Utku ŞENSOY  Yine sonbahar yine zor günler bekliyor ülkemizi. İçerde Korona virüs belası, dışarda Doğu Akdeniz’de Rum-Yunan ikilisinin, AB-ABD rüzgarıyla balon gibi şişip sonu gelmez istek ve tacizleriyle başımızı ağrıtması... Sonbahara girerken Covid 19 virüs dalgasının ülkemizde ikinci kez pik yapıp günlük vaka sayılarının bin altı yüzlere, vefat sayısının da 50’nin üzerine tırmanması hepimizin üzerinde ciddi biçimde düşünmesi gereken bir durum. Sözde en disiplinli kent, kurallara uyulan başkentimizin, virüsün ülkemizdeki merkez üssü haline gelmesinin nedenlerini ve sorumluluğunu, açıklanan resmi rakamlar doğrudur-yanlıştır tartışmalarının da ötesinde, başta yönetenler olmak üzere hepimizin paylaşıp üzerinde iyice düşünülmesi lazım. Korona virüs dünya genelinde 30 milyon sınırını zorlarken, virüs nedeniyle yaşamını yitirenlerin sayısı bir milyon sınırına yaklaştı. ABD’nin 6,5 milyon vaka ile başı çektiği listede, Hindistan ve Brezilya’nın 4’er milyon, Rusya’nın da 1 milyonun üzerinde vaka ile ilk sıralarda yer alması, bu görünmez illet karşısında gücünüzün ne olursa olsun akıl ve tedbir yoluyla mücadele edilmesi gereğinin en önemli göstergesidir. Akıl ve tedbir de maske-mesafe-hijyenden geçiyor. Dünyada hal böyleyken yaz rehavetiyle gevşeyen ülkemizde kararan tabloya bakınca tabii ki de alınan tedbirlerin yeterli olduğu söylenemez. 21 Eylül’de okulların açılması iddiası ise son derece tehlikelidir. Bakmayın, Almanya, Fransa gibi ülkelerde okulların açıldığına, oradaki eğitim kurumlarındaki fiziki koşullar, aile ve yaşam felsefelerinden kaynaklanan önlemlerle, o ülkelerdeki çocukların kurallara daha fazla uyma eğiliminde olacaklarından şüpheniz olmasın. Yurtdışındaki öğrencilik yaşamımda bu ülkelerde, ailelerin benzer konularda öğrenim çağındaki çocuklarına ülkemize göre genel olarak daha dikkatli davrandığına tanık oldum. Şüphesiz bizde de bilinçli ebeveynler, dikkatli eğitimciler azımsanamayacak kadar fazladır ancak ülke geneline baktığımızda solunum-temas yoluyla bulaşan bir pandemi söz konusu olduğunda, toplumun bir bölümünün dikkatli olması yeterli olmuyor. Bu çerçevede bakıldığında okulları şu tarihte açacağız genellemesi yerine, “vaka sayısının seyrine ve il bazındaki pandemi durumuna bağlı olarak, bölgesel ya da kent bazında yüz yüze eğitime geçilecek” denmesi, bu şekilde bir hedef konması toplum sağlığı açısından çok daha isabetli olurdu. Alışmamız lazım Sonbaharla birlikte artacak muhtemel mevsimsel grip vakaları, korona virüs illeti için de uygun ortam sağlayacağına dikkat çekiyor konunun uzmanları. Bizden daha kritik bir eşikte olan Fransa, iki haftalık karantina süresini indirip, daha önce yasak olan sıtma ilaçlarına yeşil ışık yakarken, konunun uzmanları aşıya alternatif önlemleri şeffaf biçimde kamuoyu önünde tartışmaya başladı. Görüleceği üzere yaşam devam ediyor, ekonominin çarklarının dönmesi ve mutfaktaki yangının da hafifletilmesi için iş-aş mücadelesi ve genç nesillerin eğitilmesi zorunluluklarından dolayı azami tedbirle bu virüsle beraber yaşamayı öğrenmeliyiz. Başta sağlık sektöründe çalışanlar olmak üzere, kamuya açık alanlarda, bürolarda ekmek peşinde olan herkes yaşamları pahasına mücadele verdiklerinin farkında olmalılar. Hem sosyal yaşamımızı kısıtlayıp, ekonomik yaşamın tam içinde olacağız, hem de HIV virüsü gibi çok yüksek mutasyon hızına sahip, SARS virüsü gibi solunum yolu ile bulaşan hayvan kaynaklı yeni doğal virüslerle, Ebola virüs, Nipah virüs, Kuduz virüsü gibi onlarca çeşit virüse veya laboratuvarda üretilecek yapay virüslere hazırlıklı olacağız. Yeter artık kesin şu Korona halayını! Virüs dalgalarına, saldırılarına hazır olmanın yolu ise, beğenmesek de “yenidünya düzenine ayak uydurmaktan” geçiyor. Bu da en basit şekliyle, MASKE-MESAFE-HİJYEN kurallarına uymaktır. Salya sümük sarılarak, yalap şalap öpüşerek, kafa tokuşturup, enseye tokat, el kol yapışık düzen, kına-düğün-dernek, halay-horon, asker uğurlama, taziye benzeri gelenek-göreneklerimizi, yaşam tarzımızı artık uzun bir süre unutup rafa kaldıracağız. *** DOĞU AKDENİZ Girizgah cümlemizde, Rum-Yunan ikilisinin, AB-ABD rüzgarıyla balon gibi şiştiğine vurgu yapmıştık, hiç merak etmeyin o balon elbet bir gün patlayacaktır. Atalarımız boşuna, “kötü komşu hacet sahibi eder” dememiş. Yunanistan gibi sözde “NATO müttefikiniz” varsa, başta askeri olmak üzere her alanda güçlü olmanız gerekir. Her fırsatta Avrupa Birliği ve ABD’yi arkasına alıp tırnaklarını gösteren komşumuz sayesinde askeri teknoloji alanında müthiş atılımlar yapıp kendi silahımızı kendimiz yapar hale geldik. TSK, geçmişte kendisine yönelik Ergenekon, Balyoz gibi tüm tertip ve kumpaslara, gizli tanık ve ipe sapa gelmez suçlamalara rağmen toparlanmasını bildi ve dimdik ayaktadır, dosta güven düşmana korku vermeye devam etmektedir. Doğu Akdeniz’de haklı davamızda denizaltı zenginliklerin peşinde atsineği gibi bölgeye üşüşen emperyalist güçlerin taşeronluğunu yapıp yaygara koparan Yunanistan’a anladığı biçimde, KKTC ve Libya’ya hava üssü kurmak da dahil, tüm cevapların vakti geldikçe sırasıyla verilmeye devam edilmelidir. Böylesine hassas bir konuda hamasete sarılmadan, gerektiğinde İncirlik Üssü’nün statüsü de masaya yatırılmalı, ABD’nin bize vermediği F35’lerin yerine beşinci nesil Rus savaş uçakları da düşünülmelidir. Hatta sırf bu yüzden olacaksa, 50’li yıllardan buyana sırtımızda kambur gibi duran, boynumuzda Demokles’in kılıcı gibi sallanan “stratejik ortak-sözde müttefiklerimizin” dostane tehditlerinden silkelenip, gerekirse eksen kayması alternatifi bile tartışılabilir. En doğrusu “güçlü ve tam bağımsız Türkiye”, ama bu sloganlarla, meydanlarda atılacak nutuklarla olmaz, bunun için başta yönetenler olmak üzere tüm yurttaşların böylesine iddialı bir hedef için gerekli vizyon ve basireti sergileyip atılımcı, yenilikçi liyakat sahibi genç ve dinamik kadrolarla çok çalışmaları gerekir. Geldikleri gibi giderler! İster Fransa’nın 40 uçak taşıyan Charles De Gaulle uçak gemisi gelsin, isterse Amerikan 6’ncı filosu. Hiç fark etmez, 80 küsur milyonluk ülkemizi, güçlü TSK’mizi yıldıramazlar. Onlar ancak karasularımıza, Antalya’ya kendilerine çay-kahve ikramımız için gelebilirler. MSB’nin açıklamasında kuvvetle vurgulandığı gibi, “bölgemizde hiçbir hukuksuzluğa ve kabadayılığa izin verilmeyecek”, verilmemeli de! Mavi vatanın her bir damlası… Aynı vatanın bir karış toprağı için olduğu gibi, ülkemizin karasuları, “Mavi vatanın” sınırlarına yönelik hasmane tutum sergileme niyetleri olanlara, gereği yapılmalıdır. Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar›ın, Ulu önder Mustafa Kemal Atatürk’ün İstanbul›u işgal eden İngiliz kuvvetleri için söylediği sözlerine atıfta bulunduğu gibi; “geldikleri gibi giderler”, gitmeliler ve bir şekilde gitmeleri sağlanmalı da!