Emekli çift Nejla ve Ali Sönmezer’in ilk göz ağrısı Meral, 1974 yılında Ankara’da dünyaya gelir. Henüz beş yaşında okumaya merak salan Meral Sönmezer, Kemal Yurtbilir İlkokulu’nda öğrenime başlar. Ortaöğrenim için girdiği sınavlarda başarı sağlayan Sönmezer, TED Ankara Koleji’nde burslu bir şekilde öğrenim görmeye devam eder. Sönmezer, çocukluğunda hayalini kurduğu doktorluk mesleğine Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi’ni kazanarak ulaşır. Tıpta Uzmanlık Sınavlarına katıldıktan sonra çocuklara ve cerrahiye olan ilgisinden ötürü Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanlığı alanında ilerlemek isteyen Meral Sönmezer bu haftaki konuğumuz… “DOKTOR OLACAK ÇOCUKTUM” 1997 yılında SSK Ankara Doğumevi ve Kadın Hastalıkları Hastanesi’nde göreve başlayan Meral Sönmezer, mesleğin ilk yıllarını şöyle anlatıyor: “Her insan çocukluğunda bir mesleğe ilgi duyar, benimki de doktorluktu. Başarılı öğrenciler için ‘Bu çocuk kesin doktor olur’ denilir ya, ben de kesin doktor olacak çocuktum. Bu hayalimden hiçbir zaman vazgeçmedim, büyüdükçe bu amacıma ulaşmak için daha çok hırslandım. Tıp eğitimi çok zahmetlidir. Derslerde başarısız olmadan okulu bitirebilmek için sürekli çalışmak gerekiyor. Üniversite hayatım boyunca kitaplardan başımı kaldıramıyordum. Sanıyorum sayılı kez sinemaya, tiyatroya gitmiştim. Tüm dersleri geçerek bir an önce mesleğe başlamak istiyordum. Üniversiteye başladığım sene fakültede 300 öğrenci vardı, ancak okulu uzatmadan mezun olabilen sadece dokuz kişi olduk. 1997 senesinde mezun olurken sistem biraz farklıydı. Girdiğimiz sınavlar doğrultusunda çalışabileceğimiz yerleri tercih edebiliyorduk. Benim de tercihlerimin arasında SSK Ankara Doğumevi vardı. Dört buçuk yıl bu hastanede ihtisas yaptım 2002 yılında da uzman oldum. Sadece doktorluk görevim yoktu, ayrıca araştırma görevlisi olarak da asistanlara eğitim veriyordum. Açıkçası bir yandan topladığım vakaları yayınlaştırmak, diğer yandan sabahtan akşama kadar hasta muayene ederek ameliyatlara girmek çok yorucu oluyordu. Tüm zahmetine rağmen sevdiğim mesleği yaptığım için mutlu oluyorum. Yaklaşık yedi yıl araştırma görevlisi olarak çalıştıktan sonra özel sektöre yöneldim. 2009 yılında Özel Güven Hastanesi’nde bir yıl çalışarak, ardından arkadaşlarımın da etkisiyle Bayındır Hastanesi’nde göreve devam ettim. Bu dönemler benim mesleki hayatımda deneme süreci gibiydi. Her hastanede belirli sürede çalışıyordum. Amacım daha fazla hastayla ilgilenmek ve daha fazla vaka toplamaktı. İki yıl Bayındır Hastanesi’nde çalıştıktan sonra da Ankara Yüzüncü Yıl Hastanesi’ne geçiş yatım. Burada iki yıl çalışırken, mecburi hizmet yapmayı da düşünüyordum. CİZRE’YE ZORUNLU HİZMET YAPMAYA GİDİYOR Taşrada çalışmış bir hekim olmanın verdiği tecrübenin eksikliğini yaşıyordum. Doğudaki illerin birçoğu da geliştiği için, istediğim taşra hekimliğini daha az gelişmiş yerde yapmak istiyordum. Cizre’ye mecburi hizmet yapmak için başvuruda bulundum. Sözleşmeyi imzaladığım sıralarda Kobani olayları başladı, ancak ben kararımdan vazgeçmedim. 2014 yılında Cizre’de Nur Mahallesi’nde Botan Hastanesi’nde görevime devam ettim. Yaşanan olaylar nedeniyle ancak üç ay çalışabildim. Hastane çoğu zaman kapalı oluyordu. Cizre’nin kendine has kültürü vardı. Çok kısa bir süre çalışmama rağmen, oradaki insanlarla o kadar güzel anlaşmıştım ki… Benim gibi birçok farklı ilden gelen insanlar da aynı koşullar altında hizmet vermeye çalışıyordu, ben de onlarla aynı kaderi paylaşmak istedim. Ancak olaylar şiddetlenince Cizre’den ayrılmak durumunda kaldım ve Mardin Kızıltepe’de çalışmaya başladım. Cizre’den Kızıltepe’ye gelerek beni bulmaya çalışan çok hastam vardı. Cizre’yi çok sevmiştim ve uzun yıllar orada doktor olarak görev yapmak istiyordum. Başlarda hastalarımla anlaşmak için Kürtçe ve Arapça bilen sekreterlerim yardımcı olmuştu, fakat zamanla akıcı bir şekilde konuşamasam da hastaları muayene ederken anlattıkları sıkıntıları anlayabiliyordum. Güneydoğuda göreve gidince, gerçekten de Türkçeyi bilme oranının bu kadar düşük olduğunu bilmiyordum. Türkçeyi bildiklerini, fakat konuşmayı tercih etmediklerini düşünmüştüm. Bu kadar zorlanacağımı tahmin edememiştim.” Zorunlu hizmet için Güneydoğu’ya giden Meral Sönmezer, anılarını da şöyle paylaşıyor: “Ankara’da oturup Doğu’da yaşanan herhangi bir olayı gazetelerden okurken rahatlıkla birtakım şeyleri yadsıyabiliyordum. Fakat orada yaşayınca gelişen olayları normal karşılamaya başladım. Yani sanırım, yaşadığın coğrafyanın zamanla kendine göre birtakım kuralları oluşuyor. Taşra yaşamının vermiş olduğu zorluklar, hakikaten de orada yaşayan insanların kişiliğine belirgin bir biçimde yerleşmiş durumda. Bu da hastalarımla aramızda geçen diyalogları, insan ilişkilerini, hayatı yorumlama biçimini, beklentileri etkiliyordu. ‘KUMASINI MUAYENEYE GETİREN KADINLAR VARDI’ Mesleğimde daha önce karşılaşmadığım, belki de karşılaşma ihtimalimin çok düşük olduğu tıbbi vakalara rastladım. Genellikle doğum travmasından, çok çocuk doğurmaktan kaynaklı olan rahim sarkması, yine Ankara’da karşılaşmadığım ender görülen anomalilerden biri olan ‘iktiyozis’ dediğimiz cilt bozukluğu, yani palyaço bebek olarak bilinen vakalarla karşılaştım. Hiç unutmam, kumasını muayeneye getirerek, çocuğu olsun diye tedavi ettirmek isteyen kadınlar vardı. Bir hastamın çocuğu olmuyordu. Eşi de bu durum nedeniyle üzerine kuma getirmiş. Kadın bunlara rağmen kumasını, yeni gelini muayeneye getirip hamile olduğunu öğrenmişti. O kadar çok sevinmişti ki, kumasını kendi kızı gibi sahipleniyor, doğacak bebeği de kendi evladıymış gibi coşkuyla karşılıyordu.” ‘AİLELERE MUTLU HABERİ VERİYORUM’ Kızıltepe’den sonra Mardin merkezde görevine devam eden Meral Sönmezer, yaklaşık iki yıl süren zorunlu hizmette taşra hekimliği ile kadınların bu mesleği yaparken yaşadığı sıkıntıları da şöyle özetliyor: “İki yıl Doğu’da görev yaptım. Her gün yüzlerce hastayla ilgileniyordum, bu beni çok yordu. Kadın-doğum doktorluğu hem manevi hem de fiziksel özveri gerektiren bir meslek. Yani hasta arayıp bir sıkıntısını paylaşırken, durumun riskli olup olamayacağına karar vermek, bu doğrultuda yönlendirmek çok zor iş. Sürekli bir ikilem içinde her türlü ihtimali değerlendirmek gerekiyor. Mesleğimiz çok stresli, çünkü her doğum esnasında kapıda bekleyen aile bireyleri vereceğimiz mutlu haberi bekliyor. Bu ayrıca bir baskı… Doğumun başlangıcında depresif bir haldeyiz, bebek sağlıklı bir şekilde doğduktan sonra manik hale geçiyoruz. Bu nedenle doktorluk mesleğinde manik depresif bir hayat yaşıyoruz. ‘KADIN HASTALIKLARI VE DOĞUM UZMANLIĞI EMPATİ GEREKTİRİYOR’ Çoğu gece hastalarımın sancıları başladığı için doğuma girdim, hastane köşelerinde sabahladım. Ama bu zaten mesleğin en olağan tarafı, yakınmak pek doğru olmaz… Bebeğin kendi fizyolojisi, annenin fizyolojisi ve psikolojisi bizim karar vermemizde önemli etkenlerden. Bu mesleği anne olan kadınların yapması çok zor diye düşünüyorum. Anne olan bir kadın-doğumcu, maalesef çoğu durumlarda çocuğuna vakit ayıramayarak hastalarla ilgilenmek durumunda kalabiliyor. Bu da ayrı bir vicdani muhasebeyi beraberinde getiriyor. Bebeğin ilk üç yaş döneminde anne ile olan ilişkisi çok önemlidir. Bu süreçte bebeğin yalnız bırakılması, ileride birtakım travmaları da beraberinde getirebilir. Fakat kanaatimce, bu mesleği erkeklerdense kadınlar empati kurdukları ve belki de kadın oldukları için daha rahat yapabilir. İtirazlar gelebilir, ama kadın-doğum hakikaten empati gerektiren bir branştır. Medeni bakış açısına göre baktığımızda jinekoloji, üroloji, aslında ayıplanan bir alan değil… Aksine, sahip olduğumuz organlardan biri olduğu için, bu konuda sıkıntı yaşarken çekinmeyi gerektirecek bir durumun söz konusu olmaması gerekiyor. Fakat kültürün de etkisiyle bu durum ‘mahrem alanı’ şeklinde karşılandığı için, kadınlar özellikle kendisi gibi kadın olan doktorları tercih ediyor. Erkek meslektaşlarımın, kadınların kendilerini rahat hissedebilmesi için ekstra bir çaba sarf etmesi gerekiyor. Yani kadın-doğum doktoru olmak için kadın olmak ya da kalp doktoru olmak için kalp krizi geçirmek gerekmiyor elbette… Sadece bu branşta biraz empati kurarak daha hassas çalışmak gerekiyor. Edindiğim tecrübe kadarıyla Türkiye’de kadın-doğum alanındaki genel bilinç, her geçen gün olumlu yönde artıyor. Kadınlar, hayatında en az bir kere kadın-doğum uzmanına görünüyor. Bu durum, yetersiz olasına rağmen geçmiş dönemlere oranla umut verici.“ Ankara Özel Çankaya Yaşam Hastanesi’nde Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanlığı görevine devam eden Meral Sönmezer, kadın hastalarına cinsel terapi vermek için kurslara gittiğini de ifade ediyor. İleride kendi muayenehanesini açmayı hedefleyen Sönmezer, hem kadın-doğum doktorluğu hem de cinsel terapi alanında uzmanlaşmayı düşünüyor.
Editör: TE Bilisim