Hüseyin ÖZLÜK Bizleri yönetenlere, meclis kürsüsünden sormak isterdim; Kaçınız bu ülke için gözlerinizi, ellerinizi, bacaklarınızı feda ettiniz? Kaçınızın çocuğu bu ülke için et ve kemiklerini dağa taşa savurdu? Kaçınızın çocuğu bu ülke uğruna genç yaşta sakatlanarak bedel ödedi? Alacağım yanıtı bütün toplum biliyor. Sıfıra sıfır, elde var sıfır. Cumhur Başkanı Erdoğan, yeni bir karar alarak, Fırat’ın doğusuna müdahale yapılacağını beyan etti. Amerika’nın askerlerini çekme kararı üzerine bu operasyondan geri vaz geçildi. Bölgede olup bitene bakılırsa, eninde sonunda bir operasyon yapılarak kaçınılmaz son gerçekleşecek, gencecik vatan evlatlarımız yeniden can ve kan verecekler. Operasyon kararı almak ne kadar da kolay. Nasıl olsa ateş çemberinin içerisine atılacaklar, elalemin gariban çocukları. Kararı alanların evlatları paralarını kazanmaya, gemiciklerine binmeye devam edecekler. Köyünde ırgatlıkla, maden ocaklarında kazma kürekle, torna başında bileğinin gücüyle… paralarını alın terleriyle sulayarak emek harcayanları ateşin içine attınızda, şu ana kadar ne değişti? Hiçbir şey. Değişmeyenler bizler içindi. Bizler değişmeyenleri yaşarken; yani can verip, kanlarımızı bu topraklara akıtırken, sizler için çok şey değişti. Neler mi onlar? İşte sizlere bir kaçı. -Şafaklar nice kahraman şafakları doğururken; serdengeçtiler, ölümü göze alıp kelle koltukta savaşırken, siz onları korkak tavşana benzettiniz. -Karlı dağlara, bir bahar şenliğinde yürüyüp, dağı taşı çiçeklerle donatanlara , yan gelip yatıyor dediniz. -Siz rahat koltuklarınızda oturasınız, makam ve mevkiinize yenilerini katasınız, çocuklarınızın holdinglerine yağ bağlatasınız diye; hayallerini, umutlarını, evliliklerini ve geleceklerini 20 yaşında bırakanlara, kelle dediniz. -Astsubayı, Uzmanı, erleriyle birlikte, tek yürek canpare savaşan komutanların yerlerini; aynı menzile yol aldığınız, bütün isteklerini yerine getirdiğiniz askerlerle doldurdunuz. -Bir savaşın tam orta yerinde, komutansız kalmanın ne demek olduğunu bilenlerin, yurt sever komutanlarını, tek kurşun atmadan, “Ben bu davaların savcısıyım.” Diyerek, kumpas davalarla bertaraf ettiniz. -“Ölürsem şehit, kalırsam gazi.”Diyen askerimiz, beline kadar su dolu mevzide sabahlara kadar terörist beklerken, siz Diyarbakır’da megri megri türküsünü söylediniz. -Eş, çocuk, ana, baba hasretiyle; dağ başlarında ölüm zehrini şeker niyetine yiyenler can verirken; siz sayın dediğiniz terörist başıyla, İmralı’da görüşme yapıp, meydanlarda terörist başının mektuplarını okudunuz. -Mehmet’im, en yakın arkadaşının kucağında,‘’Eşhedü enla ilahe illallah ve eşhedü enne muhammeden abduhu ve resuluhu “ diyerek can verirken; siz Oslo’da görüşmeler yaptınız. -Analar, babalar çocuklarını; kadınlar eşlerini şenlik içerisinde davul zurnalarla askere uğurlarken; siz şenlik içinde davul zurnalarla teröristleri Habur’da karşıladınız. -Fakir ana babasına, maaşının tek kuruşuna dokunmadan gönderip, Mehmet, barbunya konservesiyle idare ederken; siz teröristlere lahmacun ısmarladınız. -İstiklal Marşını dudaklarımız titreyerek okur, bayrağımıza her baktığımızda gururlanırken; siz TC’yi tabelalardan söküp, Atatürk resimlerini ve bayrağımızı uydurma çadır mahkemelerinden indirip, ne mutlu Türküm diyene yazılarını dağlardan taşlardan sildiniz. -Vatanın bölünmez bütünlüğü hiç durmamacasına yüreğimizde nefes alırken, mayın gözlerimizi alıp kör olduğumuzda; siz, mitinglerde Barzani ile göz göze bakışarak, “Türkiye seninle gurur duyuyor.” Dediniz. -Serhat, “Bu gün yaşadığım son gün.” diyerek sevdiğine elveda mektubu yazıp sonra ecel şerbetini kana kana içerken; siz, YPG PYD terörist guruplarının lideri Müslimi, kırmızı halılarla karşıladınız. -Atatürk ve silah arkadaşlarından alınan emaneti korumak uğruna kol ve bacaklarını bu ülkeye hediye edenler, “Gerekirse bir daha giderim.” derken; siz Atatürk ve arkadaşlarına ağıza alınmayacak küfürler ettiniz. -Eşinin, nişanlısının, babasının, kardeşinin, parka ve beresini takarak, şehitlerini sonsuzluğa uğurlayanlar, vatan sağ olsun derken; siz, paçavra bez parçalarıyla hava limanlarında Barzani’yi karşıladınız. -Mehmet, yaralanan arkadaşını kurtarmak için, göğsünü kurşunlara seve seve siper edip şehit olurken; siz, açılım süreci deyip tüneller ve dehlizler kazdırdınız. Yeter artık, yetti artık! Aldığınız karar ve yanlışlıklarla bizlere bedel ödettiğiniz yeter artık. Dün biz can verdik, şimdi bizlerin çocukları can veriyor. Sizler saraylarınızda, sırça köşklerinizde çocuklarınızı, torunlarınızı sevip oynarken; dün bedel ödeyen bizler, bu gün çocuklarımızı, eşlerimizi, kardeşlerimizi, buz gibi toprağın altına bırakıp bırakıp geliyoruz. Karar vericiler öncelikle Mustafa Kemal Atatürk’ün Yurtta Barış Dünyada Barış ilkesi doğrultusunda Rusya İran ve Türkiye denklemini olgunlaştırıp; Esat ile ortak bir zeminde karar vermelidir. Sözün kısası; önce barış zemini aranmalıdır. Ülke insanı artık savaştan bıktı barış haykırışları her ocakta toprağa atılan bir tohum gibi yeşermeyi bekliyor. Türkiye’yi yönetemiyor, bu sorunu çözemiyorsanız; bırakın çözecekler gelsin başa. Umudumuzu,geleceğimizi ve yarınlarımızı kaybetmek istemiyoruz. Umudumuzu kaybetmedik; fakat sizinle asla.