi, önleyici politikalar mı daha etkili? Solak: Bakın, çocuk bir çeşit suçun faili olarak hapishaneye girer, dört-beş suçun ustası olarak dışarı çıkar. Almanya’da bile çocukken cezaevine girenlerin yüzde 80’inden fazlası sonra yeniden giriyor. Bu, dünyanın sorunu... Dünya bu konuda başarılı olamadı, bizim olma şansımız hiç yok, fakat azaltılabilir. Suç ve şiddete karşı tedbir alma ihtiyacı duyuyorsunuz, ‘Bela geliyor’ diyorsunuz ama bizde maalesef kurumların işgücü kapasitesi çok zayıf. Bakanlıklar yeterli olmadığından, karanlık bir bölge söz konusu... Okulu terk eden çocuklar diyoruz. 2007 yılında yaptığımız belirlemeler, 2009’da da aynıydı. 50 soruluk yeni biten araştırmamızda çocukların içinde bulunduğu şu anki ruh hâline yanıt aradık. Son beş yıldır toplum çok radikal olaylar yaşadı ve kurumlar da bundan etkilendiği için bu raporun muhatabı şu an yok. Medyanın paylaştığı çalışmalar üzerinden daha çok ilgi gösteriyorlar, bu nedenle 1984 yılından beri medyayla elden geldiğince paylaşıyoruz ancak bilimsel çalışmalarımızın siyaseten kullanılmaması için şimdi paylaşmıyoruz. Geçen seçimde bir inceleme yaptık, siyasi partilerin şiddet konusunda ne dediğine, nasıl bir yaklaşım sergilediklerine baktık. Bir olay olduğunda herkes konuşuyor ama mesela belediye seçimleri var. Hiçbir partinin belediye üzerinden ‘şiddet ve sivil toplum politikamız şudur, cinsel suçlar, kadınları koruma politikamız şöyledir’ vs diye bir söylemi yok. Daha demokratik görünen partiler bile cezaları arttıracaklarını söylüyor, halbu ki dünyada en fazla cinsel suç cezaları Amerika’dan sonra bizde. Cezayla çözülse, Amerika hallederdi. Sizin koruyucu ve önleyici politikalarınız yoksa, sadece cezayı arttırarak asla çözemezsiniz. Dünyanın hiç bir yerinde şiddet, şiddetle önlenememiştir. Şiddet şiddeti doğurur. 2007 ve 2009’daki iki çalışmada çocuklarla ilgili en tespite değer çalışmamız şuydu; cezaevine giren çocuk ve gençlerin neredeyse tamamına yakını devlet ve toplum düşmanı duygularla ve daha öfkeli dışarı çıkıyor. Bunlarla ilgili adalet sisteminde cezaevi sonrası izleme, rehberlik ve destek diye bir program var ama uygulama gücümüz yok. Cezaevi sonrası kimseyle ilgilenemiyoruz. 1984’ten bu yana cezaevlerinde eğitim ve psiko destek uygulamaları kuruldu. Ama bunun tam bir sistematiği henüz yok...