Utku ŞENSOY BARIŞ PINARI harekatı TSK’nın büyük bir başarı, kararlılık ve hassasiyetle sürerken, ABD Başkanı Donald Trump’ın sıklıkla dile getirdiği 22 mil (35.4 km.) civarındaki derinliğe inip, ilk etapta 115 kilometre genişlikteki bir sahayı kontrol alma, daha sonraki safhalarda, 480 kilometrelik sınır boyunca Suriye’nin kuzeyinde stratejik M4 karayolunun tamamını kontrol altına alınması, bölgedeki huzur ve istikrar için son derece önemlidir. Bu ilk etapta, 4 bin, daha sonra ise 17 bin kilometrekarelik bir alanın temizlenerek huzur ve güvenliğin sağlanması anlamına geliyor. KKTC’nin 3 bin 355 km2 ve Kıbrıs adasının tamamının 9 bin 250 kilometrekarelik büyüklüğü düşünülürse, Mehmetçiğin işinin ne denli kapsamlı ve hassas olduğu görülecektir. Askeri harekatın ötesinde Suriye konusunun bir başka boyutu da, bölgede hapis tutulan 2 bine yakın Avrupalı, 6 bine yakın Arap kökenli IŞİD savaşçısı gözü dönmüş terörist ve bunların on binlerin üzerindeki eş ve çocuklarının çölde tecrit edildiği açık hava hapishanesindekilerin yakın gelecekteki durumlarını da şimdiden düşünmemiz lazım. Bu teröristlerin kendi ülkelerinde yargılanması, eş ve çocuklarının da yine o ülkelerde rehabilite edilmesi için, Şam’daki mevcut yönetim ile ortak hareket edip, uluslararası bir çözüm bulunmalıdır. Aksi takdirde ABD başkanı Trump’ ın her fırsatta böbürlenerek ifade ettiği; “bunların sorumluluğu artık Türkiye’dedir” tuzağına düşebiliriz. Biz bataklıklarımızı kurutup kendi terör belamızdan kurtulduk derken elin, Alman, Fransız baş belası teröristi ve aileleriyle uğraşacak değiliz herhalde? Asya’dan Güney Amerika’ya, Avrupa’dan Okyanusya’ya dünyanın 80’e yakın ülkesinden ipini koparıp zincirden boşanırcasına cihatçı adı altında on binlerce it-uğursuz-hırsızı başta BM-AB vb. uluslararası kurumlarla, mangalda kül bırakmayan malum ülkeler ve biz, bölgeye intikallerinde seyirci olduk. Artık o günler geride kaldı. Zaman bu baş belası bataklığı kurutma zamanıdır. Bugün Türkiye’nin elindeki en önemli argüman, bölgede olsun olmasın tüm ülkelerin sadece kendi çıkarı için hareket ettiği gerçeğidir. Onlar bu bataklıktan beslenme derdinde, vatandaşlıktan attım diyerek kendi teröristinin ülkesinde yargılanmasını kabul etmemekte biz ise bataklığı kurutmanın çaresi peşindeyiz. Bugün Washington, Moskova, Tahran, Berlin ya da Paris gibi tüm ülkelerin yönetimleri, Suriye’de yaşayan o toprakların gerçek sahiplerini asla düşünmeyip sadece kendi çıkarları doğrultusunda kimi Kürdistan hayalinde, kimi Şam’a Şii, kimi de Sünni yönetim getirtebilmenin derdindedir. Türkiye ise, Suriye’nin gerçek anlamda toprak bütünlüğünden yanadır. Ankara bugün Şam’ın mevcut yönetimi ile sürdürdüğü dolaylı görüşmeleri sonlandırıp, acilen doğrudan görüşme yoluna geçmelidir. Bugün mevcut Şam yönetimiyle birlikte hareket ettiğimizi, (yarın belki bir başkası olabilir) Suriye’nin toprak bütünlüğünden yana olan net tavrımızı her ortamda dile getirmeye devam etmeliyiz. Bu sıkıntılı dönemde ulusça işimiz gerçekten de zor, siyasi görüşümüz ne olursa olsun her bir yurttaşın bu durumun bilincinde olma zorunluluğu var. Bir yanda, sözde stratejik ortağımızın kendi iç kamuoyuna seslenirken, “Türkiye’yi yenmek…”, “Türkiye belirlediğim sınırların dışına çıkarsa ekonomisini mahvederim…” “Kürtler bizimle birlikte savaştı ama onlara çok büyük paralar ve silahlar gönderdik…” benzeri inciler yumurtlayan, diplomatik sığlıkta tavan yapan başkanı, diğer yanda, yıllardır kapısında bekletildiğimiz Avrupa Birliği’nin, Türkiye’ye Barış Pınarı Harekatını durdurma çağrısında bulunurken, güvenli bölge için “ödeme yapılmayacağı” gibi ekonomik tehditler savurması son derece düşündürücüdür. Bu hafta Avrupa Birliği devlet ve hükümet başkanlarının Brüksel’deki “AB Liderler Zirvesi” sonuç bildirgesinden de benzer saçmalıkların çıkacağından hiç şüpheniz olmasın. Gören de yıllardır 4 milyondan fazla mültecinin milyarlarca dolarlık masraflarını Türk halkının değil de Brüksel’in karşıladığını zanneder. Gerek Washington gerekse AB başkentleri ya da Arap Birliğinden gelen bu gibi diplomatik teamüller dışına çıkan salvolara karşı ancak “dangalakça söylemler” nitelemesi yapılabilir. Gelinen durumda söz konusu olan kendi vatan bütünlüğümüz, halkımızın güvenliği olduğu için ve artık hemen hemen tüm dünya karşımızda olduğuna göre, haklılığımız ve gerçek niyetimiz olan; “bölgenin terörist unsurlardan kalıcı olarak tamamen arındırılıp, Suriye’nin toprak bütünlüğü” anlaşılıncaya kadar mücadelemizi sürdürmeliyiz. Biz çatışmalardan kaçan milyonlarca insanı, milyarlarca dolar para harcama pahasına korumamız altına alıp şefkatli kucağımızı açtık, onları yıllardır koruyup-kollayıp-yedirip-içiriyoruz. Ancak zorunlu misafirliğin de bir sonu olmalı bu ekonomik krizde artık kendi insanımızı düşünme bu insanları Mehmetçiğin güvenliği sağlayacağı topraklarına geri gönderme zamanıdır. Varsın ABD, Avrupa Birliği, Arap Birliği tek kuruş vermesin. Bugüne kadar 40 milyar dolar verdik 3-5 milyar dolar daha harcayıp bu insanlara 35 kilometrelik “güvenli bölgede” (kendi topraklarında) iskan etmenin olanaklarını aramalıyız. Türkiye bunu yapabilecek güce sahiptir ve bu insani yardımıyla her ne kadar “yüzsüzlerde utanma duygusu olmasa da” tüm dünyayı utandırmalıdır.