Utku ŞENSOY Körfez savaşları ve Bosna savaşı dönemlerini anımsayın, ahalinin tamamı askeri otorite, silah uzmanı olmuş askeri manevralar hakkında taktikler bile veriyordu. Hepimiz kurmay subay olmuş, alayımızkarargahta S3 subayları gibiydik. Keza deprem felaketlerinin ardından hemen her birimiz sismolog, jeologduk! Yaşadığımız bu son ekonomik hareketlenme döneminde de haliyle hepimizin ekonomist, para politikaları uzmanı kesilmemiz çok doğal. Yastık altında bir iki bilezik birkaç yüz dolar kefen paranız ve az buçuk Tahtakale’ den geçmişliğiniz de varsa değmeyin gitsin ekonomik reçetelerin bini bir para! Her daim ahkam kesip; yok efendim şöyle yapılmalıydı da, böyle olacağı belliydi de diyoruz… Bizim de muhabirlik döneminden iyi kötü Bosna, Irak ve Afganistan savaşlarını yerinde görmüş yaşanmışlıklarımız mevcut. Keza 17 Ağustos Marmara ve 12 Kasım Düzce depremlerinin hemen ardından gördüğümüz bazı tecrübelerimiz de var. Ekonomi konusuna gelince; aile ekonomisini bile güç bela dengeleyebilen biri olarak wallstreet’deki boğa heykelini bile görmemiş, TRT’de sunduğumuz kuşak haber programlarda konuk ettiğimiz üç beş ekonomist ile canlı yayınlardaki sohbetlerimiz ve Tahtakale kültürü ile sınırlı bilgilerimiz dışında “sıfır donanıma” sahibiz! Yine de son derece “sığ tecrübemiz” ışığında biz de mevcut tabloyu birkaç cümle ile değerlendirmeden edemedik. Ne de olsa artık;“liyakat out, sıfır derinlik sığlık in”. Öyle ya herkesin ekonomi profesörü kesildiği bu toz dumanda topa girmemek pek de uygun olmaz! Kafalarda uçuşan binlerce soru ve yanıtlarına biz de kendi penceremizden bakıp mülaki olalım istedik. TL, ABD doları karşısında neden eriyor ve gelişmekte olan ülke paraları arasındaneden en fazla değer kaybeden para birimi? Kanımızca olayın fazlaca ekonomik derinliklerine ve analizlerine girmeye pek de gerek olmadan son yıllarda yaşananları anımsayıp, bu düşüşe neden olan faktörler birkaç cümlede açıklanabilir; 2013 yılında 1,90 seviyelerinde olan dolar, o günden bugüne hiç durmaksızın yükseldi. Türkiye’nin AB çizgisinden sapması, hemen yanı başımızda cereyan eden saçma bir Arap Baharı dalgası,sonuç alınamayan çözüm süreci ve 15 Temmuz darbe girişimi gibi siyasi ve diplomatik olayların ülkemizi son derece olumsuz etkilediği hepimizin malumu. Bunlara ek olarak, ekonomide bir türlü kapatılamayan ve 60 milyar dolara dayanan cari açığımız ve vergi sistemimizden kaynaklanan yapısal sorunlar, TL yi hayli kırılgan yaptı. Tüm bu olumsuzlukların üstüne yabancı sermaye ve uluslararası doğrudan yatırımların girişindeki azalma bardağı taşıran son damlalar oldu. Uluslararası doğrudan yatırımlar bu yılın ilk 6 ayında yüzde 20 azaldı. Üretim politikalarının bir türlü hayata geçirilememiş olması ve Türkiye’nin üretmeden tüketerek ve dış borç ile büyüyen hormonlu ekonomisi, enflasyonun fitilini de ateşleyip yüzde 16 seviyesine tırmandırdı. Merkez Bankası’nın tüm bu olup bitenler sırasında geç karar alıp, tepkisinde gecikmesi de olayın tuzu biberi oldu. Son olarak Ankara ile Washington arasında bilek güreşine dönüşen, ABD›deki İran yaptırımları davasında suçlu bulunan eski Halk Bankası Genel Müdür Yardımcısı Mehmet Hakan Atilla ve rahip Brunson olaylarını, Trump yönetiminin "yaptırım krizi"ne dönüştürmesi ve ABD’nin İran’a ambargoyu yeniden başlatması zaten kırılgan olan TL mizi komaya soktu. İyi de son dönemde tüm bunlar olurken Merkez Bankası’nın faiz artırımları neden işe yaramadı? Cumhurbaşkanı Erdoğan, 24 Haziran seçimlerinden önce Londra’da uluslararası yatırımcılara "ekonomi tamamen bana bağlı olacak" mesajı vermesi zaten yükselişte olan doları daha da hızlandırdı. O dönemde küçük faiz artırımları doların ateşini düşüremedi. Seçimin ardından, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne geçip yürütmenin Saray’a bağlanması ve ekonomi yönetiminde uluslararası piyasaların beklentileri dışında Mehmet Şimşek’ in yerine Berat Albayrak’ın gelişi, piyasaları az da olsa tedirgin etti. Dış politikada tansiyon sürekli yükselirken, içerde gergin olan piyasaları Para Politikası Kurulu toplantısının ardından faiz artırımına gitmeyen Merkez Bankası, güven kaybına neden oldu ve olan TL mize oldu. Ankara-Washington hattındaki gerilimin dolara etkisi ne olur?ABD’den gelecek yeni yaptırımlar ekonomimizi ne yönde etkiler? Göreve geldiğinden beri sertlikten ve kriz yaratan tutumundan ödün vermeyen ABD başkanı Trump, uluslararası piyasaları hep tedirgin etti. Ankara’nın son yıllarda Washington ile yaşadığı gerginlikler, "stratejik ortaklığımızı" sorgulamamıza yol açtı. Keza Suriye operasyonları, hemen sınır ötemizdeki PYD-YPG varlığının Amerikan güçlerince alenen desteklenmesi, 15 Temmuz darbe girişimi, Fethullah Gülen’in iadesi, Zarrab olayıyla Halkbank davası ve son olarakAdalet Bakanı Abdulhamit Gül ve İçişleri Bakanı Süleyman Soylu hakkında yaptırım kararları gibi konularda sinirler ve ipler gerildikçe gerildi kopma noktasına geldi. Tüm bu gerginlikler her seferinde ahalimize yol-su-elektrik olarak döneceğine TL mizi zayıflatıp bitap düşürdü. Zaten takati kalmayan TL miz, Amerikan yaptırımlarının açıklandığı 26 Temmuz"un ardından 9 iş gününde yüzde dokuza varan düşüşle komaya girdi. Amerikan yaptırımlarına gelecek olursak, “hukuki kanıtları uluslararası camiayı tatmin edememiş” rahip Brunson krizinin çözüme kavuşmaması, Washington yönetimini bir dizi yeni ekonomik yaptırımlara zorlayacaktır. İki ülke arasındaki 20 milyar dolarlık ticaret hacminin ve uluslararası piyasalarda Türk ekonomisine olan güvenin sarsılıp etkilenmesi de kaçınılmaz olacaktır. Kış başında İran petrolü ve doğalgazına getirilecek yeni Amerikan ambargosunun Türkiye’ye etkilerini düşünmek bile istemiyorum. Petrol ve doğalgazın yüzde 30’unu İran’dan aldığımız gerçeğinden hareketle bu kışın hayli “soğuk” geçeceğini söylemek bir kehanet olmasa gerek! Peki bu süreçte döviz kuru, enflasyon ve faizde nasıl bir tablo yaşanacak? Dövizde her gün yeni bir rekorun yaşanması reel sektörü çok hırpalar ve bankacılık sektörünü kredi krizi ile burun buruna getirir. Reel sektörün dış kaynaklı borçları sanayicimizi şimdiden terletmeye başladı. Büyümede yakalanan trendlerin de bir süre için artık hayal olduğunu görmemiz gerek. Dolar kurundaki her 1 kuruşluk artışın, dış borçlarımıza ilave 4 milyar TL getirdiği varsayımından hareket edersek tablonun pek de iç açıcı olmadığını söyleyebiliriz. Doların ateşini düşürüp TL yi yeniden yaşama döndürmek mümkün mü? Zor ama imkansız değil. Rahip Brunson krizinin diplomatik çabalarla “hukuk çerçevesinde sonlandırılması”, mali disiplinin titizlikle tesisi, kamudaki israfın sıfıra çekilmesi, Merkez Bankasına kredibilitesini yeniden kazandırılması ve en önemlisi ekonomi politikalarda atılacak yeni adımlarla istikrarın sağlanıp uluslararası piyasalara yeniden “güven verilmesi” çok önemli. Bunlar olmazsa bankacılık sektörüdış borç bulmakta zorlanır ve yeterince kredi bulamazlarsa çok ciddi bir krize dönüşebilir. Büyümede yaşanacak yavaşlama ile birlikte, kurdaki anormal yükselişin “kredi krizine” dönüşmesi halinde ise, acil kaynak için Ankara yıllar sonra yeniden IMF’ in kapısını çalmak durumunda kalabilir. Kanımızca bölgemizin böyle bir istikrarsızlığa tahammülü olmaz. Bunun sonuçları ABD açısından bazı hususlar dışında belki çok bağlayıcı olmasa da, Avrupa Birliği’ nin Ortadoğu sınırındaki tampon ülkesi Türkiye’deki finansal kriz istikrarsızlığına tahammülü olmaz. Uluslararası piyasalarda günlük işlen hacminin 5 trilyon dolara yakın olduğu bir dünyada, dövizdeki tırmanışa “yastık altı” gibi palyatif çözümler, olsa olsa yangınına su kovasıyla müdahaleye benzer. Etkisini düşürebilir ama tamamen söndüremez. 800 milyar dolar seviyesindeki ekonomimizin sağlıklı biçimde sürdürülebilir olması ve tedirginliğin ortadan kalkıp huzurun yeniden tesisi için;“uluslararası hukuka” ve “uluslararası piyasa normlarına”uygun programların ivedi olarak yaşama geçirilmesi gerekli. Aksi takdirde ABD ve AB piyasalarından temin edemediğimiz kaynağı Çin Yuanı cinsinden tahvil ihracı yoluyla bulabilmek pek olası değil. Zira Çin de diğerleri gibi “Türkiye’nin risk primine” bakarak borç verme yoluna gidecektir. Türkiye’nin risk primi nin (CDS) 350’ ler seviyesineyaklaştığını,krizle boğuşan komşumuz Yunanistan’ın ise risk priminin 317 olduğunu düşünürsek,içinde bulunduğumuz durumun son derece ciddi olduğunu söyleyebiliriz.