Utku ŞENSOY  Seçim sath-ı mailine girdiğimiz şu dönemde karşıt cenahlarda kılıçlar çekilmişken biz de siyasi iklimden etkilenip bazı “ucuz hesaplar” içine girip bir yerlere mesaj verme telaşında olmamaya özen gösteriyoruz. Bu bağlamda birçok konuda olduğu gibi turizmde de gelinen durumun nedenlerini, hataları sıralamaktan çok bazı tespitlerde bulunmakla yetineceğiz. Başını alıp giden döviz nedeniyle işlerin şirazesinden çıkmış olması, turizm sezonu öncesinde yapılan tüm hesaplara sil baştan yaptırdı. Ancak sektörde dolar ve avro konusunda kara kara düşünenler için son dönemde tünelin dibinde bir ışık belirdi. Dev turizm gemilerinin rotalarını yeniden Türkiye'ye çevirmesi, sektör için yeni bir umut kaynağı oldu. 2018'de gelmeyeceklerini açıklayan dünyanın en büyük cruise şirketleri kararlarından vazgeçip, gemilerini Türk limanlarına yanaştırma kararı aldılar. Böylece bu yıl Türkiye'ye gelmesi beklenen cruise turisti sayısının yarım milyona yaklaşması bekleniyor. Bu son derece sevindirici bir haber olsa da lokomotif sektörlerimizden turizmde bazı yeni şeyler yapma zamanının çoktan geldiğini unutmamak lazım. Türkiye’nin rakibi olma potansiyeline sahip bazı ülkeler sağlık-termal turizmi, kış turizmi, yayla turizmi, golf turizmi gibi alternatif turizm türlerinin de dışında yeni buluşlar peşinde. Bu konuda fark yaratan ülkelerden biri de Tayland. Tayland, son dönemde Avrupalı yaşlı ve hastaların ömürlerinin son yıllarını huzur içinde geçirmek için yaşamayı tercih ettikleri destinasyon haline geldi. Avrupa’da işçi vergi-sigorta-pirim maliyetlerinin ne denli yüksek olduğu hepimizce malum. Bu nedenle doğal olarak yaşlı ve hastaların bakım maliyetleri de çok yüksek oluyor. Üstüne üstlük Avrupa’da bakıcı başına düşen hasta sayısı 20. Yani Avrupalı yaşlı ebeveynlerinden birini bakım evine bıraktığında hem çok yüksek meblağ ödemek zorunda kalıyor hem de yeterli hizmet alamıyor. İşte bu noktada akılcı bir planlama yapan Tayland’ ın yaşama geçirdiği seçenek dikkat çekici; “Görece daha makul bir meblağ karşılığında Avrupalı yaşlı ya da bakıma muhtaç hastalara mükemmel bir ortamda mükemmel hizmet”. Sıradan yaşlılık rahatsızlıklarından tutun da demans hastalığı olanlara kadar, ayda 700 ila 3 bin dolar arasında bir ücret karşılığında Avrupalılar, mükemmel bir ortamda huzur ve güvenli biçimde Tayland’da yaşamlarını sürdürüyor. Her ne kadar Avrupalıların sağlık sigortası bu miktarları karşılamaya olanak sağlamasa yaşlıların masraflarının küçük bir bölümüne katkıda bulunsa da, bu insanların aileleri evlerini satıp, emekliliklerine ilave edip yaşlılarını bu ülkeye gönderiyor. Tabi buradaki en önemli faktör güven. Ülkeye ve insanına olan güven. Budizm’in gerektirdiği biçimde yardıma muhtaç insanlara destek olmak bir Taylandlı içinson derece onurlu bir hizmet türü. Dolayısıyla bu hizmeti verenler yaptıkları işten gurur duyuyorlar. Tüm hastalarla her türlü ihtiyaçları konusunda çok yakından ilgilenip onlara fiziki aktiviteler yaptırıp her konuda yardımcı oluyorlar. Böylece hasta yakınları da yaşlılarını bu ülkelerdeki merkezlere bıraktıklarında gözleri arkada kalmıyor. Hani biz misafirperveriz, yardımseveriz ya! Dinimizcede de öyle değil mi? Çocuğa, yaşlıya, muhtaca yardımı öngörmüyor mu? Hal böyleyken neden burnumuzun dibindeki Avrupalı yaşlısını ülkesinden 9 bin kilometre uzaklara gönderiyor? Burada bir özeleştiri yapıp, empatikurmamız gerekmez mi? Tüm bu insanlar yakınları için, tek uçakla 2-3 saatlik uçuş mesafesinde olan Türkiye’yi tercih etmezler mi? Tabii ki de ederler. Sırf çok iyi bakım ve hizmet aldıklarını bildikleri için dünyanın öbür ucuna gönderdikleri yaşlılarını ülkemize göndermeyi tercih ederler. Ancak öncelikle onlara bu güveni verebilmeli, o güven ortamını tesis edebilmeliyiz. Ayrıca turizmi çeşitlendirmek adına bu konuya sektörel bazda profesyonelce ve bilimsel açıdan yaklaşmalı, gerekli koşulları yerine getirip bu işe gönül verenleri istihdam edebilmeliyiz. Ayrıca, ülkemizde yaşama kararı alan bir avuç yabancısını kazıklayıp “gavur gören”, onun can güvenliğini tehdit eden, kendi yaşlısını da tartaklayıp, parasına, altınına el koyupkapıya koyan güruhun yeşertmeye çalıştığı o iğrençlik kültürünün önüne mutlaka caydırıcı yasalar ve yetişen nesiller için de doğru eğitim ile geçmeliyiz. Aksi takdirde turizm sektörünü deniz-kum-güneş üçlemesinin kolaycılığına bırakıp eğitimi göz ardı edersek, sektörün sorunları her geçen yıl daha da artar ve el alem yeni buluşlarla aya giderken biz yine yaya kalırız. Demek ki artık vakit çok geç olmadan birçok alanda olduğu gibi turizmde de farklı bir şeyler yapmanın,yaratıcı olmanın tam zamanı.