Naz AKMAN / 1877-78 dönemlerinde yaşanan Osmanlı-Rus Savaşlarında Anadolu’ya göçler başlar. “93 Harbi” olarak bilinen bu dönemde Anadolu’ya gelen muhacirlerden biri de Şafak ailesidir. Aile Yozgat’ın Menteşe Köyü’ne yerleşir. Elektrik Elektronik Mühendisi olan Şükrü Şafak ile Leman Şafak’ın burada iki kızları doğar. Bu haftaki konuğumuz, ailenin en küçük kızı yazar Mehtap Şafak. 1978 Yozgat doğumlu Mehtap Şafak, ilkokulu Kayseri Servet Akaydın’da okuduktan sonra Fevzi Çakmak Ortaokulu’nda öğrenimine devam eder. Liseye geçtiği dönemde Ankara’ya yerleşen Şafak, Çankaya Lisesi’ni bitirir, Gazi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Kamu Yönetimi Bölümü’nü kazanır, kısa bir süre sonraysa aynı üniversitenin İletişim Fakültesi Halkla İlişkiler ve Tanıtım Bölümü’ne geçer. Şafak, mezun olduktan sonra birkaç şirkette insan kaynakları departmanında çalışır. 1 2008 yılında deneme olarak yazdığı çocukluk hikayelerinin romanlaştırılmasıyla yazarlığa başlayan Mehtap Şafak, ailesini ve çocukluk dönemini şöyle anlatıyor: İLK SIRDAŞIM ABLAM “Çocukluk dönemimde annem ve ablamla büyüdüm diyebilirim. Babam işi gereği yurtdışında yaşıyordu. Bu nedenle onu pek göremiyordum… Yozgat’ta Menteşe Köyü’nde geniş bir aileye sahiptik. Arnavut, Dadaş, Çerkez, Kürt gibi her toplumdan komşularımız vardı. Babaannem savaş döneminde Anadolu’ya geldiklerini komşulara anlatırdı. Ben de kulak misafiri olurdum, ama aklım pek ermezdi. Bana ‘muhacir torunu’ derlerdi, merakımdan ne demek olduğunu babaanneme sorardım. Göçmen olduğumuzu söylerdi babaannem, çok iyi bir hafızası vardı… Köyde çok güzel bir çocukluk yaşadım. Doğayla iç içeydik. Ablam, benden büyük olmasına rağmen bütün önceliklerini bana verirdi. Bu nedenle benim ilk sırdaşım ablamdır. Bir de tabii hayatım boyunca özendiğim annem var, tek başına ablam ve bana sahip çıktı, bizlere çok güzel bir yaşam sundu. 4 Ortaokula gittiğim bir dönemde, öğretmenim yaz tatilinde neler yaptığımıza yönelik bir kompozisyon yazmamızı istemişti. Ben de o yaz yaptıklarımdan değil de hayalini kurduğum yaz tatilini yazdım. Kağıtları okuyan öğretmenim yazdıklarımı gülünç buldu. Aslında utanılacak bir şey yazmamıştım, ama herkes öyle gülünce üzüldüm. Bu olaydan sonra liseye geçince, edebiyat bölümünü çok sevmeme rağmen fen bölümünü tercih ettim. Ne de olsa yazı yazmayı beceremiyordum… Ama günlük tutardım. Önemli olayları, tanıştığım kişileri mutlaka o deftere not ederdim. Aynı olay lisede de başıma geldi inanır mısınız?.. Kimya dersindeydik öğretmen birkaç formül anlatıyordu. Ben de defterin arkasına bir şeyler çiziyordum, aynı anda öğretmeni de dinliyordum. Bir şeylerle uğraştığımı görünce yanıma geldi, çizdiklerime baktı ve bana kızdı. ‘En son ne söyledim’ diye sordu, ben de anlattığı formülü söyledim. ‘Dinlemediğim halde’ nasıl bildiğime şaşırdı. Ben çocukluğumdan beri bir şeyleri dinlerken başka işler de yapıyorum. O an ilgilenmiyor gibi görünüyorum, fakat aklımda kalıyor. Lise biterken de ileride ne olmak istediğime dair bir fikrim yoktu, hiçbir mesleği yapmak istemiyordum. Annem kamu yönetimi okumamı istiyordu. Tercihlerimde yazdığım Gazi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Kamu Yönetimi Bölümü’ne yerleştim. Kısa bir süre okuduktan sonra bölümü bırakarak aynı üniversitenin İletişim Fakültesi Halkla İlişkiler ve Tanıtım Bölümü’nü okumaya başladım, aynı zamanda İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi’nden de İşletme Bölümü’nü bitirdim.” Okulu bitirdikten sonra iş hayatına atılan Mehtap Şafak, yaptığı işleri ve yazarlığa başlayışını da şöyle anlatıyor: “2001-2006 yılları arasında Radyo Televizyon Üst Kurulu’nda (RTÜK) izleme ve değerlendirme bölümünde çalıştım. Burada raporlar yazıyordum. Zamanla bu raporlarımın değiştirilmeden basında yer aldığını fark ettim. Daha sonra Doğan Jeotermal Grup’ta çalışma hayatıma devam ettim. Aynı şekilde basında yer alması için raporlar yazmaya devam ediyordum. Erdoğan Şenel, yazmam için beni teşvik ederdi… 2008’de Türkiye’de yaşanan ekonomik krizi lehime çevirerek, çocukluğumla ilgili yazılar yazmaya başladım. Başlarken amacım elbette bir kitap yazmak değildi, sadece içimden gelenleri yazmıştım. Daha sonra bu yazdıklarımı geliştirerek bir roman haline getirdim. Fakat roman nasıl yazılır, bu konuda bir fikrim yoktu… 2 İLK KİTAP “ÖPÜCÜK KIVAMINDA” 2008 yılında başladığım ‘Öpücük Kıvamında’ kitabımı, 17 günde çocukluğumu anlatarak tamamladım. 2012’de roman olarak basıldı. Kitap çıktığı gibi, TÜYAP’ta imza günüm oldu. O kadar kaygılıydım ki kimsenin gelip kitabımı imzalatacağını düşünmüyordum. Sırada bekleyip kitap imzalatan biriydim, ama bu sefer masada ben oturuyordum. Bu daha zormuş! Kitap imzalatmak için gelenlerden çok güzel yorumlar aldım. Bu beni daha çok mutlu etti. Kitabın ismini hiç düşünmeden vermiştim, kitaplara isim vermek çocuğa isim koymak gibi bir şeydir. ‘Öpücük Kıvamında’ olmasını istedim, çünkü öpücük çok kutsal bir eylemdir. Yani bir çocuğu öpebilir, dedenizi öpebilir, cenazeyi öpebilir, sevgilinizi, eşinizi dostunuzu öpebilirsiniz. Hepsinin yarattığı etki farklıdır. 2013 yılında ikinci romanımı, ‘Muhacir’i yazdım, 93 Harbi dönemlerinde yaşananları aile büyüklerimden öğrendiklerim ve tarihi kaynaklar aracılığıyla tamamlamaya çalıştım. Kitap 24 bölümden oluşuyor ve her kısımda bölüme adını veren karakterlerin anlattığı olaylar yer alıyor. Karakteri oluştururken, birçok yazar gibi ben de zorluk çektim. Öyle bir şey ki bu, iyi ya da kötü diye yaratmaya çalıştığınız karakter, bir anda başka bir boyuta geçmiş olabiliyor. Yazım sırasında karakter, yazarı olduğu gibi alıp götürür. Bu nedenle yazarlık şizofrenik bir durumdur diyebiliriz. İçinize bir şey kaçıyor ve çift karakterli olmaya başlıyorsunuz… Üçüncü kitabımı da yazdım, ancak henüz isim veremedim. Bunu da belirledikten sonra yayınevine göndereceğim. Ben her kitabımı yazarken, bir fon müziğini hissederek yazdım. Okuyucularıma da kitaplarımı okurken hangi müziği hissettiklerini sormak isterdim… Bazen ortaokulda öğretmenimin yazdıklarımı gülünç bulduğu zamanları düşünüyorum da… Kafamda öyle bir yer etmiş ki, hala yazdığım kitaplara inanamıyorum. Ama ben zaten küçüklüğünden itibaren baba eksikliğiyle yaşayan buruk bir çocuktum. Yüreğime dokunan her şeyi yazarak ifade ederdim. Şimdi bu romanların yeşermesinin nedeni, babamın bende bıraktığı yokluk hissiydi diyebilirim…” 5 ANKARA YAZARLARI BİRBİRİNE DESTEK OLUYOR Mehtap Şafak, Ankara’daki yazarları ve kitap dünyasını da şöyle anlatıyor: “Yazı yazmaya başladıktan sonra bu piyasada birçok yazarın ve kitabın varlığından haberdar oldum. Okuyucu olarak bunu hiç fark etmemiştim. Bu işe başlarken de herhangi bir ticari kaygım yoktu, yazı yazmaktan keyif alıyorum. Hatta bir gün yakın arkadaşım konuşurken, kendimi ifade edemediğimi bu nedenle ona mektup yazmamı istedi. Mektubu yazdıktan sonra, yazı yazınca daha samimi olduğumu söyledi. Ben de yazdıkça susmayı öğrendiğimi düşünüyorum… Ankara’da yazar olmak hem avantajlı hem de dezavantajlı bir durum; aynı anda iki durumu da yaşayabiliyorsunuz. Avantajlı olmasının nedeni, yazarlar arasında rekabetin olmaması… Aksine, Ankara yazarları birbirine destek olurlar. Açıkçası burada kalmak için direniyorum. İstanbul ya da başka şehirlerin yazın hayatımda beni kaosa sürükleyeceğini düşünüyorum. Yeni kitaplar okumaya gayret ediyorum başka yazarları keşfetmeye özen gösteriyorum. Bir yazar olarak her zaman söylediğim bir şey var: Kitaplar çok pahalı… Ben bir yazarım, bir roman yazmanın ne kadar zahmetli olduğunu bilirim. Ancak kitap satın alamayacak o kadar çok insan var ki, bu da beni üzüyor. Öte yandan çoğu okuyucum, imzalı kitaplarımı istiyor. Özenerek veriyorum, ama o kitap okunmuyor ya da iki gün sonra başka yerlerde oluyor. Kitaplara hak edilen değer verilmiyor. Her şeye rağmen ben bu işi çok sevdim ve asla yazmaktan vazgeçmeyeceğim.” Roman yazmak dışında Moda Dergisi, Ankara Life gibi aylık dergilerde yazılar yazan Mehtap Şafak, her yazarın başka alanlarla da ilgilenmesi gerektiğini, bunun suni teneffüs için önemli olduğunu söylüyor. Şafak, uzun vadede yazarlıkla ilgilenmek istediğini, bunun için çalışmalar yürüttüğünü de anlatıyor.