Utku ŞENSOY Arapça kökenli tahammül kelimesi Türk Dil Kurumu’na göre, nesnenin, güçlü, zorlayıcı dış etkenlere karşı koyabilmesi, dayanması anlamına gelir. İsim halde, insanın kötü, güç durumlara karşı koyabilme gücü, kaldırma, katlanması anlamında kullanılır. Edebiyatımızın önde gelen hikâye yazarlarından Ömer Seyfettin’in, (1884- 6 Mart 1920) “Sanıyorum ki hep benim hatırım için bu hayata tahammül ediyor” sözleri bu kelimenin en iyi biçimde ifade edildiği güzel bir örnektir. Tahammül, çocukluk yıllarımızda büyüklerimizden en çok duyduğumuz kelimelerdendi. 40’lı 50’li yıllarda doğanlar ebeveynlerimizin dillerine pelesenk olan bu kelimeyi iyi anımsayacaktır. “Tahammüllü olun!”, “Müsamaha gösterin!” sıkça duyduğumuz kelimelerdi ve bunun gereğini yapmamız beklenirdi. Günümüzde her ne kadar “hoşgörü, katlanma, görmezden gelme” ya da “göz yumma” şeklinde kullanılsa da anlam ve vurgu bakımından tam karşılığı değildir. Bazen de “sabırla, izin verme, aldırmama, iyi karşılama” ile özdeş kullanılmaya çalışılır ama kanımca bunların hiç biri tahammül kelimesinin anlam derinliğini veremez. Zaten o kelimenin anlamını algılayabilseydik toplum olarak bugünkü yerimiz Güney Kore ile hatta Japonya ile birlikte anılıyor olacaktı. Sadece bireysel ya da toplumsal değil, ulusça yaşadığımız sorunların başında da kanımca tahammülsüzlük geliyor. Yaşadığımız tahammülsüzlüklere gelince; evde ebeveynler, çocuklar, apartmandaki komşular, sokakta kaldırımda yürürken daha yavaş yürüyen yaşlıları geçmeye çalışanlar, karşıdan gelene yol vermek yerine omuz atarcasına kaldırımı kaplayanlar, toplu taşımada rastladığımız kaba saba insanlar, trafikte bir araç öne geçmek için türlü hamlelerle hem kendisinin hem diğer araçtakileri tehlikeye atan sabırsız sürücüler… Ayrıldığı eşinin başkalarıyla konuşmasına, gezip tozmasına tahammül edemeyip kadınlarımızın canına kastedenler, duygularına karşılık verilmemesine tahammül edemeyip genç kızlarımızı katledenler… Saymakla bitmez! Çoğu psikiyatrik vakadır bunların. Son 24 saatinizi gözden geçirin, kolluk kuvvetlerinde, bürokraside, yargıda, sağlıkta, ticarette hemen her alanda gün boyu yaşadığınız, karşılaştığınız tahammülsüzlük örneklerini not alalım desek sayfalar doldurabiliriz. Siyaset derseniz orada tahammülün “T” sine bile rastlamak artık çok zor! Varsa yoksa kendi görüşü, peki diğerlerinin görüşü, fikri? Yok, o tu kaka! Haber bültenlerinde gün boyu tanık oluyoruz karşı görüşe saygı göstermeyen kerli ferli yıllarını politikaya vermiş “akil adamları.” Bakmayın onların her adımda sarf ettiği hoşgörü sözlerine, 7x24 tahammülsüzlük örnekleri sergiliyorlar. Oysa tahammül ile zaman arasında doğru orantılı bir ilişki vardır. İnsan olgunlaştıkça, yıllar geçtikçe, daha fazla tahammül sahibi olması gerekir. Ama safları sıklaştırma gayretinden mi yoksa kavgadan beslenmekten midir bilinmez hep bir tahammülsüzlük örneği sergilenir. Eee doğal olarak imam-cemaat ilişkisinde olduğu gibi siyasetteki bu gerilim ve tahammülsüzlük havası doğrudan sokağa, evlerimize kadar hepimizi etkiliyor. Peki ya saygıya ne oldu derseniz? Sizlere ömür… O zaman tahammül, saygı, hoşgörünün olmadığı toplumlar ne olur? Düdüklü tenceredeki susuz kuru fasulyeler gibi olur. Günümüzde uluslararası ilişkiler bile artık tahammülsüzlük üzerine kurulu. Komşu ülkenin rejimi oradaki halk için kötü! ya da Oradaki yönetim benim ülkem için bir tehdit oluşturabilir! O zaman onu ortadan kaldıralım! İyi de o hasta ruhlu adam benim topraklarıma saldırıyor mu? Gizli örgütleri ile ülkemin altını oyuyor mu? Böyle bir şey olduğu zaman gereğini yaparsın. Yoksa bize ne! O hasta zihniyet kendi halkına eziyet ediyorsa, baskıdan kaçanlar sınırlarımıza kadar gelmişse, sınırımızın karşı tarafına insani yardımda bulunup, gerisini uluslararası camiaya havale eder, takipçisi olur geçer gidersin. Dünyanın jandarması biz miyiz? Ya da iyilik meleği? Dünyadaki, çevremizdeki baş belası, hastalıklı adamların, rejimlerin hepsini biz mi temizleyeceğiz? Yazık değil mi benin Mehmetçiğime, gencecik evlatlarıma?