Mehmet Necati GÜNGÖR    12 Eylül Anayasası’nın geçici dördüncü maddesi eski liderlere yasak getiriyordu. Demirel, Ecevit, Erbakan, Türkeş... Rahmetli Özal, yasakların kaldırılması konusunu referanduma sundu. Hükümet “hayır” tezini işliyor. Hükümet üyeleri ve milletvekilleri, Özal’ın talimatıyla yurt sathına dağılmış, bu tezi işliyorlardı. Özal Hükümeti, birçok bucağın ilçe, bazı ilçelerin de il olmasını sağlamıştı referandum öncesinde. Bu furyada, Hınıs’ınn Karaçoban nahiyesi de ilçe yapılmıştı. Karaçoban, rahmetli Abdürrezak Güvencin’in köyü diye anılırdı o zamanlar. Güvercin, yörenin sevilen isimlerinden biriydi. Güzel bir insandı. Anlaşılan, iktidar O’nun hatırını kırmak istememiş, nahiyesini ilçe yapmıştı. Böylece Hınıs ilçesi, bir nahiyesinden mahrum kalmış, yanına “kuma” gibi bir ilçe eklemlenmişti. Muhalif Hınıslılar bunu bir türlü hazmedememişlerdi. Biz de, bakanımız Kâzım Oksay’la birlikte o geziye katılmıştık. O zamanlar devletin imkânları bu günküne göre daha mütevazı. Birbirimizle çok iyi anlaşan üç dost, yerli malı bir araçla konvoyu takip ediyoruz. Arabada Petrol Ofisi Genel Müdürü Mehmet Gültekin, bakan danışmanları olarak sonradan Kırıkkale Üniversitesi rektörü olacak Prof. Tahsin Nuri Durlu ve ben. Yolculuğumuz maceralı başlamıştı. Ninno deresine geldiğimizde aracın lastiği patladı. Şoföre baktık, harekesiz ve mahcup, o da bize bakıyor. “Evlâdım stepneyi çıkarsana.” “Stepne yok efendim.” Haydaaa. Burası Ninno deresi. İki dağın arasında kervan gaçmez, kuş uçmaz bir yerdeyiz. Üstelik bölgede teröristler var. O ara arkadaşlarıma Ninno deresinin hikâyesini anlattım kısaca. “Burada eşkiyalar yol kesmiş, keşfe çıkan bir hakimle savcıyı ve avukatı oynatmışlar.” Dedim. “Yok yav?” “Evet, maalesef öyle. Tekrarıyla karşılaşabiliriz.” Gözüm, Tahsin beye kaydı. Babadan zengin. O’nun parasıyla eşkiyadan kurtulabiliriz de, oyunu kim oynayacak? Arkadaşlarıma, “bari oyunun provası yapalım” dedim. “Ne oyunu? “Ninno.” “Ben çalacam siz oynayacaksınız.” “Niye sen?” “Muhtemelen bana çaldırır, sizi oynatırlar” “Ben hemşerilikten yırtarım.” Dedim. “Deme yahuuuu.” Yolda çaresiz bekleyişimiz bir saate yakın sürdü. Sonunda bir tırın üzerinde kaza yapmış bir araba imdadımıza yetişti. Lastiğini söküp arabamıza taktık, konvoya yetiştik. Hınıs’a vardığımızda kürsü hazır, o zamanlar henüz bakan yapılmamış olan yöre milletvekili rahmetli Sabahattin Aras kürsüde. “Cenaze geliyor, lütfen yol verelim.” Diye anons yaptı. Dört kişinin taşıdığı tabut, arkasında üç dört kişiden ibaret cenaze alayı. Dikkatimi çekti. Bu yörede fukaranın cenazesine bile en az yüz kişi katılır. Bu işte bir iş var diye düşündüm. Hemen suikast teşebbüsü aklıma geldi. Korumaları uyardım, biz de hızla cenazenin geldiği istikamete koştuk. İçerideki “kürsünün önüne geldiğimizde yere bırakın” dediğinde birisi “öli ğonişir” diyerek kaçmış. Tabut yere bırakıldığında içinden bir adam, elinde “Hınıs öldi, başız sağ olsun” yazılı pankart. Buradan şuna gelmek istiyorum: Hükümet, 30’a yakın ilçeyi il yapacakmış. Bence doğru bir iş. Bazıları çoktan hak etmişti. Ama Hınıs unutulmasın. Sonra sizin de önünüze tabut koyarlar. Bizden söylemesi. Referandumun sonucu ne mi olmuştu? Halk, evet oylarıyla yasakların sürmesine hayır demişti