Naz AKMAN- Denizli’de emekli matematik öğretmeni olan Kemal Bülbül’ün yolu, meslektaşı Gülten Hanımla birleşir. Bu evlilikten iki kız çocuğu dünyaya gelir, Kemal Bey’in ‘Kızlarımdan birini doktor, küçüğünü ise hakim yapacağım’ sözleri zaman içinde gerçekleşir…. Bu haftaki konuğumuz, Kemal Bey’in Yargıtay 8. Daire Tetkik Hakimi olan küçük kızı Defne Bülbül… 1975 Denizli doğumlu Defne Bülbül, beş yaşında tanıklık ettiği 1980 darbesi ve amcasının Mamak Cezaevi’nde tutukluluk döneminden etkilenerek hakim olmaya karar verir. Denizli Gazi İlköğretim Okulu’ndan sonra öğrenimine Denizli Anadolu Lisesi’nde devam eden Defne Bülbül, 1992 yılında Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni kazanarak hayalini gerçekleştirme yolunda ilk adımını atar. Mücadelesini; Türk yargısındaki kadın, kadın olmak üzerine kodlanmış kimlik ve istismar edici suçlamalara maruz kalan kadınlar konularında veren Bülbül, çocukluk dönemini ve mesleğe duyduğu ilgiyi şöyle anlatıyor: EVİMİZ ARANIRKEN KAPI ARKASINA SAKLANDIM “Ben, ülkemizin darbelerle çalkalandığı bir dönemde dünyaya gelmişim, çocukluğumda bu zamanlara dair hatırladığım iki şey vardı. Birincisi 1980 darbesinde evimizi askerlerin bastığı ve babamı gözaltına aldığı zamanlar, bir diğeri de amcamın Mamak Cezaevi’nde tutuklu olması ve onu sık sık ziyarete gidişimiz… Bu iki olay, benim hayatımın kırılma noktasıydı diyebilirim. Askerler evi bastığında bir kapının arkasına saklanmıştım, hiçbir şeyin farkında değildim. Korkudan titriyordum. Çünkü babamı götürüyorlardı! Amcamı ziyarete gittiğimizde kapıda saatlerce bekletilirdik, parmaklıkların arkasında duran amcamı kurtarmak isterdim… Çocukluğum elbette sadece darbe dönemlerindeki sıkıntılarla geçmedi. Bunun dışında çok güzel bir aile ortamında yetişerek, güzel arkadaşlıklar kurdum. Çocukluğumun büyük bir kısmı, dedemin şarap fabrikasının olduğu bahçede geçti. Okula gitmediğim zamanlarda bu bahçede oynardım. Annem sınıf öğretmeniydi, babam da matematik öğretmeni… Bu nedenle çok şanslıydım. Bir ablam var, babam ikimizi çocukluktan itibaren yönlendirirdi.” naz-1 ABLAM VE BEN BABAMIN HAYALİYİZ “Babam, biz henüz çocukken ‘Demet’i doktor, Defne’yi hakim yapacağım’ derdi. Bir de ailemizde hukukçu olan akrabalarımız vardı. Çocukken tanıklık ettiğim olayların da etkisiyle büyüyünce adalet dağıtmaya karar verdim… Üniversite sınavına hazırlanırken de diğer üniversitelere oranla daha köklü ve Türkiye’nin önemli hakim ve savcılarını mezun eden Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni hedef olarak belirledim. 1992 yılında sınavı kazanarak, tanıdıklarımız arasında Ankara Hukuk Fakültesi’ne yerleşen altıncı kişi oldum. Böylece babamın hayalini gerçekleştirmek için ilk adımı attım. Ablam da psikyatr oldu.” İLK GÖREV YERİ BOZDOĞAN Defne Bülbül, Hukuk Fakültesi’ni bitirdikten sonra mesleğe girişini de şöyle anlatıyor: “Mezun olduktan sonra Denizli’de kendi alanında yetkin bir avukatın yanında şirketler ve ticaret hukuku üzerine staj yaptım. 1999 senesinde girmiş olduğum hakimlik-savcılık sınavını kazandım. Görev yerleri belirlenirken ilkinde torba kurası çekiliyor. 2001 yılında çektiğim torba kurasından Aydın-Bozdoğan çıktı. Burada hakim olarak üç yıl görev yaptım. Meslekte yeni olduğum bu dönemde bir soruşturma geçirdim. Özel hayatım ve kadın olmama yönelik yaşadığım bu soruşturma, gerçekten onur kırıcıydı ve kaldırmayacağım bir durumdu! İlk kez babamı da karşıma alarak, istifa etmek istediğimi söyledim. Çok iyi hatırlıyorum: Babam omuzlarımdan tutarak, ‘Git onlara, özel hayatına karışamayacaklarını anlat’ demişti… Bu soruşturmanın beni istifaya sürüklemek için açıldığının farkındaydım. Tüm kapıları çalıp kadın kimliğim üzerinden hırpalanamayacağımı anlattım. Bu tarz karalayıcı soruşturmaları yaşayan başka meslektaşlarım da vardı. Hatta bu uğurda intihar edenler de oldu! Didem Yaylalı, bunlardan sadece biriydi… Soruşturmadan sonra bütün hayatım, Türk yargısındaki kadını, kadın olmak üzerine kodlanmış kimliği, yargıda ikinci sınıf olarak nitelendirilip istismar edici soruşturmalara maruz kalan kadınlarla ilgili mücadele vermekle geçti. Aydın’dan sonraki görev yerim Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nca (HSYK) Çorum Kargı olarak belirlendi. Burada iki yıl çalıştıktan sonra 2006’da beşinci bölgeye, yani Van Başkale’ye bir yıllık göreve gönderildim. Farklı bölgelerde hakimlik yaparken o coğrafyanın kendine has toplum yapısı, yargıya bakış açısı, coğrafi koşulları, kültürel kodları gibi etkenler, mesleği uygulamada çok önemli farklar yaratıyor. Aydın’dan Van’a doğru gidince bunu fark ettim. 2 bin 400 rakımlı bir yerleşim yeriydi burası ve geldiğim ilk gece, oksijen yetersizliğinden dolayı sağlık sorunlarım oldu. İlk iki ayım sağlık sorunlarıyla geçti. Uyum sağlayamıyordum… Bu durumdan haberdar olan babam da istifa etmem için baskı yapıyordu. Burada görev yapan birkaç meslektaşımın da desteğiyle sorunlarımı çözdüm. Meslekten uzaklaştırılmak için gönderilmiştim, ama hiçbir şekilde istifa etmemeye karar verdim. Bir şekilde yaşamaya alıştım, çok güzel insanlarla ilişki kurdum. Hala birbirimizi arayıp sorarız...”naz2 “HAKİM ABLA ERKEN BIRAK, KAÇAĞIMIZ VAR!” Defne Bülbül, Başkale günlerini de şöyle anlatıyor: “Tarım ve hayvancılığın elverişli olmadığı bu yörede insanlar geçimini kaçakçılıkla sağlıyordu. Mahkeme salonları, eşek sırtında mazot ve sigara kaçıran çocuklarla doluydu. Yakalandıkları için ceza veriyorduk. Çoğu zaman da ‘Hakim abla, erken bırakırsan… Bizim akşam yine kaçağımız var’ derlerdi. Küçük çocuklardı hepsi, evlatlarım gibiydi, çok seviyordum… Kadınların da hikayeleri çok acılıydı… Töre cinayetleri kaçınılmazdı. Türkiye gündemini meşgul etmiş birkaç töre vakasının yargılamalarında görev aldım. Bunlardan biri Naile Erdaş… Tecavüz sonucu doğum yapan 16 yaşındaki Naile’yi abisi sokak ortasında tabancayla öldürmüştü. Naile’nin küçük kardeşi cinayetten sonra cenazenin yanına gitmiş, ölen ablasının başını omzuna koymuş… İfadesini aldığımda sürekli omzundaki kana bakıyordu. Olay çözüldükten sonra anne, baba, ağabey, amca ve dayıları ömür boyu hapis cezası aldı. Bunun gibi evlilik dışı çocuk doğum oranları çok yüksekti. Bu nedenle Naile gibi her gün bir kadın öldürülüyordu. Töre cinayetine maruz kalan bir kadın vardı. Gözlerimi kapattığımda hala aklıma gelir: ‘Çocuk doğdu, öldü, gömdük’ demişti. O gece sınır köylerden birine gidip eksi 30 derecede donmuş topraktan bebek cesedini ellerimle çıkarmıştım. Başkale’nin benim hayatımdaki yeri çok farklıdır… Öyle bir duruma gelmiştim ki, mesleğimi bir köşeye bırakıp Başkale’de jinekolog olan arkadaşımla evlilik dışı hamile kalan kadınları tespit etmeye çıkıyorduk. Çünkü bu kadınların öldürülme riski vardı ve kaybetmeden onlara ulaşmamız gerekiyordu. Evlilik dışı ilişkiler sonucu, hamileliklerini yöresel kıyafetlerinin altından doğuma kadar gizleyebiliyorlardı bu nedenle anlamak çok zordu. Arkadaşımla beraber tespit ettiklerimizi savcılığa bildirerek koruma altına alıyorduk. Yani bizim yaptığımız bu iş, sonrasında töre cinayetlerine ilişkin bir yönetmeliğin çıkarılmasıyla resmileşti. Töre cinayetinde kadın komisyonlarının kurulması gibi, önleyici hizmete ilişkin bir yönetmelikti bu… naz3 YASA VE TÖRE ARASINDA KALDIM Öyle bir karmaşıklık yaşıyordum ki… Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nı uygulayan bir taraftım, ama karşımda aile meclislerinin toplanıp ‘töre’ dediğimiz kuralları belirleyerek uygulamasına tanıklık ediyordum.” Defne Bülbül, Başkale’de görev yaptığı süre içinde Yargıçlar ve Savcılar Birliği Birliği’ne (YARSAV) üye olmasını da şöyle anlatıyor: “2006 yılında kurucu Başkan Ömer Faruk Eminağaoğlu liderliğinde YARSAV kuruldu, ben de üye oldum. 1400 üyeyle, Murat Arslan başkanlığında Türkiye’nin ilk hakim ve savcı örgütlenmesi diyebilirim… Attığım en önemli adımlardan biri olduğunu düşünüyorum. Çünkü zaten Türkiye’de hukukun üstünlüğü, yargının bağımsızlığı, demokrasi ve insan hakları gibi birçok alanda mücadele veriyordum. Böylelikle mücadelem örgütlü bir hale gelmişti. Bu sıralarda Tekirdağ Hayrabolu ilçesine tayin edilmiştim. Bir yandan her gün incelemem gereken dosyalar müzakereler vardı, öte yandan YARSAV’da Yönetim Kurulu üyesiydim. Derneğimiz kuruluşundan beri kapatılma girişimleri, soruşturmalar, cezalar atlattı. Hatta ‘düşman cephe’ olarak görülüp ‘terör örgütü’ diye manşetler de atıldı… naz4 YARGI ÜZERİNDEN TOPLUM MÜHENDİSLİĞİ Mücadelemize devam ediyoruz, geçen günlerde onuncu yılımızı kutladık. Bizden sonra Demokrat Yargı, Yargıda Birlik Derneği gibi birçok kuruluşun önünü açtık. Uluslararası arenada kendimizi kanıtladık, Dünya Yargıçlar Birliği, Demokrasi ve Özgürlükler için Avrupalı Yargıçlar Birliği üyesi olduk ve o ülkeleri Türkiye’de temsil ediyoruz. Bu anlamda çok güzel başarılar elde ettik. Son on yıldır Türkiye’de tüm siyasi hayat yargı üzerinden şekillendirilmeye çalışılıyor. Yani yargı üzerinden bir toplum mühendisliği yaratılıyor. Dolayısıyla bizler de yargının bu toplumda operasyonel olarak kullanılmasına karşıydık. 2010 yılında bir referandum süreci olmuştu, yeni anayasaya YARSAV olarak net bir şekilde ‘hayır’ dedik, bu kamuoyunda da yer aldı. Yargının bağımsız işleyememe sorununu başından beri söyledik ve buna karşı durduk. Öte yandan Hayrabolu’da beşinci yılımı doldurmuştum ve kendi isteğimle Muğla Marmaris’te Yargıtay tetkik hakimi olarak göreve gittim. 2012 yılında da YARSAV Başkan Yardımcısı oldum “ CÜPPE HALKLA ARAMDA SET OLMADI Defne Bülbül, Yargıtay tetkik hakimliği mesleğini şu sözlerle anlatıyor: “Yaptığımız iş şöyle: Size puzzle’ın parçaları sunuluyor, ama bir tanesi eksik. İfadeler, karşı ifadeler, toplanmış delillerden eksik olan parçayı buluyoruz. Bir ceza yargıcı bunlardan bir fotoğraf oluşturur. Dolayısıyla maddi gerçekliği bilmeye imkan yok. Aslında bize sunulan verilerden yeni bir gerçeklik yaratıyoruz. Bunun yüzde yüz denetlenebilir ya da kanıtlanabilir bir yanı yok. Ben 16 yıldır ceza yargıçlığı yapıyorum. Geceleri uyanarak, o dosyada doğru kararı verdim mi, cezayı fazla mı verdim, o suçu gerçekten işlemiş miydi sorularıyla mücadele ediyorum. Geceleri bizi uyandıran bu vicdanı kaybetmememiz gerektiğini düşünüyorum. Özellikle ağır cezalarda görev yapan yargıçlarımızın yıprandığını gözlerimizle görüyoruz. Bizler aslında dosya okumuyoruz, insan hikayelerini okuyoruz ve verdiğimiz kararlar da bir yaşamı etkiliyor. İnanın bu çok zor! Kimsenin iyi hakimleri olmadık ya da adamı. Her zaman bağımsız olmaya çalıştık… Halktan kopuk bir yargının yargı olduğuna inanmadığım için de toplumun içine karıştım. Cüppeyi halkla aramda bir set olarak kullanmadım. Yargının dokunulmazlığı şemsiyesi altına girmedim, çünkü çocukluğumda parmaklıkların dışındaydım ve bir gün adalet dağıtarak amcamın kahramanı olacaktım…” Söyleşimizden sonraki gelişmeler üzerine Defne Bülbül şunları söyledi: YARSAV KAPATILDI "YARSAV,15 Temmuz Darbe girişimi sonrası OHAL KHK ile maalesef kapatıldı. Cemaat her kuruma, her oluşuma sızdığı gibi, elbette YARSAV'a da sızmıştı. Biz bunu genel kurullarda üye profilinden ya da bazı adayların seçimlerde üzerinin çizilmesinden anlayabiliyorduk. Ama cemaat sinsi bir yapılanma, bizler arasında sosyal demokrat, Atatürkçü kimliklerle karşımıza çıkarken içlerinde kendi ajandalarını yürütüyorlar. Biz aramızda belli sayıda cemaat mensubu olduğunu tahmin edebiliyorduk ama açıkçası bunların kimler olduğunu tespit etme olanağımız yoktu. Tüzüğümüz gereği de her hakim ve savcı dernek üyesi olabiliyordu. Bu kişiler hakkında açılmış herhangi bir soruşturma vesaire dahi yoktu. 2013 yılında tüzük genel kurulu ile üyelerimizi referanslı kabul ile bu sızmaya engel olmaya çalıştık… Geldiğimiz noktada YARSAV kapatıldı, geride on yıllık bir emek ve mücadele kaldı. Cemaat sızması sebebiyle kurumlar kapatılacaksa hiçbir kurumun açık kalmaması gerekiyor, çünkü bakınca her kuruma sızmışlar… YARSAV'daki cemaatçilerin dernekten ihracı cemaatin asıl mağduru olan biz Atatürkçü, sosyal demokrat, alevi üyelerine bırakılmalıydı, ve YARSAV yine sosyal demokrat, Atatürkçü yargıç ve savcıların evi olmaya devam etmeliydi diye düşünüyorum.” Defne Bülbül hakimlik mesleği ve YARSAV Başkan Yardımcılığı görevi dışında iki haftada bir düzenli olarak “İleri Haber” portalında köşe yazıları yazıyor. Kadın çalışmaları alanında yazılar yazarak paneller veren Bülbül, kadın örgütleriyle bir araya gelerek, onların sorunlarını, taleplerini dinleyip kamuoyunda dile getirmeye çalışıyor.