“İnsana nasıl faydalı olurum sorusu hayat felsefem oldu”

Gülseren Budayıcıoğlu, Ankara Tıp Fakültesi’nde öğrenciyken önce TRT radyosunda, daha sonra televizyonunda kadrolu spiker ve sunucu olarak çalıştı. Televizyon kariyerinde ilerlerken tıp fakültesini, tıpta doçentlik kadrosu gelince de serbest hekimliği tercih eden Budayıcıoğlu, 2005 yılında Ankara’nın ilk özel psikiyatri merkezini açtı. Pek çok kitabı yayınlanan Budayıcıoğlu ile TRT’nin eski yıllarına ve anılarına uzandık

SULTAN YAVUZ -  Psikiyatrist doktor Gülseren Budayıcıoğlu, 1947 yılında Ankara’da doğdu, ilk ve ortaöğrenimini TED Ankara Koleji’nde tamamladı. 1966 yılında Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi’ne giren Budayıcıoğlu, öğrenimi sırasında TRT’nin açtığı spikerlik sınavını kazanarak TRT’ye kadrolu spiker olarak alındı. Kurumda beş yıl boyunca spikerliğin yanı sıra Türk müziği programlarında sunucu olarak görev yaptı. 1972 yılında mezun olduktan sonra evlenen ve TRT’den ayrılarak Hacettepe Üniversitesi Psikiyatri bölümüne asistan olarak giren Budayıcıoğlu, 1982 yılına kadar öğretim görevlisi olarak çalıştı ve aynı yıl doçent olmak üzereyken tercihini serbest doktorluktan yana kullandı. 23 yıl Ankara’da serbest hekim olarak çalışan Budayıcıoğlu, 2005 yılında Ankara’da Türkiye’nin ilk psikiyatri merkezi olan Madalyon Psikiyatri Merkezi’ni kurdu. Budayıcıoğlu’nun “Günahın Üç Rengi”, “Hayata Dön”, “Kral Kaybederse”, “Camdaki Kız”, “Hayata Dön”, “Kral kaybederse”, “Kral Teo Kitabı” gibi deneyimlerini paylaştığı kitapları bulunuyor. TRT’nin ilk yıllarında kurumda çalışan herkesin genç, imkânların ise kısıtlı olduğunu söyleyen Budayıcıoğlu, “Beni önce anons spikeri olarak aldılar ve sonra Muzaffer İlkar yönetimindeki Türk müziği konserlerinde sunuculuk yaptım. Bu müziğe babam dolayısıyla bir aşinalığım olduğundan ve çok sevdiğimden, işimi de severek yaptım” diyor. Televizyonun imkânlarının o dönem çok kısıtlı olduğunu ve kameraların sürekli bozulduğunu ifade eden Budayıcıoğlu, kameraların tamiri sırasında usta Neşet Ertaş’la olan anısını şöyle anlatıyor: “Ben Neşet Ertaş’ı çok severdim. Kameralar bozulunca da saatlerce beklerdik. İşte o sırada rahmetli Ertaş sazını eline alır, bir köşeye çekilir ve çalmaya başlardı. Başta ben olmak üzere, sevenleri yanına oturur dinlerdik. Muazzez Abacı da çok gelirdi, bazen birlikte söylerdik. Ertaş müthiş bir insandı ve o anları unutmam mümkün değil.” Budayıcıoğlu, süreç içinde röportajla da görevlendirilerek canlı röportajlar gerçekleştirmiş ve seslendirme bölümünde de görev alarak, “Casper” isimli çizgi filmi seslendirmiş. Budayıcıoğlu, “Seslendirme, geceleri canlı yayın, öğlen cep programları ve haftasonu da konser sunuculuğu... Sonra sabaha kadar evde ders çalışırdım. Zor ama keyifli günlerdi” diyor. TRT’de çalıştığı dönemde Erşan Başbuğ, Türker Atakan, Seçil Heper, Ela Altın, Muazzez Abacı, Hülya Sözer gibi isimlerle dostluk geliştirdiğini kaydeden Budayıcıoğlu, Doğan Kasaroğlu’nun TRT üzerinde çok emeği olduğunu da belirtiyor. Budayıcıoğlu, program sırasında kendisine asla yazılı kart verilmediğini, her şeyi kendisinin öğrendiğini ve sunduğunu ifade ederek, saz heyetinin kendisine Farsçayı öğrettiğini de memnuniyetle dile getiriyor. Budayıcıoğlu, “Ben o ilk mısraların ne anlama geldiğini, nasıl okunacağını biliyordum. Seyirci de bayılırdı, ‘Niye daha fazla okumuyor’ derlermiş. Bir spiker olarak bunları kotarırdım, çok güzel günlerdi” diyor. Budayıcıoğlu’nun uymadığı kural Tıp fakültesi yerine başka bir bölümde olsaydı, hiç tereddüt etmeden televizyon dünyasını seçeceğini vurgulayan Budayıcıoğlu, TRT’yi bırakırken tereddüt yaşamadığını belirterek, o süreçten şöyle söz ediyor: “Tıpta çok büyük emek veriyorsunuz ve biliyordum ki, tıpa dönmezsem bir daha şansım olmayacak. O nedenle karar verirken zorlanmadım. Hatta beni kandırmak için çok uğraştılar, Fransa’dan özel terzi getireceklerini, makyaj malzemeleri alacaklarını söylediler ama nafile...” Budayıcıoğlu TRT’de çalıştığı dört yıl boyunca yedi kere eğitimden geçirildiklerini ve ekrana çıkan herkesin sınava tâbi tutulduğunu, kurumun son derece titiz olduğunu vurguluyor. Bunun yanı sıra bazı kurallara uymadığını söyleyen Budayıcıoğlu, TRT Genel Müdürü Musa Öğün Paşa zamanında çiğnediği yasağı şöyle anlatıyor: “Musa Paşa’nın koyduğu yoğun kurallar benim de hoşuma gitmiştir, çünkü yeni bir yer ve kurumsallaşmaya çalışıyor. Mesela iş yeri ama herkes spora giderken ne giyiyorsa onu giyiyor. Tabii ekrana çıkanlar giyimine daha fazla özen gösteriyor. Ben de hep ceket ve pantolon giyiyorum ama Musa Paşa pantolon giymeyi yasakladı, kravatı zorunlu yaptı. ‘Musa Paşa geliyor’ diye benim fularım havada kapılırdı, onu kravat yaparlardı hemen ama pantolondan vazgeçmek istemiyordum. Zaten ekranda boydan göstermedikleri için masanın altında belli olmuyordu. Tabii boy çekim olacaksa elbise giyiyordum.” Pazar ekine manşet oluyor Budayıcıoğlu Musa Paşa ile ilgili bir anısını da paylaşarak, yıllık izninde ailesiyle birlikte Erdek’te bir kampa gittiğini ve burada başından geçen olayı anlatıyor. Birgün, babası elindeki gazeteyi öfkeyle getiriyor ve gazetenin pazar ekinde Budayıcıoğlu’nun Feyman Kulüp’teki fotoğrafları yer alıyor. Habere göre Budayıcıoğlu hakkında asılsız iddialar yer alıyor. Budayıcıoğlu şöyle anlatıyor: “Koronun olduğu günler, akşam bitince hep beraber Feyman Kulübü’ne gidilirdi ve beni de davet ederlerdi. Fakat ailem mutaassıp olduğu için beni göndermezdi, ben de istesem de gidemezdim. Birgün tıp fakültesinden arkadaşlarım, Arı Sineması’ndaki çekimlere onları da davet etmemi istediler. Çoğu erkekti ve hayran oldukları korodaki kızları yakından görmek istiyorlardı. Ben de davet ettim, program bitince de ‘Hadi, Feyman’a gidiyoruz’ dediler ama benim gitmem yasak. Bunun üzerine erkek arkadaşlarım annemi telefonla arayıp, eve de kendilerinin bırakacaklarını söyleyerek izin aldılar. Gece boyunca zaten yanlarında oturdum ve fotoğraf çekiliyordu ama üstüme alınmadım, sonuçta bir sürü ünlü sima yer alıyordu. ‘İçki içti’ yazıyor ama ben içki içemem ki... Bir gece kulübü zaten, herkes içiyor ve ben de içebilirdim gayet doğal. Fakat arkadaşlarımla ayrı bir köşede oturuyordum. Babam gazeteyi gösterince, ‘Eyvah, işime son verecekler’ diye düşündüm. Biraz sonra kaldığımız kampın müdürü ‘TRT Genel Müdürü sizi arıyor’ dedi. Heyecan ve korkuyla gittim, ‘Buyrunuz Paşam’ dedim. ‘Kızım Gülseren, ben senin cezanı keseceğim, sen o pantolonu giyemezsin’ dedi. Sonra da ‘Gazeteleri okudun mu, biz de okuduk’ dedi. Ailemle tatilde olduğumu söyleyince, ‘Sen keyfine bak, ben hukuk müşavirliğini haberdar ettim, senin ve TRT’nin adına dava açtırdım, sana para kazandıracağım, benim kızıma nasıl yaparlar?’ dedi. Gerçekten de yıllar sonra bir celp geldi ve o zamanın parası 25 bin lira aldım ki ev alınabilecek bir paraydı. Eşimle birlikte o parayı gezmek için kullandık. İşin daha ilginci, ben muayenehane açtığım yıllarda bir de baktım,hasta adında ‘Musa Öğün’ yazıyor, ‘Bana o yaşta verdiğiniz desteği hiç unutmadım’ dedim. Bir takım şikâyetleri vardı, ben de elimden geldiğince ona ve ailesine yardımcı oldum. Bir tanışıklığımız yoktu ama artık ‘kızıydım.’ Ölümüne değin ara sıra gelir çayımı içer, sohbet ederdik. Ailesiyle hâlâ bir şekilde bağımız devam eder.” “Bu iş bana göre değil, benim özgür olmam lazım dedim” Budayıcıoğlu, ilk önceleri psikiyatrinin ideali olmadığını ancak zaman içinde ne kadar doğru bir karar olduğunu anladığını belirtiyor. Hacettepe’deyken doçentlik kadrosu geldiğinde, kabul ettiği takdirde bir daha akademiden kopamayacağını anlayan Budayıcıoğlu, akademiyi de bırakarak hekimliğe yöneliyor. Budayıcıoğlu bu seçimi için de şunları anlatıyor: “Ben sosyal ilişkileri güçlü biriyim ve yaşadığım süre boyunca insana nasıl faydalı olurum sorusu, hayat felesefem oldu. Yaptığım her işte insana hizmet vardı ve bunlarda en çok doktorlukta başarılı hissediyordum. Fakat bir pazar günü Hacettepe’ye giderken insanları gördüm. Hava da çok güzeldi, her yer cıvıl cıvıl, insanlar bir şeyler yapıyor. ‘Bu iş bana göre değil, benim özgür olmam lazım’ dedim. Birkaç gün sonra da istifamı verdim. Normalde en geç 11.00 gibi muayenehaneye gelinir, akşam 19.00 gibi de çıkılır. Fakat ben 13.00’ten önce gelmez, akşam ise 22.00’ye kadar dururdum. Salı ve Perşembe kilit vururdum. İstediğim saatte gidip geliyordum ama eminim, meslektaşlarımdan daha fazla çalışıyordum. Meslekte en yükseğe çıktığımda, muayenehanemi de kapatıp Madalyon’u kurdum. Psikiyatri pahalı bir tedavi ve ben de devletle işbirliği içinde olduğum, hastanın da kolayca erişebileceği bir merkez olsun sitedim.” Madalyon ilk açıldığında hastadan para alınmadığını ancak zaman içinde devletin terapileri ödemeyeceğini ve bir miktar karşılama yapacağını söylemesi üzerine ücret almaya başladıklarını belirten Budayıcıoğlu, yine de bu ücretin diğer muayenehanelerin dörtte birine tekabül ettiğini ifade ediyor. Budayıcıoğlu, Madalyon hakkında, “Seçeneğimiz çok, çocuk, ergen psikolojisi ayrı ve özel tedavi biçimlerini bilen psikologlarımız da var. Her yaş ve değişik soruna cevap verebildiğimiz için çok mutluyum” diyor. Gülseren Budayıcıoğlu, yıllardır kitap yazdığını ancak özellikle son yıllarda dikkat çektiğini belirterek, 15 yıl önce yazdığı kitapların da hâlâ basıldığını ve kariyerinin başında yakaladığı tanınırlığı, hayatının bu evresinde de yaşamısını kaderin bir cilvesi olarak yorumluyor.
Editör: TE Bilisim