Utku ŞENSOY Ankara’nın İdlib çıkmazındaki adımları, komşu başkentlerin yanı sıra uluslararası kamuoyunca dikkatle izlenirken, bölgedeki hareketliliğin bir üst seviyeye çıkmasının faturasında aslan payı yine Türkiye’ye çıkacak gibi görünüyor. Zira bu bölgede tansiyonun yükselip çatışmaların artması, yüz binlerle ifade edilebilecek devasa bir göç dalgasını da beraberinde getirecek. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ifadesiyle; “bu sadece Türkiye’nin değil Avrupa için de büyük sorunlar yaratacaktır”. Esad güçlerinin kuzeye doğru sıkıştırma harekatı sürerken Ankara, Afrin - İdlib hattını boşaltmamakta kararlı görünüyor. Bölgedeki terörist unsurların tamamen temizlenip gerçek anlamda güvenli bir tampon bölge oluşturulup, ülkemizdeki 4 milyona yakın “zorunlu misafirlerimizin” o bölgeye yerleştirilmesinin ancak Ankara-Şam diyaloğuyla gerçekleşebileceğini düşünenlerdeniz. Aksi takdirde gerek sosyal düzen, gerekse kırılgan bir dönemden geçen ekonomimiz yeni bir göç dalgasından son derece olumsuz etkilenecektir. Zaten bu nedenle Türkiye, Ankara-Moskova-Tahran arasında sürdürülen görüşme trafiğine Avrupa Birliği’nin lokomotifleri Almanya ve Fransa’yı da dahil etme çabasında. Muhalefetin geçmişe yönelik “Suriye hamlelerindeki hatalar zinciri” iddiaları konusuna fazla takılmadan, Ankara’nın bundan sonra atacağı adımlarda çok daha dikkatli ve temkinli olacağını son gelişmelerden anlayabiliyoruz. Zira AB’nin yardım taahhütleri konusunda ne kadar ayak sürüdüğünü yaşayarak gördük. Ankara, mülteci ya da geçici iskan sağladığı “zorunlu misafirlerinin” kalıcı olması halinde, çok boyutlu sorunun siyasal, toplumsal ve ekonomik etkilerinin çok daha sıcak biçimde yaşanacağının farkında. Keza uluslararası kurumlar da bu sorunu raporlarında gözler önüne sergilemeye başladı. Türkiye'nin de üyesi olduğu Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü (OECD), göçmenler ile ilgili 430 sayfalık yıllık raporunda, Türkiye’de “Geçici koruma altında” 3 milyon 700 bin Suriyelinin bulunduğu, bir milyon 700 bin Suriyeli göçmenin ise 18 yaşın altında olduğunu açıkladı. Altı öğrenciden biri Suriyeli OECD raporunda, farklı ülkelerden Türkiye’ye üniversite okumak için gelen öğrenci sayısının hızla yükselerek 125 bine ulaştığına dikkat çekiliyor. Türkiye’ye 2016-2017 yıllarında en çok güney komşumuzdan öğrencilerin geldiği belirtilen raporda, 6 öğrenciden birinin Suriyeli olduğu ifade ediliyor. İçişleri Bakanı Süleyman Soylu da bu konuda, “Türkiye’deki Suriyelilerin ilkokuldaki okullaşma oranının yüzde 96,3” olduğunu bildirmişti. Suriyeliler mülteci değil “geçici koruma” sağlanıyor! İçişleri Bakanlığı Göç İdaresi Genel Müdürlüğü de, Türkiye'deki Suriyeliler için “Geçici Korumamız Altındaki Suriyeliler” ifadesini kullanmakta. Göç İdaresi’nin verilerine göre, iç savaştan kaçıp Türkiye’ye sığınan Suriyeli sayısının geçtiğimiz Ağustos ayı itibarıyla 3 milyon 649 bin 750’ye ulaştığı bildirildi. Son İdlib krizi ile birlikte başta İstanbul olmak üzere yüzde 98’ inin kentlere dağıldığı belirtildi. Ülkemizdeki 4 milyon civarındaki Suriyelinin bir anda üç-beş yüz bin birden artmaması için, Ankara’nın bu hassas ve bir o kadar da hayati İdlib sorununu önümüzdeki kışa kadar tere yağdan kıl çeker gibi çözmesini umuyoruz. “Lord Palmerston” kuralı Diplomasideki, Lord Palmerston kuralı yani, sadece "çıkarların" söz konusu olması fikrinden yola çıkılıp, özellikle 21’nci yüzyılda ahlak ve vicdanın olmadığı, sadece kendi toplumlarının çıkarı üzerine oturtulan bir politikadır. "Lord Palmerston" kuralı olarak anılan bu fikrin yaratıcısı, İngiliz Başbakanı Henry John Temple, 3.Viscount Palmerston’dur. (1784 –1865) Lord Palmerston’ın, “İngiltere’nin ebedi dost ve düşmanları yoktur, değişmez çıkarları vardır” sözleriyle özetleyebileceğimiz bu kural, çoğumuz tarafından, sığ, itici hatta ırkçı da bulunabilir. Bu kuralı, “İnsani olmayan, son derece etik dışı ve agresif bir düşünce” olarak karşılayanların sayısı çok fazla olsa da, vatanlarını canları pahasına sevenlerin konuya bakış açısı az da olsa paralellik arz eder. Ülkeler arasında kalıcı düşmanlıkların olamayacağı, ülkemizin bekası, kamu yararı ve evlatlarımızın geleceği söz konusu olduğunda, geri kalan her şeyin teferruat olduğuna inananlardanız. Sınırlarımızın güvenliği ve bölgede kalıcı barışın tesisi için, değil Şam’a, Sahra Çölüne Fizan’a kadar gidilip dostluk elinin uzatılmasından yana olanlardanız.