Birsen GÜRDİL Osmanlı tarihinin en büyük âlimi ve sanatkârlarından biri olan Matrakçı Nasuh’un tarihçi, matematikçi, silahşor, ressam ve hattat ustası olup, Osmanlı tarihi yazdığı, II. Beyazıd ve Kanuni’nin seferlerine katılıp olayları ve savaş alanlarını minyatürle görüntülediği, pek çok Osmanlı coğrafyası, tarihçiliği, denizciliği ve mimarisini günümüze taşıyan çizimlerin sahibi olduğu bir gerçektir. 12’inci yüzyılda yapıldığı bilinen ve o yıllarda Bizans imparatorları tarafından kullanılan Blakhernai Sarayı’nın günümüze kalan tek yapısı Tekfur Sarayı adı ile restore edilip, çini müzesi haline getirildiği bir gerçektir. Nevşehir’in Avanos İlçesi Çalış Beldesi’nde oturan 15 kişinin evlerini su basması üzerine yapılan çalışmalar sırasında 5 kilometre uzunluğunda bir yer altı şehrine rastlanılmıştır. Belediye ekiplerinin ve arkeologların yaptıkları çalışmalar sonunda yeraltı şehrinin 5 bin yıllık olduğunun tahmin edildiği bir gerçektir. Unesco’nun Dünya Mirası Listesi’nde yer alan İstanbul’un 23 km uzunluğundaki surlarının bazı bölgeleri istilacı bitkiler tarafından sarılmıştır. Güzel görüntü vermelerine karşılık bu istilacı bitkilerin tarihi yapılara büyük zararları olduğu ileri sürülmektedir. Asırlık tarihi yapıların incir, kokarağaç, çitlembik, akasya, söğüt, kavak ve hızla büyüyen sarmaşık bitkilerden kurtarılacağı bir gerçektir. Ukraynalıların atası olarak bilinen toplumların Zaporog kazaklarıdır. Polonya ve Rusya’dan kaçıp Moldavya’nın Hazar Denizi kıyılarına yerleşen Hristiyan aileler zamanla işi zorbalığa döküp, geçimlerini sağlamak için çevre bölgelere saldırıp yağmalara ve cinayetlere başlamışlardır. İşi o kadar ileri götürmüşler ve Kazaklar Osmanlı’nın da başının belası olmaya başlamışlardır. Çevre ülke hükümdarlarının otoritesini de sarsan Kazaklara karşı Osmanlılar bazı tedbirler alıp Dinyeper Nehri ağzına bir kale yaptırmışlardır. Zamanla çok daha güce sahip olan Kazaklar, bugünün Ukraynalıları olarak tarihteki yerlerini aldıkları bir gerçektir. Ivan İnaneviç Panaycu, Rus edebiyat hayatının ünlü yazarlarından birisi idi. 1812’de St Petersburg’da zengin bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi. Soylu çocukların eğitim gördüğü okullarda okudu. Yazmak tutkusunun ilk eserini, 1834’te yayımladı. Ünlü Rus edebiyat danışmanı ve eleştirmeni Belinsky ile tanıştı. Toplumsal eleştirilen yazmaya başladı. Pek çok dergide yazıları yayımlandı. Ünü bütün Rusya’ya yayıldı. Edebi Anıları kitabını, 1861’de piyasaya sürdü. 18 Şubat 1862’de doğduğu şehir St Petersburg’da öldü. “Akbabalar” adlı tek kitabı Türkçeye çevrilmişse de ünlü yazarı Rus toplumu unutulmuş yazar olarak bildiği de bir gerçektir. Hristiyan dünyası Fatih’in İstanbul’u fethetmesini bir türlü hazmedememişti. Yıllar geçse de Fatih’i ve fethi kötülemekten geri kalmamışlardı. Ciltler dolusu kitaplar yazdılar. Tiyatro oyunlarıyla, şiirleriyle ve hatta opera düzenlemeleri ile ellerinden gelen tüm çirkeflikleri sergilemekten geri kalmadılar. “İren ve II. Mehmed” adlı sahne oyunu ile Osmanlı’yı ve sultanları katil olarak tanıttılar. Müzisyen Rossini bile, “İtalya’daki Türk” adlı eseri ile Osmanlı’ya, hatta Müslümanlara kinini kusmakla geri kalmamış. Bu kez de Bolirci Fabris adlı bir soytarının yazdığı sahne oyunu İtalya’da sahnelenmişti. Osmanlı yönetiminin bütün baskılarına rağmen Fatih, fethi ve Osmanlılar, dolayısıyla Müslümanlar, yıllarca her türlü yayın organını kullanılarak kötülendiği acı bir gerçektir. Osmanlı döneminde define aramakta izne bağlıydı. İzinsiz kazı yapanlar yakalanınca ağır cezalara çarptırılırdı. 1683 yılında o zaman Türk toprakları sayılan Filibe’de padişahtan define aramak için izin isteyen bir köylü, aradığı defineyi bulmadığı için iki yıl kürek cezasına çarptırılmıştı. Yine bir define avcısı, izinsiz define ararken yakalanmış, IV. Mehmed’in emri ile 140 sopa vurulmak suretiyle cezalandırıldığı da bir gerçektir.