NAZ AKMAN- Yüzbaşı Fahri Dural ile üniversitede öğretim görevlisi olan Semiha Dural çiftinin tek kızı olarak dünyaya gelen Yüksel Dural, 5 yaşından itibaren piyano çalmaya başlamış. Küçük yaşlarda konserler vermeye başlayan piyanist-kompozitör Yüksel Dural, genç yaşında dünyaya açılmış. Yabancı basında “Harika Türk” ve “Olağanüstü besteci” olarak nitelendirilen Dural, dünyanın birçok yerinde katıldığı piyano yarışmalarından 200'den fazla ödülle Türkiye'ye dönmüş. Yüksel Dural, ailesini ve piyano ile tanışma hikayesini şöyle anlatıyor: "Ankara Demirtepe’de doğmuşum. Babam annesiyle büyümüş, babası yokmuş. Annesi ona bir altın verip ‘Git hayatını kazan’ demiş. O da Harp Okulu’na girerek orayı birincilikle bitirmiş. Levazım yüzbaşısı olduktan sonra ordudan ayrılmış. Vehbi Koç ile kurdukları bakkal dükkanını bir yangın sonucu kaybetmişler. Ortaklık sona ermiş ve babam ticarete tek devam etmiş. Babam çok ileri görüşlü bir insandı ve her zaman ‘Türkiye'ye ne lazım’ diye düşünürdü. Bir dönem Zonguldak’ta kömür çıkarıyor, aynı zamanda Etibank’ın kuruluşuna da sebep oluyor.” yüksel dural..-1 "EN İYİ ÇALI SEN OL!" “Biz üç oğlan ve bir kız olarak dört kardeştik. Ben en küçükleri ve ailenin tek kızıydım. Babam her zaman bize, ‘Bir şeyi yapıyorsan çok iyisini yap! Ağaç olamasan da dere kenarındaki çalı ol, ama en iyi çalı sen ol! Yaptığın işi sev, vatanını, kanındaki ateşi sev! Nereye gidersen git, bu milletten olduğunu belirt’ derdi. Öyle yapmaya çalıştık bizler de… Annem piyano çalardı, beni de piyanoya teşvik ederdi. Beş yaşındaydım, fakat hiç sevmezdim. Bir Fransız madam vardı bizim Demirtepe’de, ona götürürlerdi beni. Çok güzel pastalar yapıyor diye giderdim ben de, fakat sürekli ağlayarak giderdim. Yurtdışından profesörler, öğretim görevlileri gelirdi, onlarla piyano çalışırdık. Bir müddet buraya Viyanalı bir hoca gelmişti. Çok muazzam bir hocaydı. Ben tabii 9 yaşındayım o zamanlar… Bana ‘Büyük bir piyanist olacaksın ileride. Ama neden piyanoyu sevmiyorsun? Ben sana piyanoyu sevdireceğim’ derdi. Hocam beni sürekli konserlere çağırıyordu." Yüksel Dural. RADYO KONSERLERİ VE ÖDÜLLER "Birlikte Radyoevi’nde, halk önünde daha ben 13 yaşındayken piyano konçertoları çalmaya başladık. Sonra ben 16 yaşındayken operada bir konser verdik. Ayakta alkışlandım. O zamandan sonra piyanoyu daha çok sevdim. Ankara Kolejini bitirdim, İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuarı’na devam ettim. Aileme yurtdışında okumak istediğimi söyledim. Amerika’ya The Juilliard School’a gönderdiler beni… Viyana, Fransa ve başka bir sürü ülkeye derslere giderdim. Çünkü piyanist olmaya karar vermiştim ve o zamanlar dünyaca ünlü piyanistleri dinlemeye giderek, her birinden bir şeyler öğrenmeye çalışıyordum.” Piyanist Dural, 1996-1997 yıllarında Londra Kraliyet Müzik Akademisi'nden (British Music Academy) konser için davet alır. Davetin önemli koşulu, konserlerin gelirinin dünyanın aç çocuklarına bağışlanmasıdır. Yüksel Dural, katıldığı yarışmaları şöyle anlatıyor: “Londra Kraliyet Müzik Akademisi’nin konser davetiyle üç yıl yarışmaya girdim, finale bile kalmadım. Ama çok inatçıyım. 1996-1997’de ‘South Achievement Pasific Award of Merit’ ile 2008’de İtalya’da ‘Olağanüstü Piyanist’ (Ibla Grand Price) ödülünü alarak Pasifik birincisi oldum. İspanya’da bando yarışması açıldı, yaptığım eser birinci oldu ve birincilikler gelmeye başladı. 10 tane dünya birinciliğim oldu. The American Protege International Piano and Strings Competition 2013’te ‘Honorable Mention Winner’ ödülüne layık görüldüm. Bu yarışmada çok yetenekli sanatçılar vardı. Belki ikinci ya da üçüncü olurum diye bekliyordum, ama ‘Honorable Mention Winner’ alacağımı tahmin bile etmemiştim.” Yıllarca yurtdışında piyanistlik yapan Dural, Türkiye için önemli besteler yaparak yarışmalarda Türkiye'yi temsil etti. Chopin’den sonra dünyada ilk cenaze marşını besteleyen Yüksel Dural, “Ölümsüzlük Senfonisi”, “Türkiye’m”, ve “Medcezir” ile birçok bestesinin öyküsünü de şöyle anlatıyor: "Ben ailemi kaybettikten sonra her gün Anıtkabir’in önüne gidip asker adımlarını dinlerdim. İstedim ki yapacağım beste, Chopin’in ‘Cenaze Marşı’ndan geri kalmasın. Chopin’den sonra dünyada ilk cenaze marşını, ‘’Ölümsüzlük Senfonisi”ni besteledim. Yaptığım marş, Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından birçok cenazede kullanıldı. Aynı şekilde operanın çaldığı ‘Türkiye’m’ bestem de dünyada ülkemi tanıtabileceğim en güzel eserlerimden biriydi. Türkiye’nin her şeyde ön planda olmasını istiyordum. Türkiye’den yazdığım marşlardan Polis Marşı, Jandarma Marşı, Merkez Komutanlığı Marşı, Gülhane Marşı saymakla bitmiyor. Her birinden birer ödül aldım. Her bir konserime yaklaşık bir yıl boyunca hazırlanıyorum. Olabildiğince başka piyanistleri dinliyorum. Kendi ülkemde yeterince tanınmıyorum sanırım. Çünkü yurtdışında on binlerce kişiye konser verirdim ben, salon tıklım tıklım olurdu; ancak Türkiye’de pek öyle olmuyor. Türkiye’ye geri döndükten sonra ODTÜ’de verdiğim opera, bale, senfoni konserinde çok güzel bir ilgiyle karşılanmıştım ama… Ve gerçekten İtalya’da konserlerde yaşadığım havayı hissettim." yüksel Dural “ÜÇÜNCÜ OLACAĞIMI DÜŞÜNÜYORDUM, HIRSLANDIM, BİRİNCİ OLDUM” Bir Türk piyanist olarak dünyanın birçok ülkesinde sahneye çıkan Yüksel Dural, zaman zaman yaşadığı tatsızlıklara rağmen yine de piyanosunu çalmaktan vazgeçmediğini şöyle anlatıyor: "Sicilya’da piyanolar mağaralardaydı ve oralarda çok fazla profesörlerle çatıştım. Bir yarışmamda daha piyanoyu çalmadan hep üçüncü olacağımı düşünüyordum. 74 yaşında yabancı bir piyanist geldi. Muazzam piyano çalıyordu. Onu dinledikten sonra çuvalladım zaten. Tam çıkacağım esnada, aşağılayıcı sözlerle beni incitecek şeyler söyledi. ‘Siz neden geldiniz’ dedi İngilizce, ‘Bu bir ilimdir, çalgı değil. Mahcup olacaksınız.’ Ben de bozulduğumu belli etmeden hemen savunmaya geçtim ülkemi… Ama piyanonun başına geçince gözlerim doldu, çok üzüldüm. Belki o sözlerdendi… Daha çok hırslandım. Çalarken arkama baktım, tüm salon beni ayakta alkışlıyordu. Birinci oldum yarışmada, bundan gurur duydum." yüksell dural. “HAYATIM BOYUNCA ÇOK KAZA, TATSIZLIK YAŞADIM” Dural, çocukluğundan başlayarak ailesi ve yakınları ile yaşadıklarını da şöyle anlatıyor: "Harika bir çocukluk yaşadım. Babam saçlarımı yaptırmak için İstanbul’a uçakla gönderirdi beni. Annem modaya çok meraklıydı. Çok güzel kıyafetler alırdı. Bir dediğim iki olmazdı. Adeta prensesler gibiydim. Bunların yanında yaşadığım kötü anılarım da oldu elbette. İstanbul’dayken babamla her gün balığa çıkardık sandalla. Bir gün balığa çıktığımızda bir Rus gemisi bizi görmedi sanırım, ama ben gördüğümde üzerimize doğru geliyordu, o sırada babamı kucaklayıp denize atladım, bacağımla da ihtiyar olan tekneciyi de suya ittim. Dipten yüzmeye başladım. Ama öyle bir yüzüyorum ki pervaneye doğru gidiyormuşum. Suda insan bayılmıyor. Bir ara elim yukarı çıktı ve görenler oldu, sırtımda 16 lif kopmuştu. Gemiyi görseniz patates rendeler gibi kolumu ve sırtımı sıyırmıştı. O vaziyetteyken sandalcı yoksul, yaşlı ve sandalda yatıp kalkan biriydi; ağlıyordu ‘Paralarım ceketimin cebinde kaldı’ diye… Ben de tekrar suya dalıp, paralarını bulup vermiştim. Sonrasında Ankara’daki adresimi nasıl bulduysa yıllar sonra çıkıp geldi. Elinde bir tane altın bilezik, yapıp getirmiş bana ‘Hayatımı kurtardın’ diye… Kabul etmedim, pek üzüldü. Ama ben çok sevinmiştim beni unutmadığına… Hayatım boyunca çok kaza, tatsızlık yaşadım. Amacım, ölmeden önce bestelerimi bir araya getirmek ve ‘Piyanistin Kitabı’ diye bir kitabımı da tamamlamak." Atatürk'ü anma günü için Zürih'e davet edilen Yüksel Dural, beklemediği bir programla karşılaşınca topluluğa şu şiirle hitap eder: “Dünya susuz kalsa da bize pınar mı kurur Koy elini bağrına, kardeş kardeşi mi vurur Kim demiş asla bir daha gelmez diye Türk anası her gün bir Atatürk doğurur Kanımız alev alev yüreğimiz yiğitlikle çarpar Barınamaz yanımızda hiçbir barbar Hz. Yusuf’tan, Hz. İsa'ya kadar Türk anası her gün Yunus Emre'ler doğurur.” Yüksel Dural, sonrasını da şöyle anlatıyor: “Bu şiir basında da yer aldı, Cumhurbaşkanı Kenan Evren'de bana bir Atatürk portresi hediye etti. Sovyet Genelkurmay Başkanı Sıhhiye Orduevi'ne gelmişti. Piyano resitali vereceğiz, ancak piyano yok, orgla çalıyoruz. Sahneden indikten sonra Sovyet Genelkurmay Başkanı beni yanına çağırttı. Yanımda bir tercümanla odaya girdim. Konuşmasına başladı, ‘Harika çaldınız, çok güzeldi. Fakat bu bir piyano eseridir, neden bunu orgla çaldınız' dedi. ‘O kadar güzel bir beste ki bunu orgla da çalabileceğimizi size göstermek istedik, dilerseniz piyanoyla da çalabiliriz' demem üzerine, ‘Yok yok… Çok güzel çaldınız’ dedi. Daha sonra Orduevi Komutanı beni kutladı.” yüksell dural-1
Editör: TE Bilisim