Gazeteciler Cemiyeti tarafından Avrupa Birliği (AB) desteğiyle yürütülen Demokrasi için Medya / Medya için Demokrasi (M4D) Projesi kapsamında “Gazeteci Gözüyle Siyanürlü Çevre Katliamları” başlıklı online söyleşi gerçekleştirildi

NAZ AKMAN/ANKARA Gazeteciler Cemiyeti’nin Avrupa Birliği (AB) desteğiyle yürüttüğü M4D Projesi söyleşisinin bu haftaki konuğu gazeteci İbrahim Gündüz oldu. Gazeteci Yıldız [caption id="attachment_196629" align="alignright" width="348"] Gazeteci Yıldız Yazıcıoğlu[/caption] Yazıcıoğlu’nun moderatörlüğünü üstlendiği “Gazeteci Gözüyle Siyanürlü Çevre Katliamları” başlıklı online söyleşide, Gündüz’ün kaleme aldığı “Altın Ölüm” kitabında incelenen, siyanürlü-sülfürik asitli madenlerin çevre katliamlarına yol açma hikâyesi konuşuldu. [caption id="attachment_196628" align="alignright" width="350"] Gazeteciler Cemiyeti Başkan Yardımcısı ve M4D Direktörü Yusuf Kanlı[/caption] Söyleşinin açılış konuşmasını yapan Gazeteciler Cemiyeti Başkan Yardımcısı ve M4D Direktörü Yusuf Kanlı, ülkemizde faaliyet gösteren/gösterecek olan onlarca altın madeni hakkında titiz bir çalışma yapan Gündüz’ün kitabında bir araya getirdiği konuların önemine dikkat çekti. Kanlı, “Başarılı meslektaşımız İbrahim Gündüz, gerek diplomaside gerek parlamentoda etkili haberlere imza atmıştır. Gündüz şimdilerde ‘Altın Ölüm’ isminde bir kitaba imza attı. Bu kitap hepimizin bam teline, can teline değdi. Gündüz’ün araştırmaları çerçevesinde altın ve zehir bir aradayı tartışacağız” dedi. [caption id="attachment_196631" align="alignright" width="340"] Gazeteci İbrahim Gündüz[/caption] İbrahim Gündüz kimdir? Söyleşinin moderatörlüğünü yürüten gazeteci Yıldız Yazıcıoğlu, Gündüz hakkında “Altın Ölüm kitabı ve kitaptaki özellikle Fatsa’yla ilgili olan bölüm çok önemli. Fatsa ve Karadeniz Gündüz’ün vatanı, memleketi. Gündüz, 1965 Ünye doğumlu, ilk orta ve lise öğrenimini Fatsa’da tamamlıyor. Ankara Üniversitesi eski adıyla Basın Yayın Yüksekokulu şimdiki İletişim Fakültesi’nden mezun olan Gündüz, 1987 yılında stajyer olarak Güneş Gazetesi’nde başladığı gazetecilik mesleğini sayısız medya kurumu bünyesinde yürüttü. Sabah, ATV ve son olarak Kanal D’de uzun yıllar parlamento muhabirliği yaptı. Gündüz, öncesinde de diplomasi muhabirliği deneyimine sahip, fark yaratan özel haberlere imza attı. Gündüz, ‘Altın Ölüm’ kitabının üst başlığında Ak Parti ve FETÖ arasına giren altın madenleri, alt başlıkta ise Fırat Gediz ve Karadeniz’de siyanür ve sülfürik asit saldırısı diyor. Kitaptaki tüm bu konu başlıklarının üzerinden kısaca geçmeye çalışacağız” bilgilerini verdi. Geçtiğimiz günlerde Galeati Yayıncılık tarafından basılan “Altın Ölüm” kitabında kendi yöresinde başlayan altın işletmeciliği sürecine ilişkin detaylı bilgiler veren Gündüz, araştırma ve incelemeleri sonucunda ortaya çıkan 384 sayfalık kitabında, Fatsa-Ünye’den Kaz Dağları’na, Ovacık’tan Cerattepe’ye, Çöpler’den Kışladağ’a kadar Türkiye’nin farklı yerlerindeki altın madenlerinin bilinmeyen yönlerini yazdı. Altın işletmeciliğinin faaliyete başlama sürecinde uluslararası sermayeler, siyasi iktidar ve yasalar kapsamında yaşanan gelişmeleri ortaya koyan Gündüz, kitabında aynı zamanda yaşam alanını korumak için mücadele edenlerin de hikayelerine yer verdi. Kitabı neden yazdım? Konuşmasına İzmir’deki depremde yaşamını kaybedenlere başsağlığı yaralılara ise geçmiş olsun dileklerini sunarak başlayan Gündüz, “Altın Ölüm” kitabının hikayesini anlattı. Gündüz, kitabı yazma sürecine ilişkin, “Fatsa’da tarım topraklarımız, ormanlık alanlarımız, bahçelerimiz nefes aldığımız her yer tonlarca siyanür sülfürik asit kullanılmasıyla yıkım ve talan merkezi haline getirildi. Ağustos ayında yeni ihalelerle Ordu’da dokuz ayrı maden bölgesi belirlendi. Bununla mücadele etmeye başladık, bunun büyümemesi yeni maden alanlarının açılmaması için bir gazeteci olarak böyle bir çalışma yaptım. Uzun bir okuma süreci, görüşmelerim, yaşadıklarım, konuştuklarımız üzerine bu kitap ortaya çıktı. Fatsa’nın hikayesini yazdım ama bu sadece Fatsa’nın hikayesi değil tüm ülkenin hikayesi. Türkiye’nin tamamını kapsayan bir yıkım ve talan işlemiyle karşı karşıyayız. Biz buna maden demiyoruz, açık hava kimyasal fabrikası diyoruz, yıkım talan merkezi diyoruz” dedi. Kitapta ne yazıyor? Erzincan Çöpler, Uşak Kışladağ, Bergama Ovacık, Artvin Cerattepe, Ordu Fatsa, Çanakkale Kazdağları ve Kütahya-Uşak Murat Dağı gibi ülkemizde faaliyet gösteren ve faaliyete başlamak için çalışmalarını sürdüren onlarca altın madenin doğaya ve sağlığa etkilerini kaleme alan Gündüz, kitabın içeriğine ilişkin şöyle konuştu: “Türkiye’de 2001 yılından bu yana adına altın madenciliği denilen bir sistem uygulanıyor. Bergama Ovacık’ta ilk altın madeninin açılışı sırasında köylülerimiz yaşam alanlarına sahip çıkmak için ayaklanmıştı. Haklı bir eylemdi nitekim davalarını kazandılar, Danıştay da onların lehine karar verdi ama ona rağmen maalesef altın madeni açıldı. O dönemde yaşanan ekonomik kriz, söylenen yalanlar ve psikolojik harekatla köylülerin eylemi bastırıldı ve ilk altın madeni açıldı. Kazdağları’nın tamamı maden bölgesi, oysa orası bir yaşam pınarı, o bölgenin can damarı, tarım bölgesi. Ülkeyi yönetenler bu bölgenin yüzde 80’ini parsel parsel bölüp madencilerin hizmetine sunmuş durumda. Erzincan Çöpler, Türkiye’nin ikinci büyük altın madeni. Bu maden, Munzur Dağlarında Fırat ırmağının kıyısına açıldı, Kanadalı bir şirket ve Çalık Holding ortaklığında işletiliyor. Burada yılda 9 bin ton sülfürik asit, 7 bin ton siyanür, 5 bin ton silika kullanılıyor. Deprem bölgesi olan Erzincan’da fayların üzerine 192 futbol sahası büyüklüğünde bir zehir barajı inşa edildi. Bu zehir barajları bir süre sonra ya çöküyor ya da toprağa sızlayıp su kaynaklarını zehirliyor. Deprem yaşanması durumda bu zehir barajı yıkılırsa 40 milyon tonluk bu zehir sadece Türkiye’nin değil, Fırat’ın beslediği üç barajı, Suriye’nin ve Irak’ın güvenliğini etkileyecek. “Türkiye’de 19 tane açık hava kimyasal fabrika dediğimiz sistem faaliyet gösteriyor” 2019 yılının Ağustos ayında Kazdağları’ndan yansıyan görüntü hepimizi şok etti, Kanadalı firma 300 bin ağaç kesti, o katliam görüntüleri medyaya yansıyınca ülke ayağa kalktı. Firma geri çekilmedi hala bekliyor. Altın madenleri Antalya, Ordu, Muğla, Toroslar, Munzur Dağları, Erzincan, Kahramanmaraş, Artvin, Balıkesir’in değil tüm ülkenin sorunu. Bugün Türkiye’de 19 tane adına altın madeni denen bizim açık hava kimyasal fabrikası dediğimiz sistem faaliyet gösteriyor. Buna ilave olarak bir 19’u yolda, bir 29’u da proje aşamasında. Bıraksanız şu an Türkiye’nin her bölgesinde bu türden kimyasal yıkım ve talan merkezlerinin açılması için harekete geçilir.” Türkiye genelinde 766 maden bölgesi ilan edildi Geçtiğimiz Ağustos ayında ülke genelinde 766 maden bölgesinin ilan edildiğinin altını çizen Gündüz, tarım arazilerinin üzerine yapılan altın madenlerinin ülke ekonomisindeki payının düşük olduğuna buna karşın uzun vadede çevrede ölümcül sonuçlara sebep olduğuna dikkat çekti. Rekoltesine göre her yıl Türkiye’nin fındıktan gelirinin 2 milyar dolardan fazla olduğunu ifade eden Gündüz, beş milyon ton topraktan çıkarılan bir ton altın madeninin ise ülke ekonomisine katkısının ancak 10 milyon dolara ulaşabileceğini söyledi. Gündüz, rakamlarla altın madeninin ekonomik açıdan getirisi olmadığına ilişkin ise şunları söyledi: “Bir ton kömür kazırsınız bir ton kömür elde edersiniz, iki üç ton demir cevheri kazırsınız yine bir ton demir elde edersiniz. 200-300 kilo bakır cevheri kazırsınız bir ton bakır elde edersiniz. 5 milyon ton, taş, toprak, kaya doğanın bağrından sökülüyor paramparça ediliyor, üzerinden siyanür, sülfürik asit gibi aklınıza gelebilecek en tehlikeli kimyasallar boca ediliyor ve içinden sadece bir ton ham altın elde ediliyor. Geri kalan toprağın yüzde 99’u çöp edilerek, kenara atılıyor. Bu kenara atılan yığınlardan da her gün bir mısır piramidi şeklinde yığınlar oluşuyor üstelik içinde ağır metaller barındırıyor. Siyanür kayaçların içine boca ediliyor ve bu siyanür kayaçlardaki kum tanelerinden çok daha küçük haldeki altına yapışıp ayrıştırıyor. Ama siyanür sadece altın ayrıştırmıyor, toprağın içerisinde yerin altında olan bize zararı olmayan cıva veya arsenik gibi ağır metalleri harekete geçiriyor. Bunlar yığının içinde kenara atılıyor. Madencilikte sülfürik asit sızıntısı yayan bir topraktan söz ediyoruz, su, kar, dolu veya güneşle irtibata geçince bu toprak sülfürik asit kaynağı haline geliyor. Bu ölümcül durumlara neden oluyor, yüzyıllar boyunca sürecek bir zincirden söz ediyoruz, bu nedenle altın madenciliğine madencilik diyemiyoruz, açık hava kimyasal fabrikaları diyoruz. Fındığın ülke ekonomisine katkısı altın madeninden daha fazla Öte yandan altın madeninin ülke ekonomisine katkısına bakıyoruz, maalesef bunca tahribata rağmen fındık kadar getirisi olmayan bir ürün. Fatsa, Karadeniz’in fındık bölgesidir. Her yıl Türkiye’nin fındıktan geliri yaklaşık 2 milyar dolardan fazla, bu rakam rekolteye göre değişiyor. Dünyada üretilen bir milyon ton fındığın 700 bin tonunu Türkiye tek başına üretiyor. 700 bin ton fındığın yüzde 30’u da Ordu Fatsa Ünye havzasından çıkıyor, yani altın madenlerinin açıldığı bölgede. O bölgedeki fındık geliri Türkiye için yıllık 700 milyon dolar. Altın madeni senaryosundan bakacak olursak bu bölgede beş yıl maden çalışması yapılsa sadece 3,5 milyar dolar gelir elde ediliyor. Peki bu maden şirketi beş yılda bu ülkeye, devlete ne kazandırdı? 10 milyon dolar bile değil. Yani 700 milyon dolarlık gelirimizi riske atıyoruz. Altın madenlerinde ekonomik açıdan istihdam sağlıyoruz diyorlar, madenlerde 150-200 kişi çalışıyor. Fatsa’da 120 bin insan yaşıyor, çevre köylerde binlerce çiftçi yaşıyor. Ormanların tahrip edilmesiyle su kaynaklarının tarım alanlarının yok edilmesiyle işsiz kalan binlerce çiftçinin durumu ne olacak, onlara nasıl istihdam sağlanacak. Bölgede fındıkta siyanür gibi ağır bir metalin çıkması durumunda Türkiye milyon dolarlar elde ettiği ürününü riske atmış olacak, biz de tam olarak bunu sorguluyoruz. Bu kadar getirisi olan ürün neden riske atılıyor? Topraklarımızı, bitki örtümüzü, hayvanlarımızı, ekosistemimizi yok eden altın madenleri ekonomik katkısı olmadığı halde neden yapılıyor? Fındık mı yetiştireceğiz yoksa Karadeniz’i tamamen madencilere mi bırakacağız? Zeytin mi yetiştireceğiz yoksa Ege’yi madencilere mi bırakacağız? Türkiye bunu kabul edebilir mi?” “AK Parti ile FETÖ Arasına Giren Altın Madenleri” Kitabın üst başlıklarından ve en önemli bölümlerinden biri olan AK Parti-FETÖ ortaklığının altın madenleri konusundaki iş birliği ve bu iş birliğinin düşmanlığa evirilmesinin altında yatan ekonomik-siyasi nedenleri de kaleme alan Gündüz, uluslararası şirketler, maden yasası, ekonomik çıkarlar, psikolojik harekât ve altın madeninin Türkiye’deki serüveni hakkında bilgiler verdi. 1985 yılında Turgut Özel döneminde maden yasasıyla ilk adımın atıldığını ifade eden Gündüz devamla, “Bugün Türkiye’nin her yeri maden sahası, her yerde uluslararası maden kartelcileri ve yerli işbirlikçiler ile yerli holdinglerle kimin elinin kimin cebinde olduğunun anlaşılmadığı bir dönemdeyiz. Bu noktaya nasıl geldik? 1985 yılında Turgut Özel döneminde maden yasasıyla ilk adım atıldı. O dönemde uluslararası karteller kimsenin ruhu duymadan Türkiye’de ruhsatlar satın aldılar. 1996 yılına kadar bu süreç devam etti. Derken Bergama Ovacık’ta ilk altın madenin açılması süreci yaşandı. Danıştay 1997 yılında siyanür iç yöntemiyle Türkiye’de altın üretimini yasaklama konusunda karar verdi. Danıştay’ın bu kararına rağmen koalisyon dönemi, ekonomik sorunlar, her gün yeni yasaların çıkarıldığı bu dönemlerde yasal düzenlemeler yapıldı. Bakanlar kurulunun kararıyla hükümetin de inisiyatifiyle topraklarını doğayı savunan koruyan bu köylülere de yapılan psikolojik harekat sonucu maden işetmesi yapıldı. Ak Parti iktidarı döneminde FETÖ dediğimiz dünün cemaati zaten ülkenin sahibi gibi davranıyordu, uluslararası kartelleri FETÖ’yle iş birliği yaptı. 2004 yılından 2015’e kadar FETÖ altın madenlerinde söz sahibiydi, büyük paralar kazanmaya başlamıştı, bu ekonomik güç iktidar ile görüş ayrılığına gidilmesine neden oldu. Son olarak 15 Temmuz darbe girişimi yaşandı ve ülkeyi yöneten hükümet FETÖ’ye ait tüm bu madenlere el koydu. FETÖ darbeden sonra ülkeden uzaklaştırıldı ancak madenler devam ediyor” dedi. “Bu madencilik değil” Son olarak altın madenlerinin çevrede yarattığı ağır tahribat konusunda bilgi veren Gündüz, “Altın madenleri, milletin bahçelerine, tarlalarına, ormanlarına meralarına açıldı. Türkiye’nin tarım toprakları, ormanları, suları, tehlike altında. Topraklarımızı, tarım arazilerimizi koruması gereken devlet bugün maden şirketlerinin önünde köylüleri ikna etmeye çalışıyor. Her gün Türkiye’nin farklı yerlerinden çiftçilerimizin, köylülerimizin çığlık çığlığa haykırışlarını duyuyoruz. Eskiden vatandaş birkaç ağaç keserdi devlet burnundan getirirdi, şimdi vatandaş ormanı koruyor devleti yönetenler katlediyor. Ekolojik dengeyi tahrip ediyor. Altın madenleri arkasında büyük bir yıkım ve ölümcül sonuçlar bırakıyor. Türkiye’nin değerli madenleri var, ortaya çıkarılmasına karşı mısınız diyorlar, buna karşı değiliz ancak bu madencilik değil” diye konuştu.