‘Barış için Akademisyenler’ inisiyatifinde, barış talebiyle yayımlanan bildiriye imza atan 1128 akademisyen arasında bulunan Prof. Dr. Alev Özkazanç ve Prof. Dr. Gülay Toksöz, pek çok akademisyenin ihraç edilmesine neden olan tasfiye sürecinin ardından, kaşılaştıkları olumsuz koşullar nedeniyle erken emeklilik kararı aldılar. HABER-FOTOĞRAF SULTAN YAVUZ ÖZİNANIR / Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi (SBF) öğretim elemanları Prof. Dr. Alev Özkazanç ve Prof. Dr. Gülay Toksöz’ün erken emeklilik kararı almalarının ardından, Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde “Zoraki Ayrılık: Akademinin İçinde, Akademinin Dışında Düşünmek” adlı bir konferans düzenlendi. SBF’nin emekli öğretim üyelerinden Prof. Dr. Taner Timur’un konuşmacı olarak katıldığı konferansa çok sayıda öğrenci ve öğretim üyesi katıldı. ‘Barış için Akademisyenler’ inisiyatifinde, barış talebiyle yayımlanan bildiriye imza atan 1128 akademisyen arasında bulunan Prof. Dr. Alev Özkazanç ve Prof. Dr. Gülay Toksöz, pek çok akademisyenin ihraç edilmesine neden olan tasfiye sürecinin ardından, kaşılaştıkları olumsuz koşullar nedeniyle erken emeklilik kararı aldılar. Fakültenin Siyaset ve Sosyal Bilimler Anabilim Dalı Başkanı Ayhan Yalçınkaya’nın çağrısı ile hayata geçirilen konferansta, 12 Eylül mağdurlarından da olan Prof. Dr. Taner Timur, üniversitelerin tek partili ve çok partili hayatta maruz kaldığı baskıları anlatarak, üniversitelerde özgür düşüncenin önemine vurgu yaptı. [caption id="attachment_66860" align="aligncenter" width="599"] Prof. Dr. Taner Timur[/caption] Timur: “Bilim ile Özgür Düşünce Aynı Şey Demektir” Timur, “Bilim ile özgür düşünce aynı şey demektir. Daha doğrusu, özgür düşünce olmadan bilim yapılmaz. Üniversitede özgür düşünce ne kadar varsa, o ülkenin bilimi de o kadar gelişir. Özgür düşünceye sadece dini, skolastik değil; kutsallaştırılan seküler düşünce de engel olur” dedi. Timur, umutlu olduğunu da belirterek, “Kimse paniğe kapılmasın, Alev’in de, Gülay’ın da çok daha onurlu ve iyi şartlarda çalışacağına eminim. Önemli olan, özgür düşünceyi kısıtlayan şeyleri, birbirimizden nefret etmeden, kırmadan, ciddiyetle, hedef göstermeden tartışmaya açık bir şekilde yapmak. Bu yapıldıkça geleceğe umutla bakarız. Bu konuda kötümser değilim” diye konuştu. Toksöz: “12 Mart Sürecinde Lise Öğrencisiydim” Prof. Dr. TanerTimur’un ardından konuşma yapan Prof. Dr. Gülay Toksöz ise darbe dönemlerinde akademisyenlerin ve özgür düşüncenin zarar gördüğünü belirtti. Toksöz, “12 Mart sürecinde lise öğrencisiydim. Bir gün okulda, teneffüste Taner Timur Hoca’nın “Türk Devrimi ve Sonrası” kitabını okuyordum. Yanıma daha büyük sınıflardan bir öğrenci yaklaştı. Kitaba baktı, ‘bunu burada okuyamazsın’ dedi. Bu, öğrenme özgürlüğüne vurulan bir darbeydi o zaman. Ve biz bu tür darbelere Türkiye’de çok sık maruz kaldık. Hocamızın sunduğu tarih de bize bunu gösteriyor” dedi. 1980 Darbesi ile 1402’lik olarak ayrılmak zorunda kalan ama 1990’lı yıllarda dönen akademisyenlerden de bahseden Toksöz, üniversitedeki çalışma yaşamında Lima Bildirgesi’nin ilkelerini benimsediğini vurguladı. Toksöz, “ Lima Bildirgesi’nin yüksek öğrenim ve üniversiteye ilişkin en temel ilkelerden biri şudur: ‘eğitim, insan kişiliğinin ve onurunun tam gelişimini sağlamaya yöneliktir ve insan haklarına, temel özgürlüklerine ve barışa duyulan saygıyı pekiştirir. Eğitim, tüm insanların özgür ve eşitlikçi bir toplumun kurulmasına etkin bir biçimde katılmalarını sağlar ve tüm uluslar, dini ve etnik gruplar ile tüm ırklar arasında anlayış, hoşgörü ve dostluğu geliştirir. Ben akademisyenliğim boyunca bu temel ilkeler çerçevesinde araştırmalarımı ve eğitim faaliyetlerimi yürüttüm” dedi. Şimdiye kadar kadın emeği ve göçmen emeği üzerinde çalışmalar yürüten, çeşitli kamu kuruluşlarıyla, sendikalarla ve kadın örgütleriyle ortak çalışmalar yapan Toksöz, barış bildirisine attığı imzaya ilişkin, “Lima Bildirgesi’ndeki, akademik çevrelerde her üyenin, her hangi bir ayrım yapmaksızın ve devletten ya da herhangi bir başka kaynaktan gelebilecek müdahale veya baskı endişesi taşımadan işlevlerini yerine getirme hakkına sahiptir ilkesi benim için önemliydi. Ve bunun yanı sıra yüksek öğretim kurumları kendi toplumlarında politik baskılar ve insan hakları ihlallerini kınamalıdır ilkesi benim için önemliydi. Bu doğrultuda, bu yılın başında barış temalı bildiriye imzamı koydum” diye belirtti. Toksöz, bundan sonraki çalışmalarını da aynı şekilde sürdüreceğini ekledi. Özkazanç: “Yaptığımız ve Yapmadığımız Her şeyden Sorumluyuz” Konuşmacılardan, Prof. Dr. Alev Özkazanç ise, bu dönemde herkesin, yaptıklarından ve yapmadıklarından sorumlu olduğunu vurgulayarak, “Bu süreçte ne yazık ki yöneticiler, kamu görevi üstlenen kişiler, çeşitli sorumluluklar almış olan insanlar, durumun gerektirdiği bu ağır siyasal sorumlulukları üstlenmiyorlar. Bir miktar cesaret ve dürüstlük gerektiren durumlar bunlar ama çoğu kişi bu cesaret ve sorumluluğu göstermiyor. Oysa herkesin bir sorumluluğu var, yaptığımız ve yapmadığımız herşeyden hepimiz sorumluyuz. Bu dönem çok zor bir dönem, çeşitli riskler yaratan bir dönem. Ve buna karşı bir kahramanlık siyaseti beklememek gerekir” diye konuştu. İnsanların kendilerini ya da kurumlarını korumak adına stratejik davranmalarını anladığını dile getiren Özkazanç, şunları ekledi: “Fakat buradaki hassas dengeyi pek kimse koruyamıyor. Kendimizi ve kurumumuzu korumakla ilgilenirken, bir de bakmışız ortada korunacak bir kurum kalmamış. Bir de bakmışız ki, kendimiz kalmamışız ortada; yaşanılacak bir benlik kalmamış. Dolayısıyla ağır saldırı tehditleri altındayken, hem bulunduğumuz yerleri, hem kendimizi, hem de birbirimizi korumamız gerekir. Bunun yanı sıra, onurumuzu, gururumuzu, kurumumuzu, onun adını, şerefini ve bir geleneği korumak için gerekli şeyleri de yapmamız gerekir” dedi. SBF’de olmaktan gurur duyduğunu ve fakültenin kendisi için bir yuva olduğunu belirten Özkazanç, yapılan konferansın eleştirel geleneğin yeniden sahnelenmesi anlamına geldiğini belirterek, “Bu an, eleştirel geleneğin kendini yeniden çok kritik bir anda sahnelemesi ve belki bu geleneğin geleceğe doğru akması yolunda önemli işlev üstlenecek bir sahne. Bu sahnenin parçaları olarak bir arada olduğumuzu düşünüyorum ve bu beni mutlu ediyor” dedi. Özkazanç, konuşmasını sonlandırırken, “Buruk bir sevinç ama yine de seviniyorum. Böyle ağır baskı koşullarında temelde yapmamız gereken şeyin bu olduğuna karar verdim. Yarattığımız geleneği korumak ve sonradan gelenlere aktarmak. Eleştirel düşünce geleneği, günümüz dünyasında ve Türkiyesi’nde en fazla doğrudan saldırıya uğrayan şey olarak, korunmayı hak ediyor. Geri dönme ihtimalim olmasa bile ben yine yazmaya, üretmeye devam edeceğim” diye konuştu.
Editör: TE Bilisim