Atalay: Çerkes kültürünün korunması merkezi devletin ve yerel yönetimlerin sorumluluğu

Rusya’nın Kafkas halklarına uyguladığı sürgün ve soykırımın 155. yılında, KAFFED Yönetim Kurulu üyeleri anma için gittikleri Maykop, Sohom ve Nalçik’teki gözlemlerini ve Çerkesler’in taleplerini 24 Saat gazetesine anlattı

RÖPORTAJ / SULTAN YAVUZ- Çerkes sürgün ve soykırımının 155. yılında, Türkiye ve Rusya’daki özerk cumhuriyetlerde anmaya katılan, Çerkes kültür ve dilinin korunmasını amaçlayarak lobi faaliyetleri yürüten Kafkas Dernekleri Federasyonu (KAFFED) Genel Başkanı Danışmanı Ömer Atalay ve Ankara Çerkes Derneği Yönetim Kurulu üyesi Şeneser Tokmak çalışmalarını ve Çerkeslerin taleplerini anlattı. Çerkesler dillerini ve kültürlerini yaşatmak konusunda ne tür sorunlarla karşılaştılar? KAFFED Genel Başkanı Danışmanı Ömer Atalay: Benim ailemdeki dört kardeşten ikisi buraya gelmiş, iki kardeş de orada kalmış. O yüzden iki soyadım var. Soyadı tüzüğüne bakarsak, kültür üzerinde baskı kurulan bir dönemden bahsediyoruz, dolayısıyla Türkçe olmayan isimler soyadı olarak alınamıyor. Bu nedenle pek çok Çerkes davalık olmuştur. Kürt etnik grubuna mensup olan insanlar AB sürecinde kazanım elde ettiler, bunlardan biri de Kürtçe ismin serbest bırakılmasıydı. Biz de nihayet ‘Jankat’ ismini artık ‘Cankat’ diye yazmak zorunda kalmıyoruz. Ama o dönemde aileler, ‘çocuğum fişlenmesin, iş bulabilsin’ diyerek Çerkesçe isimler koymadılar. Mesela önceden derneklerimizin kapısında nöbetçi olurdu, bu sayede tanımadık biri geldiğinde, sınıftaki tahta silinir ve İngilizce yazılırdı. Çerkes öğretmenler bile çocuklar Türkçe konuşsun diye dövebiliyordu. Köylerde ise kültür ve dil nisbeten korunduğu için bugüne gelebildik. Çerkes dilleri içinde yer alan Ubıhça’yı konuşan son kişi öldüyse, bu toplum için bir utançtır. Geçmişteki ret ve inkâr politikalarının sonucudur. Şu anda dernek kapısında nöbetçi olmaması olumlu bir durum ama pozitif ve destekleyici programlara ihtiyacımız var. Tehlike altındaki tüm dillerimiz Osetçe, Lezgice, Avarca, Adigece için tedbirler alınmalıdır. Bana göre bir Çerkes, dilini anlamasa dâhi kimliğinin bilincindeyse davasının bir parçasıdır. Çerkeslerin demokratik talepleri neler? Ömer Atalay: Bizim Türkiye ile ve diğer diasporalarla ilgili taleplerimiz var. Kimliğimizi 15 bin kişilik federasyonla koruyamayız, sadece lobi faaliyeti yürütebiliriz. Beş milyon kişinin ihtiyaçları, Çerkes kültürünün korunması merkezi devletin ve yerel yönetimlerin sorumluluğu. Bunu anlatıyoruz ve yapıcı bir dil kullanıyoruz ama kolay da olmuyor. Kayseri’deki Çerkes dili bölümünün açılması 15 yılı buldu, Düzce’de de var ama henüz ilk öğrencileri okuyor. Samsun’daki ise hâlâ açılamadı. Çerkes dediğimiz diaspora grubunun içinde Çeçen, Lezgi, Oset de var. Adige sayısı onlara göre fazla olsa da, onlar da azınlık grupları… Kültürlerini korumaları için üniversite yok. Orta öğretimde ise fiili ve hukuki sorunlarla karşılaşıyorlar, kitapları federasyon olarak hazırlasak da Milli Eğitim Bakanlığı istemiyor. Gelişmeler olsa da, istediğimiz ölçüde bir değişme yaşanmadı. Kültürümüz bu ülkenin zenginliğidir, Kültür Bakanlığı’nda bu beş milyon insanın da payı olmalıdır. 21 Mayıs en önemli günümüz, 34 ildeki derneklerimiz Kefken’e otobüsle geliyor, ihtiyaçları oluyor. Yerel yönetim bazı şeyleri karşılıyor ama çok küçük bir meblağ… Kültür Bakanlığı’ndan destek almamız gerekiyor. Sürgünün yapamadığını yani kültürü yok etmeyi kendi ellerimizle yapmamalıyız. Bu bilincin ilk tuğlalarını koyuyoruz. 1970’li yıllardan itibaren temel felsefemiz, yüzü anavatana dönmek çünkü diasporada kültürü korumak çok zor. Burada çok dağınık yerleştirildik. Toroslardaki bir Çerkes ile Samsun’daki bir Çerkes’in buluşması ancak dernek başkanlarının görüşmesiyle mümkün. Kafkasya’da ise Çerkesler iç içe olduklarından, basını, edebiyatı, dergisi olduğundan kültürü yeniden üretebiliyor. TRT’nin Çerkesçe kanal açması konusunda bir türlü destek alamıyoruz. Yok olmakta olan bir dil için devletin pozitif ayrımcılık yapması gerekiyor. Bizler de vergisini ödeyen, oy kullanan insanlarız, taleplerimiz bu yönde… Diğer diasporalardaki Çerkesler ne durumda? Ömer Atalay: Kamu henüz üstüne düşen sorumluluğun farkında değil ama dünyada devletler bu konudaki yükümlülüklerini yerine getiriyorlar. Örneğin İskandinav ülkelerinden birinin büyükelçisi birkaç binlik Tatar bir topluluğun eski bir tarihte ülkelerine geldiklerini belirtti. Devlet, en üst düzeyde dillerini ve kültürlerini koruyabilmeleri için fonlar ayırıyor. Biz ihtiyaçlarımızı söylediğimizde, listenin zekâtını alabilirsek şükrediyoruz. Türkiye ne yazık ki kötü bir örnek… Ürdün’de Prens Hamza Okulu var. Osmanlı’da Çerkes kadınlarının kurduğu bir okul vardı ama 1923 Lozan sonrasında kapatıldı. İsrail’de bir buçuk köy Çerkes nüfusu var ve belediye her türlü hizmeti sağlıyor, Çerkesçe eğitim veriyor, Çerkesler Kiril, Yahudi ve Arapça alfabeyi öğreniyorlar. Bu tehdit olarak algılanmıyor. Keza Almanya ve Amerika’da durum böyle... En kalabalık nüfus Türkiye’de olmasına karşın, imkânlar açısından en kötü durumda olan biziz. Bu durumu düzeltmek için talep ediyoruz. Müzik, folklor gibi kültürel zenginlikleri devlet korumakla görevlidir. “Kimliğini, siyasi partinin önüne koymalısın” Lobi faaliyetlerinizde istediğiniz verimi alabiliyor musunuz? Ömer Atalay: Bizim toplum genelde içe kapalıdır ve birkaç yıldır yeni yeni kendini ifade edebiliyor. Biz kamusal alana kendi kimliğimizle çıkalım istiyoruz ama daha yolun başındayız. Çerkesler Türkiye’deki diğer etnik gruplardan farklı olarak siyasi olarak çok çeşitli bir yapı sergiliyor. Türklerin oy verdiği tüm partilere oy veriyoruz. Örneğin Kürtler AKP ve HDP, Aleviler daha çok CHP, Romanlar CHP-AKP ekseninde oy verirken Çerkesler çok dağınık ve çeşitli. Örneğin Saadet Partisi’nin de CHP’nin de iki numaralı adamları Çerkes, eski TİP’deki Behice Boran da… Her çizgide varız, bu bir bakıma zenginleştiriyor ama lobi faaliyetlerini zorlaştırıyor. Çünkü kendi milli kimliği yerine siyasi kimliğini ön plana koyuyor. CHP’li ile görüşünce AKP’liler, AKP işin içinde olunca diğerleri sinirleniyor. Oysa toplumumuz yok olmakta, bunun bilincine varmalıyız. Sen yoksan da o parti olacak ama Çerkeslik olmayacak. Kimliğini, siyasi partinin önüne koymalısın. Derneklerde ne tür faaliyetler yürütülüyor? Ömer Atalay: Dili ve kültürü yaşatmak için her yaş grubu için kurslarımız var. İmkânlar ise derneğin köklü olup olmamasına göre değişiyor. Örneğin ilk derneğimiz İstanbul’da 1951 yılında kuruldu. Dolayısıyla yarım asırlık derneklerimizin imkânları daha geniş. Minikler için folklör ve dil kursu, kadınlarımız için el sanatlarımızı yeniden diriltmek üzere kurslarımız oluyor. Geri dönüş gündeminizde yer alıyor mu? Ömer Atalay: Bizim dört cumhuriyetimizde de bu tür komisyonlar var, geri dönüş kavramı 1975’ten beri mevcut. Hatta gençlik yıllarımızda kimlik kavramını dönüşle birlikte edindik. Asimilasyon ile mücadele etmenin tek yolu olarak dönüş yolu gözüküyordu. Tabi o dönem SSCB vardı ve pek çok haktan yoksunduk. Cumhuriyetlerimiz o zaman muhtariyetle yönetiliyordu. 50 yılda 500 kişi döndü anavatana, aslında Rusya’nın geri dönüş hakkını vermesi gerekiyor. En azından Çerkes olduğunu ispat edebilenler gidebilmeli, Abhazya bu hakkı verdi. Örneğin 1998’deki Kosova iç savaşından sonra oradaki 105 kişiyi Adige Cumhuriyeti’ne getirebildiler. Ürdün de Suriye’deki Çerkeslere kapısını açtı. Diasporadan dönmek isteyenlere devlet bir buçuk dönüm toprak veriyor ve altı ay içinde ev inşaatını başlatma şartı veriyor. Bizim de bünyemizde bir komisyon var, bundan sonra dönüşle ilgili bazı duvarların yıkılacağını umuyorum. Biz 1990’larda oradaki üniversitelere dernek olarak öğrenci göndermeye başladık. Mezun olduklarında Rusça ve Çerkesçe biliyorlar, çoğu da orada kalabiliyor. Türkiye’den tarlasını satıp gidenler de oldu, bu kişiler derneklere bile üye değillerdi. Tabii şu da var; Rusya içinde biz çok dezavantajlıyız. Sanayimiz yok, turizm ve tarımla geçiniyoruz. Haliyle buradan giden kişinin iş bulma şansı çok az. İşsizlik nedeniyle dışarıya göç veriyoruz. Bu nedenle geri dönüş konusunu geliştirdik. Diyoruz ki, durumunuz iyiyse orada da bir eviniz olsun. Turizm amaçlı gidin görün, yatırım yapın. Çocuğunuzu orada okutun, iki yıl Avrupa’ya gideceğinize, bir yılını Kafkasya’da değerlendirin. Ankara Çerkes Derneği Yönetim Kurulu üyesi Şeneser Tokmak da, Çerkes el sanatları konusundaki çalışmalarını anlatıyor. Çerkes el sanatları çalışmalarınızı anlatır mısınız? Şeneser Tokmak: Moda tasarım öğretmenliğinden emekliyim, iki yıldır dernekte el sanatları faaliyetini yürütüyorum. Ne yazık ki Çerkes el sanatlarını az kişi biliyor, Çerkes etnografyasını yansıtan bu değerleri sekiz yıl önce Ankara’da üç kadın yapıyordu. Kurs açılınca, unutulmak üzere olan bu sanatları 15 kişi öğrendi ve o üç kadın aynı yıl vefat ettiler. Yıldız Hanım’ın girişimiyle olan bu kurs sayesinde öğrenen kişiler, çevrelerine de bu sanatları aktardılar. Şimdi ise sergi açabilmek çok güzel bir duygu… Ben de o kursun öğrencileri arasında öğrendim. İstanbul, Kayseri, Mersin ve Adana’da da artık öğretiliyor. Gümüş işlemeciliği başı çekiyor diyebilirim. Kamalar, kemerler, günlük hayattaki objeler, ev dekorasyonu için süslemeler… Ben el sanatlarımızı dil kadar önemsiyorum çünkü kültürümüzün etnografyası, kültürün yaşayışının ortaya koyduğu görsel bir alan. Nasıl ki Türk kiliminin rengi, deseni bir dildir ve o kültürü yansıtırsa, bizim el sanatlarımız da bizi yansıtıyor. Bu çalışmalarımızın kapsamında KAFFED’in öncülüğünde 5 Ekim’de anavatandaki cumhuriyet kutlamalarında ortak bir sergi açtık. Oradakiler ve diasporadakilerin bu ortak sergisini Ankara, İstanbul, Kayseri’de “Nartların Mirası” isminde açtık. “Dönün, gelin, evimiz size açık” Kafkasya’daki anma törenine ilişkin neler söylersiniz? Şeneser Tokmak: Ben ilk defa Kabardey Cumhuriyeti’ndeki anmaya katıldım. Çok etkileyici oldu, herkesin bir arada olması ve sanki oradan hiç ayrılmamış gibi sıcak karşılamaları, davet etmeleri, ‘Dönün, gelin, evimiz size açık’ gibi duygulu ifadelerini unutmam mümkün değil. Biz bu topraklardaki dördüncü nesiliz ama orada hiç yabancılık çekmedim. Gittiğimiz günün akşamı, oradaki Sürgün Heykeli’nin önünde anma sonrası, Nalçik’teki hanımların engelli çocuklar yararına verdiği iftara katıldık. Çok samimi bir sohbetti. Kafkasya sadece turizm için bile mutlaka gidilmesi gereken, doğal güzellikleri çok güzel olan bir yer. Ben Maykop’u gördükten sonra kendime gelemedim, anneannem annesinden dinlediklerini bize aktarmıştı. Ben de bunları orada anlatınca, temade (sözü dinlenen büyük) gözyaşlarını tutamadı ve dili bilmemize çok sevindi. Tabii, bizim sürgünden sonraki akıbetimizi bilmiyorlar, topraklarımıza da bizden sonra Ruslar yerleştirildi, bu acılar yaşandı. Ben gezerken daha az görürüm endişesiyle güneş gözlüğü bile takmadım. Bugün oraları görebilmek, karşılıklı ziyaretlerde bulunmak çok anlamlı... Elbette Türkiye’de soyumuz, mezarımız var, tümden burayı kapatamayız. Burası için çalıştık, vatanımız oldu ama en azından senenin bir kısmını kendi adıma orada geçirme hayalim var.
Editör: TE Bilisim