Utku ŞENSOY Bu topraklarda barınmak, hüküm sürmek tarih boyunca hep zor olmuş çetin mücadele gerektirmiştir. Bu mücadele eskiden kılıçla, top tüfekle olurdu, kısa bir süre önceye kadar terör yoluylaydı, yenidünya düzeninde artık ekonomik savaşlarla yapılıyor. Bunun son örneğini acı bir tecrübeyle yaşadığımızı, ABD Başkanı Donald Trump Barış Pınarı harekatı sırasında şu sözleriyle bizlere yeniden anımsattı. "Türkiye Rahip Brunson'ı nasıl geri aldığımı iyi biliyor. Brunson'ı geri almak için ekonomilerine zarar verdim. Eğer sınırı aşacak bir şey yaparlarsa yine aynısını yaparım". 82 milyonluk dünyanın ilk 20 ekonomisi arasında olmakla övündüğümüz ülkemizin ekonomisi, yiyip içtiğimiz her şeyin fiyatı Beyaz Saray’da oturan bir faninin iki dudağından çıkacak cümleye bakıyor! Ülkemizde huzurla hüküm sürdüğümüzü zannediyoruz meğerse dizginler başkalarının elindeymiş. Siz ne kadar adil olursanız olun, toprağınızda, yeraltı zenginliklerinde hesapları olanların sahnelediği oyunlarla karşılaşırsınız. Saldırılara, suçlamalara yönelik argümanlarınız ne kadar güçlü olursa olsun, uluslararası arenada tek geçerli olan ekonomidir. Altınınız, dolarınız kadar gücünüz vardır, aksi takdirde ekonominize anında ayar verip çapınızı hatırlatırlar. Ekonomik açıdan güçlüyseniz, “kendi kendine yeten” bir ülkeyseniz, ayak oyunları vız gelir tırıs geçer, sizi deviremezler. Ancak ekonominiz tamamen dışa bağımlıysa, Washington’da öksürseler burada yatak döşek olur toparlanamazsınız. İlla bir kulp takar pundunu bulur yaftalar, yapıştırır yerle yeksan etmek için ellerinden geleni ardına koymazlar. ABD Temsilciler Meclisinin son kararında da böyle olmadı mı? Gözümüzün içine baka baka yılın 364 günü torbaya girmişçesine Cumhuriyetimizin resmen ilan edildiği, en gururlu olduğumuz gün olan 29 Ekim’i denk getirip, ABD Temsilciler Meclisi’nde Türkiye aleyhinde ezici bir çoğunlukla iki karar birden alınmadı mı? Bu karar bazıları için, “bağlayıcılığı yok” ya da “yok hükmündedir” değerlendirmeleriyle karşılanmış olsa bile, Amerikan Kongresinin iki ayağından biri olan Temsilciler Meclisi’nin böylesine güçlü bir oy oranıyla aldığı kararı şapkamızı önümüze alıp iyi analiz etmemiz gerekir. Zira, ilk kez ABD Kongresi’nin bir kanadı 1915 olaylarını “soykırım” olarak nitelemiş oldu. Anlaşılan, Mehmetçiğin Suriye harekatı, Atlantik’in karşı yakasında birilerinin tepesinin tasını iyice attırmış. Temsilciler Meclisi, Sözde “Ermeni soykırımının” tanınması kararını 405’e karşı 11 oyla, Suriye’nin kuzeyine Türkiye’nin gerçekleştirdiği harekat nedeniyle “Ankara’ya yaptırım getirilmesi” kararını ise 403’e karşı 16 oyla kabul etti. Bundan sonraki süreç ne olacak? ABD Başkanı Trump’ın bu konudaki veto hakkı var olmasına var da, Temsilciler Meclisi’nin bağlayıcılığı olmayan bu kararının Kongrenin üst kanadı olan Senato’dan da üçte ikinin üzerinde geçmesi halinde, “süper çoğunluk” kuralı gereği, Başkan’ın onayına ihtiyaç duymadan yasalaşabiliyor. 2000 yılından beri sürekli ısıtılarak Amerikan kongresine getirilen Sözde “Ermeni Soykırımı Karar Tasarısı” geçerse geçsin, bu “Türkiye’yi karalamaya yönelik siyasi bir karardır” da diyebiliriz. Bu konuda “benzer karar tasarıları Eyalet Parlamentolarının çoğunluğunda zaten kabul edilmişti” diye de düşünebiliriz. Hatta B-52 ağır bombardıman uçaklarıyla 1972 yılında aylarca Kuzey Vietnam’a 400 bin ton bomba yağdırıp, kimyasal silah kullanarak “13 milyona yakın insanı katleden”, “10 milyonlarca Kızılderili’yi öldürenlerden” alacağımız hiçbir ders yoktur da diyebiliriz. Saymakla bitmez… Ancak bu tür söylemlerin, ülkemizi uzun vadede uluslararası platformda “sanık” sandalyesine oturtma çabalarını engellemeye yeterli olmayacak “ağır hamasetler” olduğu gerçeğini görmeliyiz. Almanya, Arjantin, Avusturya, Belçika, Bolivya, Brezilya, Bulgaristan, Kanada, Şili, Kıbrıs Rum Yönetimi, Çekya, Ermenistan, Fransa, Yunanistan, İtalya, Libya, Litvanya, Lübnan, Lüksemburg, Hollanda, Paraguay, Polonya, Portekiz, Rusya, Slovakya, İsveç, İsviçre, Suriye, Vatikan, Venezuela, Uruguay şimdiden “1915 olaylarını “soykırım” olarak tanıyan ülkeler kervanına katıldılar. ABD’ de Mississippi haricindeki 49 eyaletin tasarıyı bölgesel meclislerinden geçirdiğini, keza, sözde “Ermeni soykırımını” tanıyan İspanya’da Bask Bölgesi, Katalonya, Aragon, Navarre ve Balear Adaları, Avustralya’da Yeni Güney Galler ve Güney Avustralya özerk yönetim ve eyaletleri, Büyük Britanya’da İskoçya, Galler ve Kuzey İrlanda’nın bulunduğunu anımsamakta yarar var. BM Ayrımcılığın Önlenmesi ve Azınlıkların Korunması Alt Komisyonu, Avrupa Konseyi, Avrupa Parlamentosu ve Dünya Kiliseler Konseyi’ nin de sözde “Ermeni soykırımını” tanıyan kuruluşlar arasında olduğunu unutmayalım. ABD başkanlarının her yıl 24 Nisan konuşmaları Ankara’da yakından takip edilip, heyecanla beklenilir. Trump geçen yılki konuşmasında “Büyük Felaket” anlamına gelen “Meds Yeghern” ifadesini kullanmış, selefi Barack Obama da Beyaz Saray’daki iki döneminde “soykırım” ifadesinden kaçınmıştı. Sadece Obama’mı? Washington’ da her zaman birileri Türkiye ile ilişkilere önem verilmesi için çaba gösterip gayret sarf etmiştir. 1989 yılından buyana Beyaz Saray’daki koltukta oturan George H. W. Bush, Bill Clinton, George W. Bush da aynı Obama gibi seçim öncesi Ermeni lobilerine söz vermelerine rağmen, sözde “Ermeni soykırım” yasa tasarılarının Kongreden geçmesini engellemiş ve 24 Nisan anma günü bildirilerinde “soykırım” kelimesini kullanmamaya özen göstermiştir. Türk-Amerikan ilişkilerinin geçmiş yıllarını anımsadığımızda, “Ermeni soykırım” tasarısı Temsilciler Meclisi’ne geldiğinde Ankara ile dirsek temasında olan ABD’deki etkin Yahudi lobisinin, “Birleşmiş Milletler Soykırım Suçunun Engellenmesi ve Cezalandırılması” sözleşmesini gösterip, “Soykırım sözleşmesi 1948 yılında kabul edildi. Ermenilerin 1915 olaylarını bu hukuki tanımlama içine sokma çabası yasal değildir. Sözleşme çıktığı yıldan geriye işlemez” gibi tutarlı argümanlarla Türkiye’yi savunur, Ankara lehine çaba gösterirlerdi. Yine Ermeni karar tasarılarının ABD Kongresinden geçirilmeye çalışıldığı bir dönem olan, 1985 yılında, Yahudi bilim adamı Bernard Lewis’in başını çektiği 69 tarihçi, Ortadoğu uzmanı bilim adamı yayınladıkları ortak bildiriyle, 1915 olaylarının “soykırım” olarak nitelendirilmesine karşı çıkarak; “Türkler, Ermeni soykırımı yapmamıştır” deme cesaretini göstermişlerdir. Bernard Lewis özgürlük havarisi Fransa’da mahkemelerde yargılanıp, hapis cezası ile tehdit edildi, bir başka tarihçi akademisyen Stanford Shaw’ın evi kundaklandı, çok zor günler geçirdiler. Not: Yarın yazının devamında Ermeni terör örgütü ASALA’ nın katliamlarını ve Türkiye’nin neler yapabileceğini aktaracağız.