Yapılan araştırmalarda, Türkiye’de bölgeler arasındaki gelişmişlik farkının 11 kat olduğu öne sürülüyor. Meselâ Marmara, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’dan 11 kat ilerde. O illerde (göreceli de olsa) refah, diğerlerinde işsizlik ve yoksulluk var. Bir araştırmaya göre de ilçe bazında bu fark 100 kata çıkabiliyor. Van’ın Bahçesaray’ı ile İstanbul’un Şişli’si arasındaki fark gibi. Bahçesaray ile İstanbul ve Ankara merkezleri arasındaki fark da böyle imiş. Uzmanların yalancısıyız. Diyorlar ki; Cumhuriyet tarihi boyunca 18 teşvik paketi çıkarılmasına rağmen,durumda bir değişiklik olmamış. Yani, teşvikler de uçurumu kapatmamış. Böyle olunca, başka enstrümanlara başvurmak gerekiyor. Bizim aklımıza “Gelirin Yeniden Dağılımı” uygulaması geliyor. Bir ekonomide gelirin transfer ödemeleri yoluyla belli kişi ve kesimler lehine dağıtılması durumundan söz ediyoruz. Ki, buna “sosyal adalet” deniyor. Faydaları çoktur. Kişisel gelir dağılımında adalet sosyal barışı sağlar, refah farkını ortadan kaldırır. “Ayrıca adil gelir dağılımı, ekonomik güç birikimlerini önler, rantiye sınıfının büyümesine imkan vermez. İşte bu nedenle adil gelir dağılımı tüketici birimler arasında refah, ekonomik ve politik güç dengesi kurduğu ve çalışmadan yaşayan bir sosyal tabakanın oluşmasına meydan vermediği için sosyal barışı sağlayıcıdır.” tespitleri de yapılmış bilim adamlarınca. Serbest piyasa düzenini savunanların bu tespitlere itirazlarını işitir gibiyim. “Bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler” felsefesi artık çok gerilerde kaldı. Kapitalizm, bu yönüyle “vahşi” olarak nitelendiriliyor ve eleştiriliyor. Bölgeler arasında sadece gelir dengesizliği yok, iklim dengesizliği de var. Bizim Erzurum, iki bin rakımla “Türkiye’nin çatısı” durumunda. Yılın dokuz ayı kar-kış-kıyamet. Çevresindeki iller de öyle. Buralar da vatan toprağı olduğuna göre, terk edilemeyeceğine göre… Buralarda yaşayan insanlara “devletin şefkat eli” uzanmalı. Kalıcı tedbirlere ihtiyaç var. Bizim aklımıza “Sosyal Denge Vergisi” diye bir enstrüman takılıyor. “Çok kazanandan al, kazanamayana ver” politikası. Geliri, belli miktarın üzerinde olanlardan alınan vergi ile yoksul ve çaresiz insanlara “çare” olmak… Aynı il içindeki gelir gruplarından da transferler yapılabilir. Vergi dilimlerini küçültüp, ısıtma, enerji ve temel gıdalar gibi ana giderlerde sübvansiyon uygulamak, akla gelen ilk tedbirler… Sonra, bölgenin tabiatına uygun gelişme kalemlerini fonlamak. Hayvancılığın teşviki gibi. Belki teşvik sistemini de yeniden ele almak gerekiyor. Bizim Doğu ve Güneydoğu’dan sadece mer’a hayvancılığını geliştirmek yoluyla bir Hollanda çıkarmak mümkün olamaz mı? Tarıma dayalı endüstri faaliyetlerine yoğunlaşarak işsizliğe çare üretilemez mi? Unutmayalım, dünyaya yağ, süt ve et satan Hollanda’nın yıllık tarım geliri 90 milyar doları buluyor. Ya biz???