Seslerini daha fazla duyurmak istiyorlar

Rusya’nın Kafkas halklarına uyguladığı sürgün ve soykırımın 155. yılında, KAFFED Yönetim Kurulu üyeleri anma için gittikleri Maykop, Sohom ve Nalçik’teki gözlemlerini ve Çerkesler’in taleplerini 24 Saat gazetesine anlattı. Röportajımızın birinci kısmı…

RÖPORTAJ / SULTAN YAVUZ  Çarlık Rusya’sının sıcak denizlere inme hedefiyle, Kuzey Kafkasya’yı ele geçirmek için başlattığı savaş 300 yıl devam etti. 1763 ile 1864 yılları arasında aralıklı olarak devam eden ve 1864’te sona eren savaşta, 500 bin Çerkes yaşamını yitirdi. Üstün bir kuvvetle sayıca az ve dağınık olan Çerkesleri mağlup eden Rusya, bir buçuk milyon Çerkes’i göçe zorladı, sürgün sonunda Çerkes halkları Osmanlı toprakları başa olmak üzere, Ürün, İsrail, Suriye, Irak dâhil olmak üzere yerleştirildiler. Bugün Avrupa ve Amerika’da dâhil olmak üzere diasporada yaşayan Çerkes nüfusu, şu an Rusya’da özerk olarak kurulan Adige, Kabardey-Balkar ve Karaçay Cumhuriyetlerindeki nüfustan fazla sayıda. Türkiye’de resmi rakamlara göre iki, Çerkeslerin araştırmalarına göre beş milyon civarında olan Çerkesler, bulundukları illerde dernekleşme yoluna gittiler. 54 Çerkes derneğinin çatısını oluşturan Kafkas Dernekleri Federasyonu (KAFFED), Çerkes kültürünün ve dilinin korunması için çalışmalar yapıyor ve Rusya’daki özerk cumhuriyetlerde bulunan Çerkeslerle iletişimlerini sürdürüyor. Çerkesler için acı tarih olan 21 Mayıs ise Çerkeslerin soykırım ve sürgünü anma günü olarak biliniyor. Bu çerçevede Türkiye’nin yanı sıra, özerk Çerkes cumhuriyetlerinde törenler düzenleniyor. KAFFED Yönetim Kurulu üyeleri, anavatanlarındaki gözlemlerini, Çerkesler’in sorun ve taleplerini anlattı. KAFFED Yönetim Kurulu üyesi ve Anavatanla İlişkiler Koordinatörü Adnan Arslan, KAFFED Genel Başkanı Danışmanı Ömer Atalay, KAFFED Yönetim Kurulu üyesi Samet Tokmak ve Ankara Çerkes Derneği Yönetim Kurulu’ndan Şeneser Tokmak, Çerkeslerin sesi oldu. Bize KAFFED hakkında bilgi verebilir misiniz? Adnan Arslan: Ben Şapsığ boyundan bir Adige (Çerkes)’im. KAFFED 1992 yılında önce KAFDER adıyla, Türkiye’de bulunan Çerkes derneklerinin bir çatı altında toplanması düşünülerek kurulmuş bir yapı oldu. 2003 yılında ise KAFFED adıyla çalışmalarına devam etti. 15 Çerkes derneğiyle başlayan KAFFED’in bugün 54 derneği bulunuyor. Öncelikli amacımız, Türkiye’de yaşayan Çerkeslerin kültürlerinin korunması, anavatanla ilişkilerinin kurulması ve orada bulunan soydaşlarımızla buluşulabilmesi için faaliyetler yürütmek. Son zamanlarda sıkça bir araya geldiğimiz anavatana yüzümüzün dönük olması da hedeflerimiz arasında. Çerkesler kimdir? Arslan: Çerkesler on bin yıllık geçmişe sahip, Kuzey Kafkasya’nın yerli halklarındandır. Kökenimiz Sind ve Meotlara dayanır. Soykırım ve sürgünün 155. yılı… Rusya, neden Çerkeslere karşı bu politikayı yürüttü? Arslan: Rusların yaklaşık 16. yüzyılda başlayan sıcak denizlere inme amacıyla başlattığı savaşta Kuzey Kafkasya’yı ele geçirme planları aralıklı olarak 300 yıl devam etmiş. Ama 1763 ve 1864 yılları arasında artık çok sıcak çarpışmaların olduğu, ölümlerin olduğu, çok üstün bir kuvvetle çok az sayıdaki Çerkes nüfusunun arasında geçen bir savaşa dönüşmüş. Bu adaletsiz savaş 1864 yılında bugünkü “Soçi” dediğimiz, Rusların sonradan “Krasyana Polyana” adını verdiği Kbaade Vadisi’nde bitiyor. Bu savaşta yaklaşık 500 bin insanımız can veriyor. Köyler yakılıp yıkılıyor, insanlarımız çok sefil durumlara düşürülüyorlar. Ardından bir temizlik hareketi başlıyor; ‘ya gideceksiniz ya öleceksiniz’ diye. Bunun üzerine yaklaşık bir buçuk milyon insan kendi topraklarından zorla, tarihin gördüğü en büyük sürgünlerden birine maruz kalıyor. Sonrasında da o zamanki Osmanlı toprakları başta olmak üzere, Ürdün, İsrail, Suriye ve Irak dâhil olmak üzere gönderiliyorlar. Eğer atalarımız o topraklardan çıkarılmasıydı, bugün en azından otuz milyon civarında insan Kuzey Kafkasya bölgesindeki tarihi Çerkes topraklarında yaşayacaktı. Maalesef bugün orada üç cumhuriyetimiz var; Kabardey Balkar, Karaçay ve Adige; toplam 850 bin civarında nüfusumuz yaşıyor. Onların iki katı ise diasporada yaşıyor. 2002 yılında Devlet İstatistik Kurumu’nun Türkiye’de yaptığı bir araştırmaya göre iki milyon civarında Çerkes varlığından bahsediliyor ama KAFFED çalışmasında köy sayılarına ve insan sayısına baktığımızda 5 ila 7 milyon arası Çerkes varlığından söz ediliyor. Üzerinde durduğunuz dil konusunu biraz anlatır mısınız? Çerkesler dillerini koruyamadı mı? Arslan: Ne yazık ki, Çerkesler buraya geldikten sonra tarihin birçok döneminde bazı baskılara maruz bırakıldılar. Bunlardan en önemlisi 1923 yılının 2 Mayıs’ında, Güney Marmara bölgesinde bulunan on dört köyümüzün Çerkes Ethem’e yardım ettikleri gerekçesiyle diğer illere ve doğuya sürgün edilmeleriydi. Daha sonra insanlar üzerinde kurulan baskı, “Vatandaş Türkçe konuş, dilini kullanma” mantığıyla insanlar o zaman kendi dillerini konuşamadılar, düğünlerini yapamadılar, kültürlerini yaşayamadılar. Zorunlu bir Türkleştirme politikası maalesef yapıldı ve bu nedenle Çerkesler hiçbir zaman bunu ifade edecek konuma gelmediler. Tâ ki 1961 Anayasası’ndan sonra derneklerimiz kurulmaya başlayana kadar… 1980’de ise 12 Eylül’le bir kez daha darbe aldık, bazı yöneticilerimiz tutuklandılar. Fakat 1983 yılından sonra yeniden dernekleşme çabaları, 1992 yılında KAFDER’in kurulması ve bunun 2003 yılında KAFFED’e evrilmesi, artan bir sayıyla derneklerimiz bugünkü seviyeye ulaştı. Türkiye’de Çerkeslerin anma törenleri ne zaman başladı? Sanırım, çok eski tarihlere dayanmıyor. Arslan: Anma sözcüğü bile kullanılamıyordu eskiden. İlk kez 1989 yılında derneklerimiz bir karar aldı. ‘Bizim bir sürgün tarihimiz var, bunları insanlar bilmeli’ diyerek, Ankara ve İstanbul’da başladılar. Fakat soykırım sözcüğünün kullanılması 2000’li yıllardan başlayarak, 2010’dan sonra ivme kazandı. Kafkasya’dan Osmanlı topraklarına gelen Çerkeslerin, deniz yoluyla gelerek karaya çıktığı yerler baz alındı; Samsun, Kartal, Beşiktaş gibi… Dört yıl önce de Çerkeslerin yoğun olarak yaşadığı İzmit Kefken sahilinde bir Çerkes Mezarlığı tespit edildi ve burada anma kararı alındı. Sevindirici bir gelişme çünkü burası sit alanı ilan edildi. Anmalar genelde hafta sonuna denk getiriliyor ve sürgün anıtımızda dualar ve konuşmalar yapıldıktan sonra denize karanfiller bırakılıyor. Nart Ateşi yakılarak, sembolik mezar taşlarında sabaha kadar gençlerimiz nöbet tutuyorlar. Rusya’nın da onayıyla, Çerkes-Rus Savaşı’nın bittiği tarihte de Kafkasya’da anma yapıyoruz. ‘Neden anavatandaki etkinliklere de katılmıyoruz?’ diyerek, orada ilk anmamızı 2015 yılında yaptık. Atalarımız denizde can verdiler, bu zorluğu hissedelim diye otobüsle gitmeye karar verdik. Bu yıl Adige Cumhuriyeti’ne, Nalçik ve Maykop’taki anmalara katıldık. Gittiğinizde nasıl karşılandınız? Neler hissettiniz? Arslan: Çok duygu yüklü oluyor, oradaki insanlarımız da bizleri bekliyor ve ‘Daha kalabalık gelin’ diyorlar. Ben giderek sayıca artacağını da düşünüyorum. Anma dışında, gezmek için gidenler de var. 1991’de kurulan Adige Cumhuriyeti’nin kutlama tarihi 5 Ekim, 1 Ağustos ise “Anavatana dönenler Günü” olarak kutlanıyor. Biz orada bakanlıklar tarafından ağırlanıyoruz ve kültürel faaliyetlerin yanı sıra, doğal güzelliklerini de görüyoruz. Gerçekten çok güzel bir doğaya sahip… Orada bir Adige ile konuştuğumda, Türkiye’dekinden hiçbir farkı yok. Zaten orada yaşayan akrabalarını bulan arkadaşlarımız da var. Yan yana geldiklerinde, ne kadar benzediklerini görebiliyorsunuz. Aynı sülaledenler ama yarısı Türkiye’ye gelmiş, yarısı orada kalmış. Mutlu oluyorsunuz, kendi evinize, kendi toprağınıza gitmiş oluyorsunuz. Konuşurken biz araya Türkçe, onlar Rusça kelime ekliyor ama anlaşıyorsun. Suriye’deki Çerkesler daha koyu tenli ama genetik olarak farklı değiller. İsrail’deki, Amerika’daki ya da anavatandaki Çerkesle farklı değiller, kültür aynı. Oturmanız, kalmanız… Bir yere gittiğinizde Çerkes olan da olmayan da sizin Çerkes olduğunuzu anlıyor. 155 yıldır bu topraklardayız, kucak açtıkları için minnettarız ama vücudumuzun sol tarafı orada… Soykırım konusunda Rusya ve Türkiye ne diyor? Arslan: Rusya üç maymunu oynuyor şu anda. Biliyorlar, duyuyorlar. Türkiye’nin gündemine de bizim federasyonumuz sayesinde girdi. Demokratik bir takım taleplerimiz var, 2013 yılında HDP Meclis’e soykırımın tanınması için bir önerge verdi, fakat kabul edilmedi. Bu yıl da CHP’li milletvekilleri tarafından soykırımla ilgili Meclis arşivinin açılması için soru önergesi verildi. Kürsüde AKP’liler de, MHP’ller de acımızı paylaştılar ama önerge kabul edilmedi. Bence iki taraf da üç maymunu oynuyor, bunun nedeni sanıyorum ki son yıllarda Türkiye ve Rusya ilişkilerinin ivme kazanması… Bu durum, soykırımı kabul etme konusunda Türkiye’yi durduruyor olabilir. KAFFED Yönetim Kurulu üyesi Samit Tokmak da sorularımızı şöyle yanıtlıyor; Çerkes soykırımı ve sürgünü hakkında siz neler söylersiniz? Tokmak: 1864 yılında iki milyona yakın insanımız soykırım ve sürgüne maruz kaldı. 500 bin kişi de yollara vefat etti. Karayoluyla gelenler öldükleri yere defnedildi ama gemide ölenler denize atıldılar. Hatta acı bir hikâye vardır; bir anne, çocuğunun öldüğü anlaşılmasın diye yol boyunca çocuğunu emziriyormuş gibi yapıyor… Göç pazarlığı Osmanlı, Rusya ve İngiltere’nin ortak kararıydı. Osmanlı İmparatorluğu zayıf günlerini yaşadığı için, nerede sorun varda Çerkesleri oraya yerleştirdi. Balkanlara, saraya ya da doğuya yerleştirdi. 1878 Plevne Savaşı’na da 400 gönüllü Çerkes katıldı ve sağ dönemedi. Büyüklerimiz buraya geldiklerinde geri dönecekleri umuduyla kalıcı ev bile yapmayarak, barakalarda kalmışlar. Çerkeslerin sorunlarına ilişkin neler yapılmalı? Tokmak: TBMM’de şuan 12 milletvekilimiz var, aslında nüfusa oranlayınca 40 milletvekilimiz olması gerekiyor. Dil ve faaliyetlerimiz konusunda kürsüde konuşmalılar. Siyaset ve lobi faaliyetlerimiz son dört yılda ivme kazandı, umutluyuz. Kafkasya’ya dair neler söylersiniz? Tokmak: Ben anavatana ikinci kez gittim, çok güzel bir duygu. Yas için gittik ama gezdik de… Mesela Mavi Göl denilen ve içinde hiçbir canlının yaşamadığı, sürekli 14 santigrat derecedeki gölü gezdik. Bizi orada temade (sözü geçen büyük) karşıladı ve sohbet ettik. Sohbetimiz sırasında, sanatçı ve imam olan temadeye büyüklerimizin bir sözünü söyledim; ‘Allah beni önce Kafkasya’ya, sonra Medine’ye göndersin.’ Bana da üçüncü kez gelmeyi nasip etsin dedim ve imam da bana hak verdi. Elbruz dağına teleferikle çıktık, harika bir yer. Orada Adige bayrağını açtık ve inişte de kendi köyüme geçerek akrabalarımla buluştum. Kendi ülkemde gibi hissettim ve her yerde Çerkesçe konuşulması hoşuma gitti. İyi bir iletişim kurduk, birbirimizle iletişim hâlindeyiz. Orada yaşayanlar ‘Biz burada sayıca azız, geri dönün, yeriniz hazır’ diyorlar. Herkeste büyük bir özlem var. Maykop’ta yüzde 18, Nalçik’te ise yüzde 70 civarındayız. ‘Türkiye’de beş-altı milyon sayımız var’ deyince şaşırıyorlar. Türkiye’de dilimizi konuşan az ama internet ve dernek faaliyetleri neticesinde okuma yazma sayısı gittikçe artıyor. Dilimizi bildiğimizi gördüklerinde de çok seviniyorlar.