Türkiye’de yaşayan mülteci işçiler, bu yılki 1 Mayıs İşçi Bayramı’nı da ağır sömürü altında geçirdiler. Yerli işçilere göre hem daha düşük ücretle hem daha uzun saatler çalıştırılan mültecilerin tamamına yakını kayıt dışı

Metehan UD /  İZMİR - Suriye’de Mart 2011’de başlayan iç savaşın ardından Türkiye’ye göç etmek zorunda kalan Suriyeli uyruklu mültecilerin karşılaştıkları zorlukların başında çalışma yaşamı geliyor. Göçün üzerinden 8 yıl geçmesine rağmen mülteci işçilerin çalışma yaşamına dair sorunlar hâlâ tam olarak çözülemedi. Türkiye’de, Ocak 2016’da çıkan “Geçici Koruma Sağlanan Yabancıların Çalışma İzinlerine Dair Yönetmelik” ile Suriyelilerin çalışma izinleri düzenlendi. Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı Uluslararası İşgücü Genel Müdürlüğü tarafından açıklanan rakamlara göre, 11.01.2016-14.09.2018 döneminde geçici koruma sağlanan Suriyeli işçi çalıştırma izni başvuru sayısı, 41.343 olup, bu başvurulardan çalışma izni verilenlerin sayısı 27.930. Ülkemizde, 15-60 yaş aralığında, 1,2 milyon Suriyeli erkek bulunuyor ve bunların önemli bir bölümünün çalışma yaşamında yer aldığı düşünülüyor. Sömürünün en yoğun kentlerden biri, İzmir İçişleri Bakanlığı Göç İdaresi Genel Müdürlüğü’nün, 11 Nisan 2019 tarihinde açıkladığı resmi rakamlara göre, İzmir’de kayıtlı 142 bin 740 Suriyeli mülteci yaşıyor ama gerçek rakamın 200 binin üzerinde olduğu söyleniyor. Suriyeli mülteciler, kent merkezinde patronlar, kırsalda ise dayıbaşları tarafından özellikle kayıt dışılığın yaygın olduğu sektörlerde çalıştırılıyor. Kent merkezindeki mülteci işçiler, Işıkkent Ayakkabıcılar Sitesi, Konak, Buca, Karabağlar’daki merdiven altı tekstil atölyelerinde yoğun olarak görülüyor. Merkez dışında ise Suriyeliler daha çok Foça, Torbalı ve Seferihisar gibi ilçelerde tarım sektöründe çalışıyorlar. Kriz, işçi sayısını azaltmış Mülteci işçilerin yoğun olduğu Işıkkent Ayakkabıcılar Sitesi’nde krizin işçi sayısını da etkilediği görülüyor. Daha önce gezdiğimiz bu atölyelerdeki, işçi sayısı yarı yarıya düşmüş. Geçen yıl 60 işçinin olduğu bir atölyede şu anda 20 kadar işçi çalışıyor. Atölyede tamamı Suriyeli mülteci olan işçiler arasında çocukların çokluğu da dikkat çekici. Yetişkin işçiler, 400 ila 500 TL arasında haftalık alırken, çocuk işçilere ise haftalık 250 TL ödeniyor. Buradaki mülteci işçilerin kimisi 6, kimisi ise 1 yıldır ayakkabı sektöründe çalışıyor. “Türklere 700 TL, bize 450 TL” Işıkkent Ayakkabıcılar Sitesi’ndeki Suriyeli işçilerle, çalışma koşulları ve talepleri üzerine konuştuk. 6 yıldır burada çalışan Mustafa, çok sayıda atölye gezmek zorunda kalmış. Patronların herhangi bir sorunla karşılaştıklarında, ilk gözden çıkardıklarının Suriyeli işçiler olduğuna işaret eden Mustafa, sözlerine şöyle devam etti: “Türkiyeli işçilere göre hem daha az haftalık alıyoruz hem de daha uzun saatler çalışıyoruz. Sabah saat dokuzda girdiğimiz atölyeden akşam dokuz-on gibi çıkıyoruz. Benim haftalığım 450 TL iken Türk çalışanlar, 600-700 TL alıyor. Çalışma koşullarımız ilk günkü gibi neredeyse hiç değişmiyor, aynı. Birçok atölyeden paramızı tam alamadık. Düşen maaşların sorumlusu olarak biz gösteriliyoruz ama bu doğru değil. Yıllardır buradayız, çalışıyoruz. İşverenler, patronlar, maaş ayrımına artık son vermeli.” “Nefes almakta zorlanıyorum” Ayakkabı kumaşı ile tabanını birbirine yapıştıran İrfan ise, günde 10-12 saat boyunca kimyasal solüsyonu solumak zorunda kalıyor. Daha 30’lu yaşlarda olan İrfan, eskisi gibi hareket edemediğini, nefes almakta zorlandığını ve daha çabuk yorulduğunu belirtiyor. Kronik bir hastalık çıkmasından korktuğu için hastaneye gitmekten çekindiğini anlatan İrfan, “Hastalık teşhisi koysalar bile çalışmaya devam edeceğim. Başka bir mesleğim yok. Başka yerde de iş bulamam. Evde ekmek bekleyen iki çocuğum var. Sadece biraz önlemler arttırılabilir. Kimyasal maddelerden dolayı birçok işçi arkadaşımız hastalıklarla boğuşuyor. Kimisinin dişleri çürüdü kimisinin elleri mahvoldu” diye konuştu. Çocuk işçinin isteği: Daha fazla haftalık ve uyku Atölyedeki çocuk işçilerden biri de Abdullah. 14 yaşındaki Abdullah iki yıldır sitede çalışıyor. Babasının da berberde çalıştığını ancak aldığı maaşın yetmediğini ifade eden Abdullah “Evde, okula giden iki kardeşim daha var. Ben okuyamadım ama en azından onlar okuyabilsin” diyerek çalışma nedeni açıklıyor. Her gün Limontepe ile Işıkkent arasında gidip gelen Abdullah’ın iki saati yolda geçiyor. “Daha fazla haftalık ve uyku uyuyabilmek” isteyen Abdullah, atölyede geçen yıl daha çocuk işçinin olduğunu da dile getirip “Şimdi az kaldık. Hem çok çocuk işsiz kaldı hem de bizim işimiz arttı. Bir kısmı, başka atölyeye girebilmiş ama bildiğim kadarı ile çoğu işsiz” dedi. İGAM Başkanı Çorabatır: Mülteci Statüsü Tanınmalı İltica ve Göç Araştırmaları Merkezi (İGAM) Başkanı Metin Çorabatır ise çözümün, “mülteci statüsünün tanınmasından” geçtiğinin altını çiziyor. Tek başına olmamakla beraber sorunun, Türkiye’deki “iltica ve sığınma sisteminin eksikliğinden” kaynaklandığını anlatan Çorabatır, açıklamasını şöyle sürdürdü: “Türkiye, 1951 Cenevre Sözleşmesi’ne koyduğu ‘coğrafi sınırlama’ çekincesinden dolayı yıllardan beri entegrasyon sistemini geliştirmedi. Çünkü, Avrupa konseyi üyesi olmayan ülkelerden Türkiye’ye sığınanlar, ‘coğrafi sınırlama’ nedeniyle mülteci statüsüne sahip olamazlar. Mülteci statüsünün verilmesi ile birlikte Cenevre Sözleşmesi’ndeki haklar, mültecilere sağlanmalıdır. Bu haklardan biri de mesleklerini icra etme hakkıdır. Mülteci statüsünün tanınmamasından kaynaklı entegrasyon, Türkiye’de hukuki karşılığı olmayan bir sistem. Bunun yerine, 2013 yılında yürürlüğe giren Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu’nun 93. Maddesi, ‘uyum’dan bahsediliyor. ‘Uyum’ ise daha çok ‘geçiciliği’ içeriyor ve Türkiye’de kalıcı bir hayatı öngörmüyor. Mültecilerin kalıcılığı görüldükçe de ek düzenlemelerle ilgili hayatları güçlendirilmeleri çalışıldı. Bunlardan biri de çalışma izni düzenlemesi ancak bu da ağır işleyen bir durum. İnsanlar, hayatta kalabilmek adına kayıtsız çalışmayı göze alıyorlar bu da yeni sorunlara yol açıyor. Bu insanların izin alarak değil normal bir vatandaş gibi çalışma hayatına katılmaları gerekiyor.”
Editör: TE Bilisim