VAH benim güzel memleketim, vah benim cahil milletim. Vah ki, vah.

İçimiz yanıyor yapmacık konuşmalar yüzünden.

Ülke siyasetinde mesnetsiz suçlamalar ve akıl almaz lekeler yürekleri dağlıyor.

Hani, pop şarkısını Müslüm Baba’dan dinlerken daha bir etkilenirdik ya aynen öyle:

"Son pişmanlık/ Neye yarar?"

Sonrasında ağlayıp sızlasan bile kime ne katar, kime fayda sağlar?

Tam da o noktadayız.

En basitinden bir örnek. Beşiktaş, desem aklınıza ne veya kimler gelir?

Futbolu bilerek seyreden bir Fener taraftarı olarak hemen yanıtlayayım:

"Beşiktaş, demek Çarşı demektir. Beşiktaş, demek Süleyman Saba ile anılan yurtseverliktir. Doğruluktur, dürüstlüktür, sevgidir, tutkudur, her koşulda ve her yerde tükenmeyen sevdadır."

Peki, dünyanın en olağanüstü manzarası olan alanda yapılan yeni statta oynanacak ilk maçtan bir gün önce düzenlenen resmi açılışı izlediniz mi?

Orada Çarşı’yı gördünüz mü? Çarşı sesini duydunuz mu?

Veya Çarşı yurtseverliği ve Beşiktaş sevdası tadı var mıydı?

Ne vardı? Yağlama, ballama dışında ne vardı?

Siyasetin dürüst seslerinden biri olan İstanbul eski milletvekillerinden Metin Tüzün derdi ki:

"Yağcılık sağcılıktan çok daha tehlikelidir."

Temiz üslup.. Yağcılık tehlikeli de yalakalık nedir? Bu da hepsinden bin beterdir!

Yapılan eser, tüm ülkenin gözbebeği yapıtlarından biri. Peki bu yağcılık nedir? Çarşı kimliğine verilen bu zarar neyin nesidir? Tüm Beşiktaşlılar şuna inansın ki, ülkenin tüm sporseverleri Çarşı için saygı ile ayağa kalkar, bu dirençli grubu sevgi ile kucaklar.

Süleyman Saba’yı sevip saymayana sporsever demem ben. Ancak, Fikret Orman’ın düştüğü o çaresiz görüntü ve uyguladığı yağcılık ilelebet bir mide bulantısı gibi içimizi yakacaktır. Yazık!

Bir de aralarında top çevirdiler iyi mi? Altı kişi yerine, altı minik Beşiktaşlı olsaydı orada, göze çok daha hoş gelirdi. En azından bir anlamı olurdu.

Cumhurbaşkanı, her gün, her saat, her fırsattan yararlanıp konuşuyor da konuşuyor.

Saray’da onca danışmanı var, emrinde o kadar istihbarat yetkilisi ve güvenlik elemanları var. Biri çıkıp da, "Sürekli konuşmanız halkta bıkkınlık yaratıyor sayın Cumhurbaşkanım. Şu işi programlı yapsak da, bu konuşmalar millete gına gelmese" demez mi? Demiyorlar birader. Belki diyemiyorlar?!

Ben yine de sabırla izlemeye, dinlemeye çalışıyorum. Çünkü, eskiden yandaş kanallardaydı, artık Halk TV ve Kanal B hariç tüm kanallarda O konuşuyor. ( Pardon, arada fırsat kalırsa, Başbakan da halkımıza hitap ediyor, canım!)

Geçen gün emekli öğretmen bir dostum telefon edip neler yaptığımı sordu.

Televizyon izlediğimi söyler söylemez, "Erdoğan dışında haber veren kanal var mı?" diye sordu. "Yok" deyince, "Dinle hele" dedi:

"Duymamışındır. Bugün de ben sana yeni bir haber vereyim. Saray’ın yanına kaliteli bir otel yapılacakmış. Misafirhane yeni. Hani oraya getirdiği muhtarlar, taşradan getirdiği bazı gruplar var ya, onların konaklaması için. Rahat yatmaları, bilmedikleri ve hiç görmedikleri kaliteli yemekleri yesinler içsinler diye. Yani böylece taraftarları katmerli, katmerli artacak anlayacağın. Şu anda Saray ve konutun 400 odası var ya, yeni otel tam 500 odalı olacak, deniyor. Doğru bilgi ha!"

Adeta şok geçirdim. Bu dostumun verdiği bilgiden iki-üç gün sonra bu yönde gazetede bile bir haber okudum. Vay be! Vay benim memleketim vay be.

Bütün bunlar Devlet bütçesinden çıkıyor. Sizin benim vergilerimizden yani.

Cahil milletimin muhtarları, seçilmiş bazı meslek mensupları, özel davetli esnaf veya işveren temsilcileri de seviniyor işte, "Helal olsun be, eskiden hiç bir Cumhur reisi bize itibar edip de yanına çağırmazdı, bak bizim Tayyip beyin insanlığına, adam gibi adam(!) budur" diye övgüler düzüyorlar.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, işte buradan aldığı güç ve destekle, ülkenin ana muhalefet partisi liderini "Yok hükmünde" sayıyor. İstediklerini vatandaşlıktan atabileceğini teklif ediyor, milletvekilliği dokunulmazlıkları için TBMM’ye, savcılara ve hakimlere aleni talimatlar yağdırıyor.

Devletin sistemi olurmuş, yapılacak her işlemin hukuka uygun olması gerekiyormuş, Yürütme yargı ve yasamanın üstünde olamazmış... Kim dinler Hukuku, Adaleti! AKP milletvekilleri bile, "Yargı bizim elimizde, yasama bizde, yürütme zaten bizde, her istediğimizi gerçekleştiririz" demedi mi?

Kim ki, Enser Vakfı yurtlarında kalan erkek çocuklara tecavüz edildiğini eleştirip, cinsi sapık ve ilgili resmi makamları eleştirirse derhal yandaş medya ve TV kanallarında linç kampanyasına uğruyor. Böyle bir vicdansızlık ve vurdumduymazlık nerede var?

Bu çocuklara sahip çıkması gereken Milli Eğitim Bakanlığı, Türk Eğitim Sistemini yerle bir etti. Ne kurtuluşa sahip çıkılıyor, ne kuruluş ilkelerine. Laik ve Demokratik Cumhuriyeti kuran ilericiler ve yenilikleri ülkemize taşıyan Devlet adamlarına leke atılıyor. Osmanlı Devleti'ni yok eden din simsarı hanedan mensupları baş tacı edilmeye çalışılıyor.

Utanıp arlanmadan, bilgisizce ve onursuzca cümlelerle Devletimizi kuran, tüm dünyada en büyük sevgi ve saygıyı üzerinde toplayan Mustafa Kemal Atatürk’e leke atan şerefsizler yalaka kanallarda fink atıyor. Her program ilerici hareketleri kınamakla başlıyor, hakaretlerle bitiyor.

Açılım saçılım denilen dönemlerde, güneydoğu il ve ilçelerinde de, kırsalında ve dağlardaki mağaralarda terör örgütü silah yığınakları yapmış, aylardır ortalığı kasıp kavuruyor. Gün geçmiyor ki, üç, beş, hatta altı yedi şehit vermeyelim. Sonra gelsin nutuklar.

Artık nutuktan da bıktık, yalan dolandan ibaret övgülerden de.

Yeter artık. Yapmacık ve yavan konuşmalardan da bıktık, mesnetsiz suçlamalardan da.

Şikayet ettikleri FETÖ belasını ülkenin başına bu iktidar sarmadı mı? PKK terörünü da bu hale bunlar getirdiler. Şimdi ülkede ne yanlışlık varsa, besleyip büyüttükleri, yetki verdikleri bu belalardan geliyor. Neyi kime şikayet ediyorlar ki? Onlarla hiç irtibatta olmayanları aynı kefeye koyuyorlar.

Peki bunca şikayetten sonra dürüst yurttaşlar, Cumhuriyet aşıkları ne istiyor?

İstedikleri tek şey, huzur ve güven. Barış ve demokrasi. Özgürlük ve kardeşlik istiyorlar.

Çok mu? Laik ve Demokratik Cumhuriyet ilkelerine ve kurtuluş-kuruluş tutkularına sadakat istemek çok mu yani?

Komşularımızla dostluk ve barış içinde yaşama isteği çok mu ayıp?

Siyaset adamlarının kürsüye her çıktıklarında politikacı olarak değil de, din ulemaları gibi konuşmalarının din istismarı olduğunu söylemek hata mı? Bir Başbakanın grup konuşmasında ülke sorunlarının çözümü yerine hutbe okurcasına dini söylemler yapmasını yadırgamak ters mi geliyor?

Spor müsabakasına gelmeye çalışan taraftarların üstüne biber gazı ve tazyikli su sıkılmasını eleştirmek güvenlik anlayışına ters mi düşüyor? Hak arayan öğrencilerin veya işçilerin bildiri okumak istemeleri polis dayağımı gerektirir? Bunu sormak yönetimle ters düşmek midir? Bizler, Cumhuriyetin okullarında okuyarak yetiştik Öğretmenlerimizin gösterdiği yoldan hiç ayrılmadan bu bilince ulaştık. Merdiven altlarında veya gizli evlerde diz çökmedik, ezberle yetişmedik. Çağdaş ve uygarız biz.