Utku ŞENSOY Ortadoğu’daki istikrarsızlık, terör, mülteci akınları başta olmak üzere, Avrupa Birliği ile Ankara arasındaki siyasi uyuşmazlıklar nedeniyle geçtiğimiz yıllarda turizmde yaşanan kara bulutlar geride kaldı. Birleşmiş Milletler Dünya Turizm Örgütü 2018 yılı turizm verilerine göre, Fransa, İspanya, ABD, Çin, İtalya gibi devlerin hemen ardından altıncı sıraya oturmamız önemli bir başarıdır. 2019 yılı hedefi de, 50 milyon turist sayısını aşıp, 50-55 milyon bandında bir yerde yine dünyanın 6’ncı turizm destinasyonu olmak. Keza 2018 yılındaki yüzde 22’lik artış da yine takdire şayandır. Kolay değil onca deve dişi gibi rakibin arasından sıyrılıp önceki yıla göre turist sayısını dünyada en fazla arttıran ülke olmak… Şu ana kadar aktardıklarımız hepimizin gururunu okşayan rakamlar. Olayın bir de başka boyutu var. Turizm gelirlerinde ilk 10’a girememiş olmamız, turizm pastasından yeterince pay alamadığımız anlamına geliyor. Ülkemize gelen yabancı konukların önemli bölümünü oluşturan orta ve uzak doğu kökenlilerin bir kaçı dışında Avrupalı turistlere göre daha az gelirli olması ve tatilde para harcama eğilimlerinin farklı oluşu, turizme bel bağlayan esnafı oldukça düşündürüyor. Döner-ayran ile günü geçiştiren bu tür konukların, son İstanbul seyahatimizde tanınmış 5 yıldızlı otellere ellerinde simit ayran meyve suları dolu poşetler ile odalarına yönelmelerini hayli yadırgamıştık. Otel çalışanları da bazı istisnalar dışında artık “yeni turistlerimizin” böyle olduklarını teyit ettiklerinde belki İstanbul’a özgü, ağırlıklı olarak oteller bölgesi ve tarihi yarım adadaki çok yıldızlı otellerde görünen bir durum olduğunu düşündük. Güneyde tablonun daha farklı olacağı umuduyla bu kez oradaki durumu da yakından gözlemleme imkanımız oldu. Ancak orada da değişen pek bir şey yoktu. Otel ve tatil köylerindeki “UHD” sistemi ile 7-24 yiyip içen bu tarz turistlerin, otel dışına çıktıklarında birkaç cami ve ören yeri ziyareti, hediyelik ucuz ıvır zıvır alışverişi dışında döner-ekmeğe talim ettiği bilgisini aldık yöre esnafından. Bize sürekli “nerede o eski Avrupalı turistler, nerede o para harcayan Fransız, İtalyan, Alman, Hollandalı…” diyerek hayıflanıyorlardı. Fethiye’de yaşları hayli ilerlemiş Türkiye dostu Fransız çift ile tanıştık. Biz sormadan kendileri başladı anlatmaya. Saatler süren sohbetimizden birkaç cümle; -“30 yıldır Türkiye’ye geliyoruz, dünyada gidilebilecek tatil yapılabilecek en güzel ülke. Ancak eski dostlarımız artık bize katılmakta çekingen davranıyor…” Nedenini merak edip soruyoruz; -“Terör korkusu falan mı?” -“Yok o birkaç yıl önceydi. Bu kez Ankara-AB başkentleri gerginliğinden, siyasi iklimden”… -“Peki ya siz ne düşünüyorsunuz?” -“ Siyaset başka turist olarak bu güzel ülkeye gelmek başka! Biz tadını çıkarıyoruz. Türkiye’deki hukukun üstünlüğü, ifade özgürlüğü, kayyım atamaları gibi konularda olup biteni çoğu Avrupalı gibi biz de biliyor ve izliyoruz. Onlar bu durumdan kaygılanıp tavır koyuyor biz ise Türkiye sevgimizden ödün vermiyor yine de geliyoruz…” … Özetle paralı, para harcayıp ekonomimize katkıda bulunabilecek Avrupalı, Batıdan gelen bilinçli turist ülkemizde olup biteni yakından takip ediyor, siyasi iklimi analiz edebiliyor. Bir de “sürdürülebilir turizm” diye yepyeni bir trend var. Yani turizm sektöründe artık trend değişiyor; bilinçli turist tatil destinasyonunu sürdürülebilir turizmi destekleyen ülkeler arasından seçmeye başladı. Bu tür turist ziyaret ettikleri yörede yerel halk ile kaynaşarak yaşayıp, ülkenin kültürünü de özümsemek istiyor. Eğer turizm pastasından hak ettiğimiz payı almak istiyorsak öncelikle hukukun her alanda tesisi ve üstünlüğüne azami dikkat gerekiyor. Yoksa döner-ayran turisti ile ortalıkta dolaşan kuru kalabalıkla rekorlar kırmaya devam eder, akıntıya kürek çekeriz.