Utku ŞENSOY İlk iki bölümde ABD Temsilciler Meclisi kararını ve “soykırım” iddialarını çeşitli boyutlarıyla ele almıştık. Bu son bölümde uluslararası hukuka, “soykırım tanımlamasına” değineceğiz. Türkiye’nin hukuki sorumluluğu var mı? Aslında 1915 yılında yaşanan olaylara “jenosit” tanımlaması yapmak Türkiye Cumhuriyeti’ne siyasal ve hukuki açıdan hiç bir cezai ve hukuki sorumluluk getiremez. Zira, 1948 sözleşmesi cezai sorumluluğa “bireysel” çerçevesi getirmiştir. İkinci Dünya Savaşı sonrası Nürnberg Mahkemelerinde Nazi Almanya’sı liderleri soykırım suçundan yargılanırken, tüzel kişilikler ise “insanlığa karşı suçtan” yargılanmışlardır. Bunun dışında BM İnsan Hakları Komitesi, “makul süre” ilkesinden hareketle, sözleşmeyi geriye işletmeyip, ikinci Dünya Savaşı öncesi yaşanan olaylarda “sorumlu-suçlu ya da soykırım” iddiaları getirilemeyeceğinin altını çiziyor. Peki soykırımın tanımı ve şartları nedir? Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun 9 Aralık 1948 tarihli kararıyla kabul edilen “Soykırımın Önlenmesi ve Cezalandırılması Hakkında Sözleşme” 1951 yılında yürürlüğe girdi. Türkiye de bu anlaşmaya taraf oldu. Sözleşmede Soykırım veya jenosit suçu şöyle tanımlanıyor: “Ulusal, etnik, ırksal ya da dinsel bir grubu, kısmen ya da tamamen ortadan kaldırmak amacıyla işlenen aşağıdaki fiillerden herhangi biri, soykırım suçunu oluşturur; -Gruba mensup olanların öldürülmesi, -Grubun mensuplarına ciddi surette bedensel ya da zihinsel zarar verilmesi, -Grubun bütünüyle ya da kısmen, fiziksel varlığını ortadan kaldıracağı hesaplanarak, yaşam şartlarını kasten değiştirmek, -Grup içinde doğumları engellemek amacıyla önlemler almak, -Gruba mensup çocukları zorla bir başka gruba nakletmek.” Ankara’nın ortak tarihçiler komisyonu önerisi Bakmayın içimizdeki bazı “entel-dantellerin” yaşanmış olan talihsiz olayları ve ardından gelen zorunlu tehciri soykırım olarak nitelemelerine. O dönemin savaş şartlarında yüzbinlerce insanın başka bölgeye naklinde elverişsiz koşullardan on binlercesinin soğuktan ya da hastalıklardan etkilenmemesi mümkün mü? Savaş ortamında yaşananları o günün koşulları göz önüne alınarak değerlendirmeli, en doğrusu da “soykırım” tartışmalarını tarihçilere bırakmaktır. Zaten bu nedenle Türkiye arşivlerini açmadı mı? Unutmayalım, Ermenistan, Türkiye’nin ortaya attığı “ortak tarihçiler komisyonu” önerisini de kabul etmemiştir. Sözün özü Ulusça karşı karşıya kaldığımız “soykırım” suçlaması aslında tarihçilerin ve hukukçuların objektif bakış açısıyla yapılmış bir şey değil. Konu tamamen siyasi ve Türkiye’yi köşeye sıkıştırarak “yaftalayıp, suçlayarak mahkum etmeye”, sonunda da “tazminat ödemeye” kadar götürecek bir sürece sokmak. Bugünden her tür tarihi gerçek ve dayanaktan yoksun olarak,“20’nci yüzyılın ilk soykırımı Avrupa’da Almanlar tarafından değil Avrupalı olmayan Türkler tarafından yapılmıştır, Hitler bile Alman ırkçılığından değil Ermeni örneğinden esinlenmiştir” diyebilecek kadar çirkefleşenlerin yakın gelecekte neler yapabileceğinin, masada Türkiye’nin önüne neler koyabileceğinin hesaplarını çok iyi yapmalıyız. Ülkemize yönelik bu “siyasi abluka” sürecine baktığımızda, basitmiş gibi gösterilecek "özür dileme” ile atılması istenen ilk adımın ardından, suçlama furyasıyla geri dönülemez bir girdaba sokulup milyarlarca dolarlık “tazminat ödemeye” hatta “toprak vermeye” kadar ucu açık bir süreç içinde köşeye sıkıştırılacağımızı görebilmemiz ve benzeri tuzaklara asla düşmememiz gerek. Öncelikle bu konu Ermenistan ve diaspora için tabu olarak görülmekte ve Batı “inkar etmenin yasaklandığı” bir sürece girmişken, Türkiye’nin 1915 olaylarını her zamankinden daha hür ve sağlıklı biçimde tartışarak örnek olmayı sürdürmesi onların oyunlarını bozacaktır. Türkiye’nin bu konunun tarihçiler ve bilim adamları tarafından ele alınması gerektiğini söylemesi önemlidir. Ancak, Türkiye konunun bilim adamları ve tarihçilerin alanına girdiği tezini savunmaya devam etse de, Ermeni diasporasının yoğun ve güçlü olduğu ABD ve Batıdaki birçok ülkede her seçim dönemi öncesi, iç siyasetin bir parçası olarak “siyasallaştırılıp yeniden ısıtılıp” önümüze konulacağını unutmayalım. Ayrıca, bu tasarı düne kadar Ankara’nın yanında olan güçlü Yahudi lobisi ve milyonlarca dolar akıttığımız lobi kuruluşlarıyla Türkiye sevdalısı birkaç milletvekili ve senatörün gayretleriyle önlenebildi. Bundan sonra Yahudi lobisi de yanımızda olmadığına göre, ne yapılacağına siyaseten karar verilmesi gerekir.