√ Bu bir başarı öyküsüdür.Yurtdışında eğitim görüp göğsümüzü kabartan, yüzlerce isimsiz kahramanın, Türk insanının, gençlerimizden birinin yaşanmışlığıdır… √ Tüm olumsuzluklara rağmen yılmadan, usanmadan çalışmanın, mücadelenin ve azmin zaferinin göstergesidir... √ Elif DİMLİ, bir müzisyen, viyolonsel sanatçısı.Yüksek öğrenimine ve lisansüstü eğitimine yurtdışında devam eden binlerce Türk gencinden biri… Utku ŞENSOY / ANKARA-Yeteneği ve başarılarıyla dikkati çeken Elif DİMLİ, yaşamını Almanya’da sürdürüyor ve Karlsruhe kentindeki Müzik Üniversitesi’nde Solistlik Doktorası eğitiminin son aşamasında… Elif DİMLİ’yi Ankara’da en son 2015’in Nisan ve Mayıs aylarında 32.Uluslararası Ankara Müzik Festivali’nde ve Türkiye Flarmoni Derneği’nin Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası salonunda düzenlediği resitallerde dinledik. Elif DİMLİ, müzik eğitimine 5 yaşında piyano çalarak başladı, 8 yaşında da "Bilkent Üniversitesi Erken Müzik Eğitimi" yetenek sınavını kazanarak viyolonsel ile devam etti. Sanatçı daha sonra eğitimine Bilkent Üniversitesi Müzik Hazırlık Okulu’nu ve Almanya´da Essen Folkwang Sanat Üniversitesi’ni bitirdi. Ardından Karlsruhe Müzik Üniversitesi’nde Master’ını tamamladı ve halen aynı üniversitede solistlik doktorasının son basamaklarında. Elif DİMLİ, Türkiye´de, İstanbul Devlet Senfoni Orkestrası, Bilkent Senfoni Orkestrası ve yurtdışında Perpignan Oda Orkestrası, Pfalztheater Kaiserslautern gibi orkestralarla ve Amerika Birleşik Devletleri’nde Montecito Müzik Festivali’nde solist olarak konserler verdi. Türkiye’de ve yurtdışında çeşitli yarışmalarda ödülleri bulunan Elif DİMLİ, solo kariyerinin yanı sıra oda müziği çalışmalarına da ağırlık veriyor ve bu çerçevede, Almanya, Fransa ve Bulgaristan’da konserlere ve festivallere katıldı. Elif DİMLİ, 2009 yılında, ünlü müzisyen Yehudi Menuhin´in kurduğu "Live Music Now" adlı, "konsere gidemeyenlere konseri götürme" yi amaç edinmiş olan vakfın seçmelerini kazanarak, o yıldan bu yana, Almanya’da yaşlılar ve kimsesizler yurtları, bakımevleri ve hapishaneler gibi mekanlarda düzenli olarak solo ve oda müziği konserleri veriyor. Elif DİMLİ, eğitimi boyunca Arto Noras, Raphael Wallfisch, Frans Helmerson, Alexander Rudin gibi dünyaca ünlü çellistler ile çalışıp ustalık sınıflarına katıldı. Elif Dimli, 2014-2015 eğitim dönemi itibariyle Karlsruhe Müzik Üniversitesi’ne ait 1725 Petrus Guarneri yapımı bir viyolonseli kullanmaya layık görüldü. Viyolosel sanatçısı Elif DİMLİ ile geçen hafta Ankara’da bulunduğu sırada ropörtaj yapma imkanımız oldu. U.Ş: Siz yıllar önce müzik eğitimi için Almanya, ya gittiniz. Şu anda bu eğitimin hangi aşamasındasınız ? E.D: Şu an solistlik sınıfında sanatta yeterliliği bitirme aşamasındayım. Bu kış dönemi son dönemimdi. Geriye birkaç mezuniyet resitali kalıyor, onları da bu yaz vermeyi planlıyorum. U.Ş: Yüksek lisans çalışmalarınız sırasında eski ve yüksek değerde bir viyolonseli kullanmaya hak kazandınız. Bize bundan bahseder misiniz? E.D: İki sene önce, hocalarımın ve okul yönetiminin takdiri ve tavsiyesi doğrultusunda, 1725 yapımı, çok nadir, hatta belki de ”türünün tek örneği” olabilir, 1.8 milyon Avro değerinde, Pietro Guarneri yapımı bir viyolonseli eğitimim süresince çalmaya hak kazanmıştım. Elbette böylesine değerli bir enstrümanı sigorta yaptırma şartıyla veriyorlar, 1.8 milyon Avro´nun sigortası da epeyce pahalı oluyor. Maalesef yeterli ve gerekli burs ve desteği bulamadığım için, maddi yetersizlik sebebiyle bir senenin sonunda enstrümanı geri vermek zorunda kaldım. Zor ve erken gelen bir ayrılıktı. U.Ş: Sonuçta solistlik eğitimini tamamlamak üzeresiniz ve profesyonel bir sanatçısınız. Neler yapıyorsunuz, bundan sonraki hedefleriniz neler? Bu hedefe ulaşmada engeller, zorluklar var mı? E.D: Doktora çalışmamı tamamladıktan sonra bir süre yaşamıma yine Almanya´da devam etmek istiyorum. Önümde somut iki plan var: birincisi orkestra seçmelerine hazırlanmak ve katılmak, ikincisi de mezuniyet. Onun dışında ülkemde gerçekleştirmek istediğim bazı projeler, konserler var. Ancak bunlar hakkında detaylı konuşmak için henüz biraz erken. U.Ş: Peki, bir yabancı ve de bir Türk olarak yurtdışında, Almanya’da yaşamanın, eğitim almanın ve tabii iş bulmanın zorlukları var mı? Yabancı olmak bir engel oluşturuyor mu? E.D: Müzik camiası genel olarak fazlasıyla enternasyonal olduğu için ”yabancı“ tanımını kime ve neye göre yapacağınız biraz zorlaşıyor. Almanya´daki orkestralara, okullara baktığınızda öğrenciler, öğretmenler, orkestra üyeleri arasında her milletten insan var. Dolayısıyla yabancı olduğunuz için ayrımcılığa maruz kalmıyorsunuz, herkes yabancı. En azından çoğunlukla bu böyle. Ancak yabancı değil de Türk olmak başka bir mesele. Avrupa´da Türk olmak her zaman kolay değil. Belli klişe muhabbetlere sıkça maruz kalabiliyorsunuz. Türklere karşı, Müslüman bir ülke olarak, ciddi önyargıları var. Elbette herkesi aynı kefeye koymamak lazım. Profesyonel alanda ben pek ayrımcılıkla karşılaşmadım ama karşılaşan arkadaşlarım var, hikayeler duyuyoruz. Neyse ki çok sık olmuyor, en azından Almanya´da. Ancak diğer alanlarda, mesela yabancılar bürosunda veya bir ev kiralamak istediğinizde durum farklı. Bir Türk olarak ev kiralamak, iş bulmaktan daha zor diyebilirim. Konuyla ilgili şöyle bir anım var: Yıllar önce bir konser sonrası verilen resepsiyonda organizatörlerden biri olduğunu tahmin ettiğim bir kişiyle konuşuyorduk. Bu kişi önce çalışıma, müziğime övgüler yağdırdı sonra sorular soruyor, dinliyor, son derece ilgili görünüyordu. Sonunda, sohbetin başından beri aklına takılmış olacak ki, heyecanla sordu; “nerelisiniz?“. Ben “Türk” üm“ dedikten sonra gözlerini açarak “aa..gerçekten mi? Asla tahmin edemezdim.“ dedi ve sohbet bir anda kesiliverdi ve adam resmen kafasını çevirip döndü gitti. Yani profesyonel alanda hiç yaşanmışlığım yok da değil. U.Ş: Müzik eğitimi öteki dallara göre oldukça farklı. Türkiye'deki ve buradaki müzik eğitimini karşılaştırırsak neler söylersiniz? E.D: Elbette Almanya´da klasik müzik bir gelenek, onların müziği, yüzyıllardır var olan bir şey. Kültürüyle, tarihiyle, geleneğiyle, halkıyla iç içe gelişmiş, dünyaya yayılmış. Dünyanın en iyi orkestralarından en az bir tanesi bu ülkede, en küçük köyden bozma şehrinde bile birden fazla orkestra bulunabiliyor. Öyle Fransa´daki gibi iki değil, dünyada kabul gören ve dünyanın her köşesinden yetenekli müzisyenlerin akın ettiği çok sayıda müzik okulu var. Dolayısıyla istikrarlı iyi bir seviye hakim müzisyenler arasında. Teknik ve yorum anlamında çok daha mükemmeliyetçi ve disiplinliler. Türkiye´de klasik batı müziği, daha çok genç aslında. Ben Almanya´ya geldiğimden beri gözlemliyorum genel seviye çok yükseklerde. Çok güzel şeyler yapılıyor bütün zorluklara rağmen. Özellikle yeni nesilden canavar gibi yetişen, buranın ortalama seviyesinden daha üstünde çalan, performans sergileyen Türk müzisyenler de var. Hepsinin başarıları her zaman Türk medyasına yansımasa da sadece 3-5 değil, çok sayıda Türk müzisyen var güzel işlere imza atan. Bunların da temel eğitimlerini Türkiye´de aldıklarını düşündüğümüzde, Türkiye’deki müzik eğitiminin sanıldığı gibi çok da kötü olmadığını görürüz.. Bir de, bana göre, Almanya´daki sisteme kıyasla çok daha iyi olan şey, Türkiye´de müzik bilgisi (yani müzik teorisi, armoni bilgisi, solfej, müzik tarihi ve yardımcı piyano gibi) derslerin çok daha erken yaşta başlaması. Almanya´da üniversitedeki ilk senemde solfej ve armoni derslerine girdiğimde Türkiye’de 11 yaşındayken öğrendiğimiz şeyleri yeni öğretiyorlardı mesela. Ama Türkiye´den geldiğim için o derslerden muaf tutulmadım, saymadılar. Yani, her şeyi yeni baştan, başka bir dilde yeniden öğrenmek, tekrarlamak durumunda kaldım. U.Ş: Bu eğitimde başarının sırrı nedir? E.D: En başta azim ve disiplin. Biz “çalgıcılar” sadece sanatçı değil aynı zamanda sporcuyuz. Kaslarımız her gün düzenli olarak çalışmalı, esnemeli. Bir hafta aradan sonra çalgıyı elinize aldığınızda çıkardığınız sesle bir hafta önce çıkardığınız sesin arasındaki farkın ne kadar büyük olduğunu meslektaşlarım bilirler. Kulakların ve fikirlerin açık olması önemli. Beyni kapatıp sadece parmakları dans ettirmek maalesef yeterli değil. Mümkünse, özellikle belli bir yaş ve seviyeden sonra tek hocaya ve ekole bağlı kalmayıp yeni görüşlere açık olmak gerek. Ayrıca çok güçlü, çelikten sinirlere sahip olunması kesinlikle önemli. Sürekli bir performans kaygısı, bir yarış içindesin. Yarış, tabii belki bir yaşa, olgunluğa gelip, bir yerlere ulaşana kadar olabilir ama performans kaygısı her daim. Sahne korkusu, endişesi olmayan müzisyen ben tanımadım. Marta Argerich’den tutun, herhangi bir köydeki isimsiz müzisyene kadar bu böyle. Sonra mesela siz sahneye çıktığınızda insanlar sadece bir saatlik bir performans görüyorlar ama onun arkasında yatan saatleri, ayları, yılları, emeği görmüyorlar. O nedenle bu meslekten olmayan birçok insan size verilen ücreti, maaşı çok görüyor. Bu dünyanın her yerinde böyle. Almanya’da bile sizden bedavaya evinde konser vermenizi bekleyen ve bunu lütuf olarak görmeniz gerektiğini düşünen insan sayısını bilseniz, şaşarsınız. Kısacası hak ettiğiniz takdiri ve saygıyı alamayabileceğiniz, çok iyi çalsanız bile zorluklar içinde yaşayabileceğiniz, kötü geçen bir konserin iyi geçen on konsere bedel olabileceği, eğer sahnelerde kalmak istiyorsanız hayatınız boyunca bir öğrenci gibi çalışmanız gerektiğini bilmek ve buna psikolojik açıdan donanımlı olmak çok önemli. Müzik tutku işi, bir insan bu kadar zorluğa ancak tutkuyla sevdiği bir şey için katlanır. U.Ş: Yeni yetişen genç müzisyen adaylarına tavsiyeleriniz, önerileriniz neler? E.D: Bir, çok çalışın; İki, kolay yılmayın, hep ileriye bakın; Üç, hep bir öncekinden daha iyi çalışma gayreti içinde olun, Dört, internete konser kaydınızı koyarken gerçekten koymaya değer olduğundan emin olun. Reklamın kötüsü olur; Beş, müziğiniz dürüst olsun, sahnede etkileyici görüneyim derken enerjiniz koreografinize değil, çıkardığınız sese, yorumunuza, müziğinize gitsin; Altı, rekabet bizim meslekte kaçınılmaz ve tehlikeli bir zehirdir. Eleştirirken desteklemeyi de unutmayın ve en büyük rekabetiniz kendinizle olsun; Yedi, meslektaşlarınızın performanslarını değerlendirirken hoşunuza gitmeyen şeylere odaklanmak yerine iyi bulduklarınıza odaklanın ve illa bir kıyaslama yapacaksanız iyi olanlardan ilham alın. En büyük, en iyi müzisyenin bile zayıf ve güçlü yanları vardır; Sekiz, bol bol opera sanatçılarını, şancıları dinleyin. Çalgıcıların birinci vazifesi çalgısıyla şarkı söylemektir, dolayısıyla onlardan öğrenebileceğiniz çok şey var; Son olarak, daha çok çalışın…
Editör: TE Bilisim