Utku ŞENSOY “Sığınmacıları ülkeye getirirsen sorunlarını da birlikte getirirler. O zaman Wakanda diğer ülkeler gibi olur.” Kara Panter filminden bir replik bu. Wakanda; Marvel evreninde Afrika daki bir ülke. 1 milyar dolarlık gelir getiren Kara Panter(Black Panther), vizyona girdiği günden beri dünya genelinde ve Türkiye’de en fazla izlenen Marvel filmlerinden oldu. Ortadoğu cadı kazanının tam orta yerindeki istikrar ve huzur adası olan Türkiye’mizi farklı kılan şey, aynı Wakanda gibi farklı renklere, dokulara ve çok özel dinamiklere sahip olmasıydı. Oysa 4 milyondan fazla SuriyelininNisan 2011’ den itibaren, züccaciye dükkanına dalan fil misali “hobaraaa” diye ülkemize gelişinden buyana hayli sıkıntılı bir dönem yaşıyoruz. Aslında sıkıntıyı maddi manevi ev sahibi olarak sadece bizler çekmiyoruz. Zorunlu konuklarımızın hali öyle pek de iç açıcı değil. Belki aç, açık değiller ve Türkiye elinden gelenin en iyisini yapmakta ancak kampların dışında özellikle büyük kentlerde yaşama tutunmaya çalışıp, adım başı sokak köşelerinde çoluk çocuk ailece dilenenleri de göz ardı etmememiz lazım. Geçen hafta şehir içi nakliye işlerimi yapan firmanın taşımacı olarak kullandıklarının ikisi Afgan genciydi. Sokağımızdaki çöplerimizden işe yarayabilecek geri dönüşüm eşyalarını seçerken ekip otosunun önünü kesmesiyle irkilen genç ise Suriyeliydi. Görevli polis memuruna hayırdır diye sorduğumda, çalınan bir cep telefonu nedeniyle başkentte bu şekilde çalışan onlarca Suriyelinin peşine düşüp, tüm el arabalarını didik didik etmek zorunda kaldıklarını anlattı. Tek kelime Türkçe konuşmamalarına rağmen, giderek bu sektörü ele geçirdiklerini ve “bali çekmekten” kurtulup bu işi yapan gençlerimizin ellerinden işlerini zorla aldıklarını duymam ise beni derinden etkiledi. 80’li yılların başında üniversite yıllarımda Fransa’da siyasetçilerden sıradan vatandaşlarına kadar en çok övündükleri şey; “France terred’asile”Fransa sığınma ülkesiydi. Onlar en çok sığınmacı kabul eden ülke biziz derlerken, o sığınmacıları hangi şartlarda seçip kabul ettiklerine ise Lyon başkonsolosluğumuzdaki görevimde bizzat tanık oldum. Yaptıkları; kavun karpuz seçer gibi ince eleyip sık dokuyup “sadecekendi işlerine yarayanlarını” almaktı! Kiminin mesleğinden, iş gücünden kiminin de siyasi görüşünden, menşeinden, inancından yararlanıp zamanı geldiğinde kullanırlardı. Fransa yıllarca Avrupa’nın açık ara en çok sığınmacı kabul eden ülkesiyken, aklınıza bizim bu son dönemde milyonlarla ifade ettiğimiz sığınmacı sayısı gelmesin. Onlardaki sığınmacı sayısı en çok on binlerle ifade ediliyordu. Hatta sadece 2017 yılında Fransa’nın ülkeye kabul etmediği sığınmacı sayısı 85 bini aştı. Kısaca, dünyanın önde gelen ülkeleri bunca ekonomik olanaklarına rağmen kabul ettiği her sığınmacı için son derece titiz davranıyor, iyi tartıyor. Dünya genelinde savaş ve şiddet olayları yüzünden evlerini yurtlarını terk etmiş 65 milyon insan var. Bunların ancak 22 milyonu sığınmacı statüsünde. 206 ülkenin olduğu dünyada, tüm sığınmacıların yüzde yirmi beşine yakınının sorumluluğunu üstlenmek, her gelene kapıları ardına kadar açmak ne derecede doğru? Bunca ekonomik sorunumuz varken, kendi gencimize iş bulmakta zorlanırken, salt komşuluk hatırına ya da din kardeşlerimiz diye ne idiği belirsiz milyonlarca insanı yıllardır misafir etmek ne kadar doğru? Sığınmacılar için AB’den gelecek 3 milyar dolar, 50 milyar dolara giden harcamalarımızın yanında devede kulak. Sanırım doğru olan, ivedilikle uluslararası platform oluşturup, bu konuyu yeniden enine boyuna tartışıp, zorunlu misafirlerimizin büyük bölümünü kendi ülkelerindeki güvenli bir bölgeye nakillerini sağlamak olacaktır. Aksi takdirde Ortadoğu ve Suriye’de giderek büyüyen sorunlar yumağına ulusça hep beraber dolanacağız.