Utku ŞENSOY
Gündemi o kadar bol bir ülkeyiz ki, her gün onlarca yepyeni sorunla karşı karşıyayız. Yazılarımızda yurdumuzdaki sorunlardan üçüne beşine değinsek yine de çok...
Utku ŞENSOY
Gündemi o kadar bol bir ülkeyiz ki, her gün onlarca yepyeni sorunla karşı karşıyayız. Yazılarımızda yurdumuzdaki sorunlardan üçüne beşine değinsek yine de çok sayıda sorunu görmezden gelmiş olduğumuzu düşünürüz. Oysaki Avrupa öyle mi? Yıllarca yaşadığım Fransa görece “Mağrip” (maghreb) Arap kökenli Müslüman göçmeni ve Almanya da Türk kökenlileri olmasa diğer komşuları Birlik üyeleri gibi AB standartları çerçevesinde yaptıkları, “salatalıkların boyunu ölçmek” benzeri fındıkkabuğunu doldurmayacak sorunlarla uğraşıp bunalıma gireceklerdi. Fuzuli işlerle iştigal etmekten asıl görevini unutan medeniyetin beşiği koskoca Avrupa, bırakın dünyadaki ihtilaflara müdahale edebilecek bir güce sahip olmayı, İngilizlerin Brexit sonrası ayrılışıyla üç beş Fransız askeri teknolojisi ve paralı askerlerinin dışında kendini koruyamayacak zavallı bir hale geldi. Yumurta kapıya gelince yılan hikayesine dönen “Avrupa Ordusu” yeniden gündeme geldi. Anglosaksonların desteği olmasa Türkiye gibi ciddi bir orduya sahip bir ülkenin tüm Avrupa’yı baştan sona geçmesi 3-5 günlük bir mesele. Polonya’nın, Portekiz’in, Romanya ve Yunanistan’ın sorunlarıyla uğraşacaklarına Türkiye gibi güçlü, dinamik bir partneri Birlik içine alabilme iradesini gösterebilselerdi, Ortadoğu’dan Kafkaslara, enerji kuşağındaki tüm gelişmelerde bypass olup Amerika’nın bölgede at koşturmasına seyirci kalmazlardı. Neyse bu saatten sonra yaşlı Avrupa’ya Türkiye’nin ihtiyacı yok, ne halleri varsa görsünler. Türkiye kendi bildiği yolda ilerliyor. Türk Dili Konuşan Ülkeler İşbirliği Konseyi’nin (Türk Keneşi) 8’inci zirvesi İstanbul’da yapıldı. 6 ülke liderlerinin konuk olduğu zirve, “Yeşil Teknolojiler ve Dijital Çağda Akıllı Şehirler” teması altında düzenlendi.
1993-2000 yılları arasında görev yapan merhum 9’ncu Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, bu cumhuriyetle ilişkilere özel önem atfediyor, bağımsızlıklarını yeni kazandıkları o dönemde onlara demokrasiden ticarete farklı konularda öncülük ve ağabeylik yapıyordu. O dönem bölgedeki ziyaretlerine TRT muhabiri olarak ben de yakından tanık oldum. Demirel’in o yıllarda attığı adımların bugün sürdürüldüğünü görmek son derece yerinde ve takdire şayandır. Kanımca Demirel’in siyasi görüşü ya da başbakanlık dönemleri sorgulanabilir ama Cumhurbaşkanlığı ve devlet adamlığı asla. Türkiye dost ve kardeş ülkelerin çağdaş dünyaya açılan kapısıdır, önemli bir lider ülkedir. Demokrasi ve Özgürlükler Adası’nda (Yassıada) yapılan Türk Kaneşi’ nin öncelikli hedefi, Konsey üyesi ülkelerde demokrasi ve hukukun üstünlüğünün her alanda tesisi olmalı. İkinci önceliğin de, Orta Asya Türk Cumhuriyetleri arasında 21 milyar dolar düzeyindeki toplam ticaret hacminin, hızla 100 milyar dolar seviyesine çıkarılmasıdır.
***
TRT PAYI
Bir süredir tartışılan konuya son noktayı Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan koydu. Elektrik faturalarından TRT payı ve enerji fonu kesintisi kalkıyor. Tarafsızlığını yitirdiği iddiasıyla TRT yayınlarından rahatsızlığını dile getiren muhalefet, 1984 yılından buyana devam eden desteğin kalkmasını istiyordu. Kamu yayıncılığı dünyanın her yerinde bir şekilde devlet tarafından sübvanse edilir, edilmelidir de. Tartışılması gereken yayınların kamu yararına mı iktidar yararına mı yapıldığı olmalıdır. Yoksa yurttaşların yüz liralık elektrik faturasının içinde ödediği iki liralık katkı payı kimseyi zengin de etmez, fakirleştirmez de. Kar amacı gütmeden kamu yararı için, iktidarların kontrolünde olmayan özerk bir TRT kurumunca yapılan her tür yayının bir bedeli vardır ve bunun yurttaşların doğrudan cebinden çıkan elektrik faturaları yoluyla değil, devlet bütçesinden karşılanarak sübvanse edilmesi daha doğru olacaktır.
***
KAMU YAYINCILIĞI
TRT’deki muhabirliğim sırasındaki seçim dönemlerinden birinde Refah Partisi lideri merhum Necmettin Erbakan hocayı yurt gezilerinde izlerken birkaç kez açık hava mitingi ve salonlarda yuhalanıp galiz hakaretlere maruz kalmıştık. Her defasında Erbakan hoca duruma müdahale edip, “bu kardeşlerimiz bir suçu yok onlar görevlerini layıkıyla yaptığını iyi biliyorum, partimizin haberlerini kesip kamu görevini gerektiği biçimde yaptırmayanlar Ankara’daki üst yönetimdir” diyerek bizi savunurdu. Aradan geçen onca yıla rağmen TRT’de değişen bir şey olmadığı gibi, kamu yayıncılığının giderek daha da yıprandığına tanık oluyoruz. Meslek büyüklerimizle bir araya geldiğimizde, o dönemlerde hep devlet için, kamu yayıncılığının gerektirdiği biçimde (belki biraz sıkıcı) bir yayın yaptığımızı, zaman zaman kantarın topuzu kaçsa da asla bir siyasi görüş, hareket ya da toplumun bir kısmı için tetikçilik yapar gibi bir yayıncılık anlayışının aklımızın ucundan geçmediğini konuşuruz. TRT örnek olarak gördüğü BBC yayıncılığı hüviyetine yeniden kavuşması, özerk bir kamu yayıncılığı yapabilmesi için iktidarıyla, muhalefetiyle herkesin elini taşın altına koyup bu kurumun toplum nezdinde hak ettiği saygınlığa kavuşturulması lazım. Böyle bir TRT’ye yurttaşların her ay 2-3 lirayı severek vereceğinden şüphemiz olmasın.
Unutmayalım, Kamu Hizmeti Yayıncılığı, "Halk için yapılan, halk tarafından finanse edilen ve halk tarafından kontrol edilen" yayıncılık türüdür. Burada iktidar ya da hükümetin çıkarları, kontrolü söz konusu değildir.
***
AVUSTURYA ÖRNEĞİ
Dünya genelinde 5 milyondan fazla insanın yaşamına neden olan Korona Virüs belasının, kış bastırırken yeniden tırmanışa geçmesi Avrupa’da yeni önlemlerin alınmasına neden oldu. 2 milyonluk bir nüfusun aşıya karşı direnç gösterdiği Avusturya’da yönetim, bu kesimin gıda temini ve yürüyüş gibi zorunluluklar dışında evlerinden çıkmama kararı aldı. Söz konusu toplum sağlığı olunca en ileri demokrasiler bile anti demokratik denilebilecek kararlar alabiliyor. Uzmanların vurguladığı gibi, yaşadığımız bu son salgının aşısızların pandemisi olduğu ve ülkemizde hala 8 milyona yakın aşı takvimini tamamlamamış bir kesim olduğu gerçeğinden hareket edecek olursak, ülkemizde de benzer kararların alınmasının zamanı geldiğini toplum sağlığı açısından düşünebiliriz.
***
REFAH ENDEKSİNDE GERİLEDİK
Ekonomide mevcut sistem alarm veriyor. ABD dolarının son 3 yılda 4 TL'den 10 TL'ye yükselmesi ekonomistlerin, “dövizin artık bir çıpası yok” ya da “Merkez Bankası bu sürüklenmeyi durduracak enstrümanlara sahip değil” eleştirilerine neden oluyor.
Resmi enflasyonun yüzde 20'lerde seyrettiği, küresel faiz oranlarının arttığı bir süreçte MB'nin faiz indirimlerine devam etmesiyle TL'de değer kaybı hızlandı, 18 Kasım'da faiz indirimlerinin devam edeceği beklentisiyle yabancı sıcak para kaçışı da hızlandı. Merkez Bankası Para Politikası Kurulu'nun enflasyondaki yükselişe ve TL'deki sert değer kaybına rağmen yarınki toplantısında da devam edip, politika faizini 100 baz puan indirerek yüzde 15 olarak belirlemesi bekleniyor. TL dibi gördükçe, güvenli liman olarak görülen altın rekor üstüne rekor kırıyor.
Tüm bu ekonomik olumsuzlukların sonucu Türkiye, Dünya Refah Endeksi'nde 167 ülke içinde 33 sıra gerileyerek 154'üncü sıraya yerleşti. Refah olmayınca, parasızlıktan geçim derdi çoğalıyor, evlerin huzuru kaçıyor, toplumun kimyası bozuluyor.