AKP’nin tartışmasız en önde olduğu şehirlerden biri de Erzurum. Erzurum, bu durumuyla iktidar için “SUR” niteliğinde olan bir şehir. DEVA’nın İl kongresinden söz edeceğim. Diyarbakır’da Babacan’a gösterilen ilgiye şaşırmamıştım. Belli ki orada da iktidara karşı bir arayış var. Ama Erzurum, başka mesaj verdi. Zaten, tarihte en önemli hareketlerin başını çeken bir şehirdir Erzurum. Mustafa Kemal’in, iftiharla hemşehrisi olduğu bir şehir. Milli Mücadele’nin bayraktarlığını yapmış olan Erzurum, geçen gün başka bir şahlanışın işaretini verdi. Deva Partisi’ne güç vererek memnuniyetsiz kitlelere umut verdi. Vahit Bingöl, Deva Partisi’nin kurucu il başkanlığına getirilmişti. İsabetli bir gelişmeydi. Vahit Bingöl’ü, iş adamlığından bilirim. Tuttuğunu koparan bir insan. ANAP İl Başkanıyken, Genel Merkez Yönetimine getirilen ilk il başkanı oldu. Dahasını işitmedim. Deva’ya il başkanı olduğu gün kendisini tebrik edip, başarılar dilemiştim. Vahit Bingöl, çok başarılı bir il başkanlığı gerçekleştirdi. Babacan da çok güzel bir konuşmayla delegelerin gönlünü fethetti. Babacan’ın ayrıca tarihi kongre salonunu ziyareti de kendisi ve partisi için olumlu bir davranış olarak kayda geçti. Erzurum’da siyasette yeni olarak yerini almış bir siyasi partinin böyle görkemli bir kongre yapmasını doğrusu beklemiyordum. Şunu açıklıkla belirtmek gerekir ki; Vahit Bingöl, bu kongreyle SUR’da gedik açmıştır. Bunu, iktidar partisinden mevzii çözülmeler takip edecek gibi görünüyor. İktidarın Erzurum’da yara almış olması dikkate değer bir durumdur. Bu durum, AKP iktidarının sonunun geldiğini gösteren önemli bir işaret olarak algılanıyor. Anlatılanlara göre, Genel Başkan Ali Babacan 700 araçlık bir konvoyla karşılanmış. Cumhuriyet caddesindeki kısa mesafeli yürüyüşü, vatandaşların ilgisi nedeniyle l.5 saat gibi uzun bir zaman almış. Esnaflar kendisini güler yüzle ve umutla karşılamışlar. Büyük Atatürk’ün şu sözünü hatırladım: “Türk milletini ayağa kaldırmak zordur. Ayağa kalktığında onu durdurmak daha zordur.” Erzurum Kongresinde “vatan bir bütündür, bölünemez!” kararlılığını haykıran bu şehir, DEVA kongresiyle “Bizi kimse bölemez!” demiş oldu. Vatandaşlar arasında ayırım uçurumları kazanlar, bu kongreden ibret almalılar.

Bekir Coşkun

Türkiye’nin yıldızıydı. On satırlık yazılarına on ciltlik felsefeyi ve mizahı sığdıran büyük usta. Mizahla felsefeyi hiçbir kalem O’nun kadar ustalıklı harmanlayamadı. Her sabah “bugün ne yazdı?” arayışıyla gazetenin köşesine baktığım büyük yazar yok artık. Kalemini satmadı, dik durdu. Dokuz köyden kovulup, Onuncu Köyde Hakka vasıl oldu. Rahmetli Sedat Simavi ne demişti? “Kalemini kır, fakat satma!” Bir gazeteciye verilecek en haysiyetli nasihat. Bekir Coşkun, bu nasihatı sonuna kadar tuttu. Ne yazık ki, yıllar sonra O’nun gazetesinden de kovulacaktı. Kalemini satmadı ama, o hastalık kırdı. Menhus hastalığa yenik düştü. Kara haberi aldığımda içimden bir şeylerin koptuğunu hissettim. Acı duydum. Artık ne O, ne ilham aldığım yazıları. Yok artık, yok! Mekânı cennet olsun. Yattığı yer nurla dolsun. Başta, fedakâr eşi Andrea hanımefendi olmak üzere Basın camiamıza ve O’nu seven milyonlara Başsağlığı ve sabır diliyorum.