Yusuf KANLI Kimilerine göre son 75 yılın, bazılarına göre de 140 yılın en sıcak Mayıs ayını yaşamaktaymışız. Çok değil, daha iki hafta önce üşüdüğümüzü askıdaki hırka çılgınca hatırlatıyor. İster 75 ister 140 yılın en sıcak Mayısı olsun, sanki ne fark ediyor. İkisini de çoğumuz yaşamadı, 75 yıl önceyi yaşayanlar var ise onlar da hatırlarlar mı bilemiyorum ama Allah uzun ömürler versin, kendilerine dikkat etsinler, bu sıcaklar adamı fena çarpar. Hele de üzerimize yılan gibi çöreklenen bu sıcakta Covid-19 sebebiyle sokağa çıkamamamız, hareket alanımızın kısıtlanması, sevdiklerimizle görüşememek var ya, sıcağın etkisini galiba iyice artırıyor. Bunaldık kısacası… Daha da kötüsü var. Farkında mısınız, ak ciğerlerimiz nasıl da alev aldı? Nasıl yanıyor ormanlar? Sıcaktan mı? Yerel yönetimlerce malum Covid-19 sebebiyle tükenen fonları ve azalan personel imkanları sebebiyle mi, ihmalkarlıktan mı temizlenmeyen yol boylarındaki, boş alanlardaki otlardan dolayı mı? Yoksa hazır hafta sonu deyip yasak falan da dinlemeden her boş, su ve ağaç gördüğü yerde piknik yapmayı seven gençlerimiz nedeniyle mi? Her ne sebeple olursa olsun, yanıyor Kuzey Kıbrıs. Şaştık mı? Doğrusu yangının yeri falan değişiyor ama her yıl yaşanan acı gerçek değil mi yangın? Her yıl bir yöre yanıyor, ağaçlar mahvoluyor ve her defasında itfaiyenin imkansızlığından falan şikayet edip dururuz. Her defasında birileri Türkiye’yi arar, birilerine ulaşır, helikopter, uçak gönderilmesini rica eder ki yangın söndürülsün. Bazen hemen, bazen biraz süründükten sonra yardıma da geliyor Türkiye. Ancak, ormanlarımız çok önemli, bırakın önemli olmayı hayati ise, itfaiyenin doğru dürüst imkanlara sahip olması mesela herhangi bir bakanın, Başbakanın ya da Cumhurbaşkanının makam arabasından az mı önemli? Her birkaç yılda bir Türkiye’nin de yardımıyla makam arabaları yenilenmiyor mu? Niye? Tabii bu konuya eğilince bütçenin ne kadarı bürokrasiye gidiyor, o bürokrasi koltuklarında oturanların kaçı devlete bağlı, kaçı devlete karşı ve hatta açıkça Rum kesimiyle işbirliği içinde meselesi de dikkate alınmalı, değil mi ama? Devlette yeniden yapılanma şart. Besleme ekonomisiyle devam edilemez. Hani lafa hepimiz çok alındık ya, maalesef doğru. Kendi ayakları üzerinde bir ekonomi kurmak en önemli ve milli meselemiz olmalı. Yıllarca, sağcısı, solcusu fark etmez, “Biz ileri karakoluz, hududu bekleriz. Türkiye de öder” gibi bir mantalite iktidar koltuklarını doldurdu. Muhteşem katkılar “sen, ben bir de bizim oğlan” kafasıyla çarçur edildi. Sadece Rumdan kalanlar değil, devletin ve Türkiye’nin sağladıkları da ganimetçi kafayla ülüşüldü yıllar boyu. Yalan mı? Kimse kimseyi suçlamasın. Geçenlerde sosyal medyada hadsizin biri de bir “tümden götürücüyü” eleştirdim diye bana saldırmıştı. Garibim cahil, bilmiyor. Ben şimdiye kadar ne Kuzey Kıbrıs’ta ne de Türkiye’de tek gün ne devletten para aldım ne de herhangi birisine parayla danışmanlık yaptım. Anadolu Ajansı’nda çalıştığım dönemde de biz “yarı resmi” lafına bile çok bozulur, “Devlet sermayeli olsa da özel bir kurumdur AA” derdik. Tabi ki siyasi görüşüm de var, bazı siyasilerle arkadaşlığım da ama “mesleğin çok önemli bir kuralı kimseyle eleştiremeyecek kadar yakın olmamalıdır,” genç arkadaşlara yıllardır hep bunu hatırlatırım konferanslarda. İfade ve basın özgürlüğü ciddi iştir. Siyasetçilerle, medya sahipleriyle, iş adamlarıyla “minnet” ilişkisiyle yürütülmesi mümkün değildir. Yangın bu adanın kaderi ise ve yangınla mücadele için kapasitemizin yükseltilmesi şartsa, ne yaptık şimdiye kadar? Mesela İtfaiye hala daha Anayasanın Geçici 10’ncu maddesi çerçevesinde Güvenlik Kuvvetleri’ne bağlı değil mi? O gereksiz Türkiyeli, Kıbrıslı tartışmasına girmeyeceğim, saçma bir iş o. Ancak Güvenlik Kuvvetleri Türk Mukavemet Teşkilatı’nın devlet olma şartlarında gelişmiş, evirilmiş hali ise, niye her zaman Türkiye’den bir Tuğgeneral ile yönetilmek zorunda mı? Yok mu bu ister 30 yıllık ister 500 yıllık bu adadan nesep alan birilerinde o önemli ve şerefli görevi yapabilecek kapasite? Şu veya bu şekilde Türk Silahlı Kuvvetlerine bağımlı bir İtfaiye ama yangınla mücadele edilebilmesi için her yıl birileri Türkiye’ye telefon edip, rica minnet uçak ya da helikopter getirtmez ise yandı gülüm keten helva… Kısacası sadece yangın değil konumuz. Covid-19 da değil. Gözü doymaz birilerinin çıkarları için toplum sağlığını peşkeş çekmek de niyetimiz olamaz. Fırsat bu fırsat, hazır Covid-19 bizi yere sermişken, ayağa doğru dürüst kalkmaya çalışalım. Şu yapısal reform meselesini iyice bir düşünelim. Belki yangın helikopteri almak ekonomik değil, ama en azından bir protokol konusu yapıp olayı çözelim, yine panik olmayalım yarın. Yangın bölgesine endişeli bakışlarla her yıl ziyaret falan çözmez bu sorunu. Mesele bağımlı olmakta ısrarlı mısınız? Mesele, egemenlik bizim için ne kadar önemlidir? Bilmem anlatabildim mi?